YILDIZLARIN TEMBELLİĞİ (Behiç AK)
Tembel insanların dünyaya katkısı çalışanlardan daha mı fazladır? İnsanlar niye kara gözlük takarlar? Yazı yazarak resim yapılabilir mi?
Behiç Ak “Yıldızların Tembelliği” adlı kitabında tüm bu ilginç sorulara bir o kadar ilginç, hoş ve gülümseten yanıtlar veriyor.
Behiç Ak “Yıldızların Tembelliği” adlı kitabında tüm bu ilginç sorulara bir o kadar ilginç, hoş ve gülümseten yanıtlar veriyor.
“Onu birkaç
yıldır tanıyordum ama, ne yalan söyleyeyim, inşaat mühendisi olduğunu
bilmiyordum. Üzerime vazifeymiş gibi, ‘Saçmalama, inşaat mühendisliği bırakılır
mı? Ne de olsa mesleğin…’ diye devam ettim. Aslında bir işi bırakıp başka
birine başlaması umurumda bile değildi. Ayrıca bu devirde bilgisayar yerine
hala te cetveli ve gönye kullanarak mühendislik yapmaya çalışan birinin hiç
şansı yoktu.”
*
* * * *
“Aniden
şaşırdığımı belli etmeye karar verdim. Ayıp oluyordu. Artık bir şeye şaşırsam
iyi olacaktı.”
*
* * * *
“Gerçekten
ben ve arkadaşım İbo, akşamüstleri okul çıkışı, Son gazetesi isminde bir akşam gazetesi satardık. Gazete uçuk bir
şeydi. Her gün bir başka kokuda çıkardı. Pazartesileri karanfil, salıları limon
çiçeği, çarşambaları leylak…”
*
* * * *
“Belki
de yirmi yıldır ilk defa geliyordum buraya. Oysa hep İstanbul’da yaşamıştım.
Elinde reçel ekmek Osmangazi İlkokulu’na koşan çocukluğumla karşılaşsaydım,
‘Acaba o çocuk, bugünkü halimle ilgili ne düşünürdü?’ diye aklımdan geçmedi
değil.”
*
* * * *
“Ona
‘zamanla ilgili’ o güne kadar düşündüğüm her şeyi bir çırpıda anlattım.
Bu konuda çok fazla bir şey düşünmemiş
olduğumdan konuşmam kısa sürdü.”
*
* * * *
“İflah
olmaz bir unutkanım ben. Bütün bildiklerimi tam onlara ihtiyacım olduğu anda
unutabilir ve hiç işime yaramadığı bir zamanda hatırlayabilirim.”
* * * * *
“Gördüğünüz
gibi, unutkanlık konusunda saatlerce konuşacak kadar bilgiye sahibim. Ama ne
yazık ki bu bilgiler, ilkokuldan tanıştığımızı söyleyen arkadaşımın, ismini
hatırlamam için yeterli olmuyor işte.”
*
* * * *
“ ‘Bak,
mutfakların açık olması büyük bir devrimdir. Böylece mutfakta çalışan kadın ev
halkından kopmaz. Mutfakta çalışırken kocasıyla, çocuklarıyla sohbet edebilir.
Bazen işine ara verip televizyon seyredebilir’ diye bağırdım. Ama daha
söylerken, kendi söylediklerime kendim de inanmamaya başlamıştım.
Havva da sesini yükseltti. Sanki kocasıyla kavga ediyor gibiydi.
‘Ben çalışırken
kocamı görmek istemiyorum ki. Ben onlardan kurtulmak için mutfağa gidiyorum.
Benim tek özgür olduğum yer orası. Sense onları mutfağın içine
yerleştiriyorsun. Ben modernlik falan anlamam. Mutfağa bir duvar çek. Hem de en
kalınından olsun.’”
*
* * * *
“Resim,
gerçek bir ağaç gibi olmuştu. Bunun da nedeni, ben bir ressam olmadığım için,
resim yapmaya resim yapmak için başladığımda ortaya son derece kötü bir şey
çıkıyordu. Oysa bu ağaç resmini kazayla yapmış ve yaparken de resim yapmakla
ilgili hiçbir şey düşünmemiştim.”
*
* * * *
“Birtakım kağıtlar bastırıp, üzerlerine ‘içinizdeki şeytanı durdurun, içinizdeki trafik canavarını durdurun, içinizdeki mimarı durdurun, içinizdeki hukukçuyu, içinizdeki sanayiciyi, içinizdeki polisi, içinizdeki sanatçıyı durdurun’ vs. diye yazıp bir helikopterden İstanbul üzerine bırakmayı çok isterdim ama bu küçük şakayı karşılayacak maddi gücüm yoktu.
İşe şairlerden başlamaya karar verdim küçük bir ilan hazırladım. ”
İşe şairlerden başlamaya karar verdim küçük bir ilan hazırladım.
*
* * * *
“Dünyanın
en acı şeyinin bir sanatı icra etme isteğiyle dopdolu olup ama bir türlü
becerememek olduğunu söyleyenlerin sayısı hiç de az değildi. Birçoğu, sanatla,
onun sadece yaratıcılıktan ibaret bir şey olduğunu zannederek uğraşmaya
başladığını, ama içine girince büyük bir hamallık olduğunu anladıklarını
söylüyorlardı.”
*
* * * *
“Hanfendi,
lütfen gidin ve kırk yaşına gelmiş ama hala bir şey üretememiş olmanızla gurur
duyun’ dedim. Acıklı gözlerle bana bakarak, ‘Ama ben kalıcı olmak istiyorum’
dedi.
Zorlama bir şekilde
sertleşerek, ‘Kalıcı olmak ne demek hanfendi?’ diye çıkıştım. ‘Bu dünya bile
kalıcı değil, dört milyar yılcık ömrü kaldı, yaptığım bir hesaba göre, bu fani
küre üzerinde, insanlık yaşasa yaşasa en fazla bir milyon yıl daha yaşayabilir.
Siz hala kalıcı olmaktan bahsediyorsunuz. Hepimizin sinirini bozan milyonlarca
saçmalığa bir saçmalık da siz mi eklemek istiyorsunuz? Kalıcı olan tek şey
hiçliktir hanfendi… Siz en kalıcı olanı yapmışsınız. Farkında değilsiniz.
Kimsenin başaramadığını… Picasso bile resim yapmak zorunda kaldı. Siz ondan kat
be kat üstünsünüz. Neruda sizin gibi olmak için kimbilir neler verirdi?’”
*
* * * *
“Biraz
sonra kapı çaldı. Yine aynı kadındı. Gözlerimin içine bakarak avaz avaz bir
şiir okudu.
Sonra
bana yaklaştı. ‘İlham için teşekkürler’ deyip masama bir on binlik fırlattı ve
sonra da, ‘Önümüzdeki yıl Melahat Sırmalı ödülünü siz kazanacaksınız’ dedi.
‘Melahat Sırmalı mı, o da kim?’
‘Melahat Sırmalı mı, o da kim?’
‘Ben. Kendi adıma bir ödül
vermeyi düşünüyorum.’ ”
*
* * * *
“
‘Şöhret, yeteneksizliğe mani değildir beyefendi’ dedim.”
*
* * * *
“ ‘Baban
resim derslerinin başarısız olduğunu söylüyor.’
‘Ben illüstrasyon yapıyorum.
Baktığım şeyleri resmederim. Yıllardır da zevkle yapıyorum. Ama resim
derslerinde verilen eğitimle benim sanat yaklaşımım arasında bazı farklılıklar
var.’”
*
* * * *
“Bu
oğlana resim öğretmenin imkânsız olduğu ortadaydı. Ressamları resim
galerilerinden kovup yerlerine çöreklenen, resme karşı isteksiz, kabiliyetsiz,
işi zekâyla götürmeye çalışan günümüz sanatçılarına benziyordu.”
*
* * * *
“Aylin
ile dünyamın güllük gülistanlık olmadığı kesindi ama, beni terk etmesi bütün
dünyamın kararmasına neden olabilirdi. Susup sakinleşmesini beklemekten başka
çarem yoktu.”
*
* * * *
“Parti,
Cihangir’de bir evin teras katındaydı. Merdivenleri Dire Straits’in müziğine
yaklaşarak çıktık. İçeri girip geniş bir salona ulaştık… İçerde, kulakları
sağır eden bir gürültü olmasına rağmen, insanlar sanki dünyanın en sessiz
yerinde yaşıyormuş gibi birbirleriyle ilişkisizdiler.”
*
* * * *
*
* * * *
“Astronomideki
‘Her yıldız en tembel olduğu durumu korur ve o sınırlar içinde hareket eder’
diye özetlenebilecek olan ‘yıldızların tembelliği’ yasasına uygun bir şekilde
yaşıyorduk. Ailemizin yıldızları olan bizler, birbirimizle olan ilişkilerimizi
en az güç harcayacak bir şekilde kuruyor, kimseye kimsenin hayatına yük olacak
psikolojik ağırlıklar yüklemiyorduk.”
*
* * * *
“Birbirimizle
olan ilişkilerimizde, hep aynı şeyleri yapabiliyor olmanın, bir hikâyeyi
binlerce kez anlatabiliyor veya dinleyebiliyor olmanın, yaratıcı olmak zorunda
kalmamanın özgürlüğünü yaşıyorduk…”
▬ ▬ ▬
Kitapla ilgili yorumum:
“Sıcak sıfatını bu kadar
hak eden öyküler çok uzun zamandır yazılmadı Türkçe’de. Normal – absürd…?
Hüzünlü, dramatik - komik…? Gerçekçi – fantastik…? Bunalım – yaşam sevinci…?
İkisi de olabilir!” Kitabın arka kapağında yer alan bu ifadeler, tam da kitabı
anlatıyor bize.
Günlük yaşamdaki hallerimiz mizahi bir dille aktarılırken, zaman zaman “Bu kadar da olmaz!” dediğimiz olaylarla karşılaşıyoruz. Ama tüm karşıtlıklar o kadar başarıyla harmanlanmış ki romanın akışında bir pürüze yol açmamış.Kısa öyküler diyebileceğimiz bölümler ana olay ve kahraman etrafında odaklanarak romanın bütünlüğünü koruyor. Karikatürist Behiç Ak’ın çizgileriyle aktardığı mizah anlayışı, romanında da ilginç bakış açıları, ters köşe durumlar ve hoş bir anlatımla kendini aksettirmekte. Absürd ve komik hikâyelerden hoşlananlara önerebileceğim gülümseten bir kitap.
Günlük yaşamdaki hallerimiz mizahi bir dille aktarılırken, zaman zaman “Bu kadar da olmaz!” dediğimiz olaylarla karşılaşıyoruz. Ama tüm karşıtlıklar o kadar başarıyla harmanlanmış ki romanın akışında bir pürüze yol açmamış.Kısa öyküler diyebileceğimiz bölümler ana olay ve kahraman etrafında odaklanarak romanın bütünlüğünü koruyor. Karikatürist Behiç Ak’ın çizgileriyle aktardığı mizah anlayışı, romanında da ilginç bakış açıları, ters köşe durumlar ve hoş bir anlatımla kendini aksettirmekte. Absürd ve komik hikâyelerden hoşlananlara önerebileceğim gülümseten bir kitap.
İlginizi
çekebilir: