ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ
Şems-i
Tebrizi. Hakkında pek çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Hangisi doğru,
hangisi o? “Bana bakan kişi, bende kendini görür.” diyen Şems’in “Makalat” adlı
eseri Prof. Dr. Erkan Türkmen tarafından yeniden düzenlenerek “Şems-i
Tebrizi’nin Öğretileri” adıyla okuyucuyla buluşturulmuş.
Şems’te kendimizi
görmek… Bilgimizle, görgümüzle, gönlümüzle karşılaşmak… Buna gerçekten hazır
mıyız acaba?
“Ben babama nafile olan ibadetlerimi
gösteremezdim. Bâtıni halimi ve dünyamı nasıl gösterebilirdim ki? Babam iyi huylu
ve asalet sahibi idi. İki söz söylerdi sakalına kadar gözyaşları akardı fakat âşık
değildi. İyi huylu olmak başka, âşık olmak başkadır.”
*
* * * *
“Şems,
gezen bir derviş olmadan önce ciddi bir eğitim görmüştü. Arap ve Fars dili ve
edebiyatına tam vakıftı. Ayrıca Eflaki’nin Mevlana’dan aktardığına göre Şems
simya, astronomi, astroloji, mantık, fıkıh ve kelam ile felsefeye tam hâkimdi
ancak bu bilgileri kendinde saklardı.”
“Onun
kutsal ve gizemli bir kişiliği vardı. Onu ancak Mevlana keşfedebildi ve ondan
sonra da onu kimse tanıyamadı.”
*
* * * *
“Kahır
(öfke ve baskı) eğer kendi gözüyle lütufa bakarsa kahırdan başka bir şeyi
görmez. Bu Tanrı kulu bir keresinde kâfire dedi ki, ‘Sen de ben de O’nun
kuluyuz ama sen O’nun kahır sıfatındansın, ben ise O’nun lütuf sıfatındanım.
Lütuf kahırdan üstün olduğu için sen de lütufa geç. Lütfun tadı daha hoştur.”
*
* * * *
“Bana Mecnun
gözüyle bak; sevgiliye hep sevgi ile bakılır. Bunun için Tanrı Kur’an’da ‘Tanrı
onları sever, onlar da Tanrı’yı severler’ demiştir. Bütün engel O’nu
sevmemektir. İnsanlar Tanrı’ya sevgi ile bakmazlar. Tanrı’yı felsefe, bilim ve
bilgi gözüyle ararlar. Hâlbuki sevgi gözüyle aramak gerek.”
*
* * * *
“İnsanların
bir kısmı karanlıktır fakat binlerce nur perdeleri ümit ipinin çözülmesini
engeller. Sayısız kitap okunsa da O’na ulaşmak mümkün değildir ve bunun yararı
da olmaz. Bu, eşeğin sırtına kitap yüklemeye benzer. Birçok insan başkalarıyla
birlikte yaşadıkları halde hakkıyla birbirini tanımaz. Seninle aynı huyda olan
bir kişinin sözlerini anlamıyorsan, onda sana hitap eden zevk yoktur çünkü sen
kendi felsefe ve bilgine göre yorum yapıyorsun. Bu nedenle birlikte yaşamış
nice kişi vardır ki birbirinden hiç haberdar olmamışlar. O halde birisinden
nasip alabilmek (yararlanmak) için ona, zahiri de olsa, gönül alçaklığı
göstermek gerek.”
*
* * * *
“Mevlana’nın
yüzü güzeldir; benim yüzüm ise (kişiye göre) hem güzel hem çirkindir. Mevlana
benim güzel yüzümü gördü, öteki yüzümü görmedi. Bu sefer riyakârlık
yapmayacağım ve her iki yüzümü göstereceğim ki tamamını görmüş olsun.”
*
* * * *
“Bizi
gören birisi ya koyu Müslüman olur ya da koyu inkârcı. Çünkü gören kimse iç
âlemimizi bilemez, şu zahiri halimize göre karar verir. İbadetlerimizi eksik
bulabilir ve kimileri de bu halimizden cesaret alıp ibadeti terk edebilirler.
Bu şekilde insanlar da kurtuluşları için gerekli olan ibadetten uzaklaşabilirler.”
*
* * * *
“Yarın
vaiz vermen gerek (Mevlana’ya hitap). Bu zor iştir. Kapı bir kere açılmıştır,
eğer vermezsen insanlar bağırıp çağıracaklar. Keşke onlar vaazlarından
yararlansalar. Bütün sözler açık ve imalarla söylendiği halde onlar sanki hiç
öğütlenmemiş gibi duruyorlar. Açık ve düz anlamları bile anlayamadıkları gibi
sözlerin amaçlarını da kavrayamıyorlar. Mademki anlayamıyorlar uygulamayı nasıl
yapacaklar? Bilinçsiz uygulamanın sonu sapkınlıktır. Çile çekerken ne yaparlar?
‘Tanrı’dan başka Tanrı yoktur’ derler fakat bu da gönülden söylenmelidir.
Sadece dilden çıkan sözün ne değeri var?”
*
* * * *
“Bütün
âlem sakalıma asılsa ve dese ki bir şey söyleme, söylemek istediğim sözü
söylerim. Bin yıl sonra da olsa kime sözümün ulaşmasını istersem, bu sözlerim
ona ulaşır.”
*
* * * *
“Benim
bir söz söylemememi istedi. Bu güneşe, ‘Parlama, yarasalar rahatsız oluyorlar’
demeye benzer. Güneşin görevi ise ışık yaymaktır. Yarasalar rahatsız olurlar
diye görevinden vazgeçemez ya!”
*
* * * *
“İnanç
ve sevgi insana cesaret verir ve korkuyu yok eder.”
*
* * * *
“Dostluk
iddiasında bulunmadıkları için kâfirleri severim. Onlar şöyle der: ‘Evet biz
kâfiriz ve düşmanız’. Bu durumda onlara dostluk öğretebiliriz ama dostluk
davasında bulunup da dost olmayan (riyakâr) daha tehlikelidir.”
*
* * * *
“Birisi
hakkında diyorlar ki o baştan aşağı lütuf sahibidir. Bu abartıdır ve sanıyorlar
ki bu üstünlüktür. Hâlbuki bu yanlıştır. Zira hep lütufta olan kişi eksik
sayılır. Tanrı’ya bile bu tek nitelik yaraşmaz çünkü Kahhar niteliğini yok
eder. Aslında hem kahharlık hem lütuf gerek ama yerine göre. Yerli yerinde
kullanılmayan kahharlık ve lütuf cehalet ve hevesin belirtisidir.”
*
* * * *
“Muhyı
al-Din Muhammed İbn Ali al-Arabî büyük mutasavvıf olup 1165-1240 yılları
arasında yaşamıştır. Onu sevenler Şeyh-i Azam unvanıyla anarlar. Onun kendine
özgü pantheistik görüşleri Hindistan (Pakistan) , İran ve Türkiye’de çok makbul
oldu zira o, Hintliler gibi, ‘her şey Tanrı’dır’ demeyip ‘her şey Tanrı’dandır’
diyor.”
*
* * * *
“Her âyetin anlamı onun iniş sebebinden anlaşılır. Ama herkes kendine göre bir sebep
uydurursa âyet anlamsız ve soğuk olur.”
*
* * * *
“Bilginlere
göre bu küçük âlem (mikrokozm) insanın içindedir ve büyük âlem (makrokozm) ise
bu evrendedir. Peygamberlere göre ise dıştaki bu evren küçük âlemdir ve büyük
âlem insanın içinde gizlidir.”
*
* * * *
“Balığın
suda yaşadığı bir gerçektir. Onlardan hangisi sudan kaçarsa balık sayılmaz.
Aynı şekilde Tanrı’ya inancı olmayan kişi de O’nun hakkında bahis açıldığı
zaman kaçar ve bu yüzden sudan (Tanrı aşkından) uzak kalmak ister. Balık ise su
yaratığı olduğu için sudan ayrılmaz; bir an ayrılsa bile yine ona döner.”
▬ ▬ ▬