BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT (George ORWELL)
Geçmişteki olaylar ve tarih için bazı kişiler “Geçmiş geçmişte kaldı. Geçmişi
bırak geleceğe bak!” derler. Dille ilgili olarak da “Nasılsa anlaşıyoruz.
Fazla sözcüğe, düzgün kullanıma ne gerek var?” diye devam ederler.
Dil ve tarihin toplum belleğindeki yeri ve önemi nedir? Bunların eksikliği toplumda ne gibi değişimlere yol açar? Dil ve tarihine sahip çıkmayan ya da çıkamayan bir toplumun bireyi olmak kâbusa dönüşebilir mi?
George Orwell, tarihi ve dili yok edilmeye çalışılan bir toplumun durumunu aktarmış. Hem de tarih vererek “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”
“Çıkardığınız her sesin duyulduğunu, karanlıkta olmadığınız sürece her hareketinizin gözetlendiğini varsayarak yaşamak zorundaydınız; zorunda olmak ne söz, artık içgüdüye dönüşmüş bir alışkanlıkla öyle yaşıyordunuz.”
Dil ve tarihin toplum belleğindeki yeri ve önemi nedir? Bunların eksikliği toplumda ne gibi değişimlere yol açar? Dil ve tarihine sahip çıkmayan ya da çıkamayan bir toplumun bireyi olmak kâbusa dönüşebilir mi?
George Orwell, tarihi ve dili yok edilmeye çalışılan bir toplumun durumunu aktarmış. Hem de tarih vererek “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”
“Çıkardığınız her sesin duyulduğunu, karanlıkta olmadığınız sürece her hareketinizin gözetlendiğini varsayarak yaşamak zorundaydınız; zorunda olmak ne söz, artık içgüdüye dönüşmüş bir alışkanlıkla öyle yaşıyordunuz.”
*
* * * *
“Kimi
zaman, insanın birine duyduğu nefreti bile isteye bir başkasına yöneltmesi de
olasıydı. Winston da, karabasan gören bir insanın ansızın yatağında doğrulması
gibi, ekrandaki yüze duyduğu nefreti arkasında oturan siyah saçlı kıza
yöneltiverdi.”
*
* * * *
“En küçük
bir yanılgıya yer yoktu. Sanki kafalarının içindekiler gözlerinden geçerek
birbirlerine akıyordu.”
*
* * * *
“Parsons,
Winston’ın Gerçek Bakanlığı’ndan iş arkadaşıydı. Şişmanlığına karşın herkesi
serseme çevirecek kadar cevval, ahmak denecek kadar gayretkeş bir adamdı;
Parti’nin varlığını sürdürmesi, Düşünce Polisi’nden bile çok, sorgusuz sualsiz,
inanan, körü körüne bağlanan böylelerine bağlıydı.”
*
* * * *
“Son
zamanlarda neredeyse tüm çocuklar korkunçlaşmıştı. En kötüsü de, Casuslar gibi
örgütler aracılığıyla sistemli bir biçimde, başına buyruk küçük vahşilere
dönüştürülmüş olmalarına karşın, Parti disiplinine en ufak bir başkaldırma
eğilimi göstermemeleriydi.”
*
* * * *
“İnsanlık
kalıtı, sesini duyurarak değil, akıl sağlığını koruyarak sürdürülüyordu.”
*
* * * *
“Her
davranışın sonuçlarını, o davranışın kendisi doğurur. Yeniden yazmaya koyuldu:
Düşünce suçu, ölümü gerektirmez: Düşünce suçunun KENDİSİ ölümdür.”
*
* * * *
“Trajedinin,
eski zamanlara, mahremiyet, sevgi ve dostluğun hala var olduğu, aile üyelerinin
nedenini bilmeye gerek duymadan birbirlerine arka çıktıkları bir zamana ait bir
şey olduğunu anlıyordu.”
*
* * * *
“Artık
korku, nefret ve acı vardı, soylu duygulara, derin ve karmaşık acılara
rastlanmıyordu.”
*
* * * *
“Parti
geçmişe el koyabiliyor ve şu ya da bu olayın hiçbir zaman olmadığını söyleyebiliyorsa, bu hiç kuşkusuz
işkenceden de, ölümden de beter bir şeydi.
Parti, Okyanusya’nın Avrasya’yla
hiçbir zaman bağlaşmaya girmediğini söylüyordu. Ama o, Winston Smith olarak,
Okyanusya’nın daha dört yıl önce Avrasya’yla bağlaşma içinde olduğunu
biliyordu. Peki, bu bilgi neredeydi? Yalnızca kafasının içinde, o da pek yakında
yok olup gidecekti nasıl olsa. Ve eğer başka herkes Parti’nin dayattığı yalanı
kabulleniyorsa – eğer bütün kayıtlar aynı masalı söylüyorsa – o zaman yalan
tarihe geçecek ve gerçek olacaktı.”
*
* * * *
“İnsan,
kendi belleği dışında hiçbir kayıt olmayınca en belirgin gerçeği bile nasıl
kanıtlayabilirdi ki?”
*
* * * *
“Geçmiş,
günü gününe, nerdeyse dakikası dakikasına güncelleniyordu. Böylelikle Parti’nin
tüm öngörülerinin ne kadar doğru olduğu belgeleriyle kanıtlanmış oluyor; günün gereksinimleriyle
çelişen tüm haber ve görüşler kayıtlardan siliniyordu. Tüm tarih, gerektikçe
sık sık kazınan ve yeniden yazılan bir palimpseste dönmüştü. Bu işlem
uygulandıktan sonra, herhangi bir çarpıtmanın yapıldığını kanıtlama olanağı
ortadan kalkıyordu.”
*
* * * *
“Tek
bilinen, kağıt üzerinde bol keseden bot üretilirken, Okyanusya halkının belki
de yarısının yalınayak dolaştığıydı.”
*
* * * *
“Gerçi
yoldaş Ogilvy diye biri yoktu, ama gazetede çıkmış birkaç satır yazıyla birkaç düzmece
fotoğraf onu var edebilirdi.”
*
* * * *
“Daha
bir saat önceye kadar kimsenin hayalinden bile geçiremeyeceği yoldaş Ogilvy
şimdi bir gerçek olup çıkmıştı. Yaşayanların değil de ölülerin
yaratılabilmesinin ne kadar tuhaf olduğunu geçirdi aklından. Yoldaş Ogilvy
şimdide hiç yaşamamıştı ama, artık geçmişte yaşıyordu; üstelik, bu sahtecilik
unutulduktan sonra, varlığı Charlemagne Ya da Julius Caesar kadar gerçek, onlar
kadar tanıtlı kanıtlı olacaktı.”
*
* * * *
“Syme,
kafaca, kötücül bir bağnazdı. Düşman köylerine yapılan helikopter baskınları,
düşünce-suçlularının yargılanmaları ve itiraflarını, Sevgi Bakanlığı’nın
mahzenlerindeki idamları konuşmaktan iblisçe bir zevk alırdı. Syme’la
konuşabilmek için, onu bu tür konulardan uzak tutmak, onu mümkünse çok iyi
bildiği ve ilginç şeyler anlattığı Yenisöylem’in teknik ayrıntılarına çekmek
gerekirdi.”
*
* * * *
“Yenisöylemin
tüm amacının, düşüncenin ufkunu daraltmak olduğunu anlamıyor musun? Sonunda
düşüncesuçunu tam anlamıyla olanaksız kılacağız, çünkü onu dile getirecek tek
bir sözcük bile kalmayacak. Gerek duyulabilecek her kavram, anlamı kesin olarak
tanımlanmış, tüm yan anlamları yok edilmiş ve unutulmuş tek bir sözcükle dile
getirilecek.”
*
* * * *
“Bağlılık
düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık
bilinçsizliktir.”
*
* * * *
görsel: john holcroft |
*
* * * *
“Winston
birden, çağdaş yaşamın asıl özelliğinin acımasızlığı ve güvensizliği değil,
yavanlığı, donukluğu ve kayıtsızlığı olduğunu fark etti.”
*
* * * *
“Eskici
dükkânının üst katındaki odanın varlığı yetiyordu. Odanın orada onları
beklediğini bilmek, orada bulunmaktan farksızdı.”
*
* * * *
“Son,
başlangıçta gizliydi.”
*
* * * *
“Anımsadığı
kadarıyla, annesinin olağanüstü bir kadın olduğunu sanmıyordu, hele zeki bir
kadın olduğu hiç söylenemezdi; yine de tümüyle kendine özgü davranışlarından
kaynaklanan bir soyluluk, bir el değmemişlik vardı onda. Duyguları sahiciydi ve
dış etkilerle değiştirilmesi olanaksızdı.”
*
* * * *
“Yaptığınız,
söylediğiniz ya da düşündüğünüz her şeyi en küçük ayrıntısına kadar
çıkarabilirlerdi; ama nasıl işlediğini sizin bile bilmediğiniz, yüreğinizin
içi, sizi korurdu.”
*
* * * *
“Sorun,
dünyanın gerçek zenginliği artırmadan sanayinin çarklarının nasıl
döndürüleceğiydi. Üretimin sürdürülmesi, ama ürünlerin dağıtılmaması
gerekiyordu. Uygulamada bunu gerçekleştirmenin tek yolu da, savaşın sürekli
kılınmasıydı.”
*
* * * *
“Felsefede,
dinde, ahlakta, politikada iki kere iki beş edebilirdi, ama iş bir top ya da
uçağın yapımına geldi mi, iki kere iki dört etmek zorundaydı.”
*
* * * *
“Kitap
onu büyülemiş, daha doğrusu düşündüklerini haklı çıkarmıştı. Gerçi bir bakıma yeni
bir şey söylemiyordu, ama çekici gelmesinin bir nedeni de buydu. Dağınık
düşüncelerini toparlayabilseydi, o da kitapta söylenenleri söylerdi.
Kendininkine benzemekle birlikte, daha güçlü, daha sistemli, daha korkusuz bir
zihnin ürünüydü bu kitap. En iyi kitaplar insana zaten bildiklerini söyleyen
kitaplardır, diye geçirdi aklından.”
*
* * * *
“Geçmişin
değişebilirliği, İngsos’un ana ilkesidir. Geçmişte olup bitenlerin nesnel bir
varlığının olmadığı, varlığını yalnızca yazılı kayıtlarda ve belleklerde
sürdürdüğü ileri sürülür.”
*
* * * *
“İnsanın
azınlıkta olması, tek kişilik bir azınlık olması bile, deli olduğu anlamına
gelmiyordu. Bir doğru vardı, bir de doğru olmayan; doğruya sarıldığın zaman,
tüm dünyayı karşına bile alsan, deli olmuyordun.”
*
* * * *
“
‘Akıllılık çoğunluğa bakılarak ölçülemez’ diye mırıldanırken, bu sözün derin
bir bilgelik içerdiğini düşünerek uykuya daldı.”
*
* * * *
“Hani,
çok güçlü bir akıntıya karşı yüzmeye çalışırken birden vazgeçip kendini
akıntıya bırakırsın ya, öyle bir şeydi işte. Değişen, yalnızca senin
tutumundur.”
▬ ▬ ▬
Kitapla ilgili yorumum:
Kitapla ilgili yorumum:
1984, distopya romanlarının ünlülerindendir.
(Karşı ütopya olarak tanımlansa da distopyanın işleyişi ütopyadan bağımsız değildir. Ütopyadan doğarak ütopyayla birlikte işlemektedir. Ütopya aslında gelecekle ilgili değil, üretildiği dönemle ilgili bir sorun ve buna dair bir çözüm içerir. Distopya da ütopya gibi üretildiği dönemden yola çıkar, farkı geleceğe dair kötü gidişat hakkında okuru uyarmasıdır. O halde her ikisi de toplumsal düzeni yaşanan dönem içerisinde algılayış biçimleriyle yakından ilişkilidir. Ütopyaların temelinde kontrol düşüncesi yatar. Var olan düzende bazı şeylerin değiştirileceği, bazılarının ise kontrol altında tutularak değişmeden kalmasının sağlanabileceği doğrultusunda bir eğilim içerir. Bu açıdan bakıldığında, distopyalar ütopyaların yoldan çıkmış hali gibidir. Distopik yapıtların temel özelliklerinden biri ise var olan toplumsal sistemlerin gelecekte totaliter diktatörlüğe dönüşme endişelerini gözler önüne sermeleridir. - Ütopya / Distopya )
“Zihinlerin karıştırılıp beyinlerin yıkanarak tek tip insan yaratma”, romanın temel konusunu teşkil ediyor. “Sözcükler” ve “tarih” toplumu doğrudan etkileyen iki değerdir. Bunların kaybı sonucunda insanların ne hale gelebileceği (getirilebileceği) tüm ayrıntılarıyla aktarılıyor.
Big Brother (büyük birader) ve düşünce polisi gibi kavramlar da yine ilk kez bu romanda kullanılmış. Tam tahmin ettiğiniz gibi evlere kameralar yerleştiriliyor ve büyük birader her daim sizi izliyor. “Biri Bizi Gözetliyor” yarışmasında olduğu gibi… Hatta size direktifler de verebiliyor. Zaten “Big Brother” yarışmaları da George Orwell’ın bu romanından esinlenerek hazırlanmış.
En çok ilgimi çeken, sözcüklerin tek anlama indirgenmesi, tarihin değiştirilmesi yolunda yapılanlardı. Kameralarla izlenme de cabası…
Eğer sosyal, politik konulardan hoşlanıyorsanız; tarih ya da edebiyat ilginizi çekiyorsa kitap sizin için doğru bir seçim olabilir.
İlginizi
çekebilir: