GÖR BENİ (Azra KOHEN)
Azra Kohen. İsmini duyduğum, merak ettiğim; ancak kitaplarını okuma fırsatı
bulamadığım isimlerdendi. Ocak ayında Ayşe Ümit Karabacak'ın youtube kanalında Azra Kohen’in yeni kitabı “Gör Beni” karşıma çıkınca, artık
zamanıdır dedim. Tesadüfe bakın ki birkaç gün sonra “okuma kulübü”ndeki
arkadaşlar da aynı heyecanla “Kitabımız geldi. Yaşasın!” demezler mi? Demek ki bu kitabı okumam artık kaçınılmazdı.
Bu arada
parantez açıp bilmeyenler için aktarayım, okulumuzda 8-10 öğretmen arkadaşın
oluşturduğu bir “okuma kulübü” var. Her ne kadar sıralı ve süreli okuma
yapmaktan pek hoşlanmadığım için kulübe dâhil olamasam da sağolsun arkadaşlar okuma
konusunda ufkumuzu açıp, ödünç verme konusunda yardımcı oluyorlar. Parantezi
kapatıp devam edeyim.
Kitabı alıp şöyle bir baktığımda özellikle arka kapaktaki
tanıtım yazısından oldukça etkilendim. Ağzımdan gayri ihtiyari şu sözcükler
dökülmüş: “Ya arkadaşlar, okuduktan sonra biriniz de beni görse!”. Arkadaşlar
arasında gülüşmeler olunca fark ettim ne dediğimi. Okuma kulübünde yer alan
zümredaşım hemen “Tamam ben gördüm seni” deyince sevindim. Mart ayının ilk haftasında kitap elimdeydi.
“Yaşamı
etkilemek, bu gezegeni her bir can için daha yaşanır kılmak ister misin?
O
zaman BİZİ hatırla.
Sadece bir zerre olduğunu unutmadan, hayatla savaşmayı bırak ve yaşama
sahip çık.”
*
* * * *
“Bilmeyenlerin
arasında bilen olmak en büyük lanetti. Dinlemeyenlerin arasında duyan olmak ise
felaketti.”
*
* * * *
“Ali ve
Derviş böyle tanıştılar. Çünkü merakları ortak olan varlıklar bir gün
birbirlerini mutlaka bulurlar.”
*
* * * *
Kitap “Selim – Ülkü” ve “İlmiye – Orhan” üzerinden ilerlemeye
başlıyor. 1930’lu yıllardayız. Cumhuriyet yeni kurulmuş ve her yenilikte,
değişimde olduğu gibi toplum büyüme sancıları çekiyor. Osmanlı torunu üst
tabaka aileye mensup Selim’le cumhuriyet aşığı, köylü kızı Ülkü. “Acaba”lar kafasında dolaşan, bilgiye aç İlmiye
ile bildiklerini sorgulamayı pek de düşünmeyen Orhan. Tüm bu zıtlıklar içinde birbirlerine giden yolları, ortak noktaları bulabilecekler
mi? Ön yargılarını kırıp çatlak seslere kulaklarını tıkayıp kendi benliklerine ve birbirlerine ulaşabilecekler mi? İşte kitap bu değişim, dönüşüm üzerine. En yakına yani
kendimize varamazsak başkasına nasıl ulaşabiliriz? Düşünmek, gelişmek, büyümek
yaşamın temeli değil mi?
“Bazılarınız
kibar olmak için Musevi diyorlar, ancak bu söylem tüm Yahudileri kapsamaz,
çünkü Musevi Musa’dan gelen Musa’nın takipçileri demek, yani Musa peygambere inanmış,
onun kurallarına uymayı seçmiş kişiler Musevi’dir. Yahudiler ise henüz Musa
peygamber doğmamışken var olmuş bir topluluğun adıdır, yani bir ırktır.
Yahudiler, Araplar gibi, Sami ırkına mensupturlar.”
*
* * * *
“Hıristiyanlık,
İsa öldükten 325 yıl sonra, Roma İmparatoru ve pagan olan Konstantin tarafından
din olarak kabul edildiğinde Yahudiliğin bir kolu olmaktan çıkmış, tek başına
bir din olarak resmiyet kazanmıştır.”
*
* * * *
“İnsan,
insanlığın geçmişini bilmeden neye varması gerektiğini nasıl bilsindi?
Merakla
gidiliyordu varılması gereken her yere. İşte bu yüzden neyi merak ettiğimiz
karakterimizin temeliydi.”
Kitapta İlmiye ve Orhan’la birlikte Hıristiyanlık, Musevilik;
Sümerler hakkında pek çok şey öğreniyoruz. Azra Kohen yararlandığı kaynakların
bir kısmını dipnot olarak belirtmiş. Bilgileri kitaba o kadar doğru bir
kurguyla yerleştirmiş ki sıkılmadan takip edebiliyorsunuz.
(Kitapla ilgili ayrıntılar yazımın sonunda “Kitap Hakkında Kim Ne
Demiş?” bölümünde.)
*
* * * *
“Sen,
insan olmayı başarabilmek için doğduğunu anlamadıysan, hangi dine inandığının
hiçbir anlamı yok.”
*
* * * *
“Yaradan’ın
suretinde yaratıldığını, onu temsil ettiğini, yaşama duyduğun saygının ölçümü
için burada testte olduğunu unutmayacaksın. İlla taraf tutacaksan tek bir taraf
olduğunu, yaşamın tarafında olman gerektiğini unutmayacaksın! İnsan olmak, asıl
önemli olanın ne olduğunu anlamakla başlar ve asla unutmamakla şekillenir.”
*
* * * *
“Suudiler
çölde çadırlarda dağınık kabileler halinde yaşadıkları 1905’ten beri öyle sıkı
fıkıydılar ki İngilizlerle, İslam anlayışları Vahabilik adı altında
İngilizlerin öncülüğünde gelişmişti.”
*
* * * *
“Bunu
söyleyeceğinizi biliyordum. Çünkü sizin yönetiminiz çevresindekilerin
cahilliğinden beslenir durur. Bilgiyi ortaya çıkarmaya çalışanlarla dalga
geçmek atalarınızın keşfettiği bir yöntemdir. Pek de işe yarar, çünkü birini
susturmanın en kısa yolu onu utandırmaktır.”
*
* * * *
“Şeklin
ötesindekini göremeyenler en önemli anlamlara hep kördüler.”
*
* * * *
“Aslında
aynı soydan geldiklerimizle değil, aynı soruları sorduğumuz insanlarla birdik.”
*
* * * *
“Sevgide
buluşabilenler konuşmadan anlaşırlardı.”
* * * * *
“Söylenmiş
yalanlara hayretin olmadığı yerde adalet biterdi, o yerler hep cehennemdi.”
*
* * * *
“Tüm
öğretiler bizlerin insana dönüşmesi içindir.”
“Sorgulamak” anahtar sözcük belki de. Kendimizi sorgulamak,
bildiklerimizi sorgulamak, çevremizi, hayatı sorgulamak… Anlamadan, dinlemeden,
öğrenmeden kendimizi nasıl geliştirebiliriz? Kendimizi geliştiremezsek çevreye
nasıl katkı sağlayabilir, dünyamızı nasıl güzelleştirebiliriz? Nasıl “insan” olabiliriz?
*
* * * *
“Çocukların
ilgisi bir öğretmen için yaşam enerjisi gibiydi.”
*
* * * *
“Olacağımız
kişiyi seçe seçe, olduğumuz kişiye gelmemiş miydik?”
*
* * * *
“Hayat
en çok da umursamamayı öğretiyordu, sürekli bir saldırı altında kalmışlara.”
*
* * * *
“Biz
çoğaldıkça hanımefendiliğin sınırları genişleyecek ve bir gün herkes anlayacak
hanımefendiliğin pantolon giymekle kaybolmadığını ama şirret olmakla
bozulduğunu.”
*
* * * *
“Denge,
etrafımızda olan her şeye rağmen olmamız gereken kişiyi unutmamak değil miydi?
Anlamak gerekirdi. Kendini anlattığın gibi değil, karşındakinin yorumladığı
gibiydi onun zihnindeki izin.”
*
* * * *
“Toplumları
halk yapan şey ortak geçmişleridir. Ortak geçmişlerini yeniden yazabilirsen
onları istediğin yere güdebilirsin. Eğer nereden geldiklerini bilmezlerse,
gittikleri yerin daha iyi mi, kötü mü olduğunu ölçemezler. Ölçümün olmadığı
yerde şikâyet olmaz! Sorumlu aranmaz!”
*
* * * *
“Hissizlik,
yaşanmış travmalara zihnin verdiği en büyük tepkiydi, binayı yangından korumak
için atan asfalyalar gibiydi bilinç. Ağır bir yükle karşı karşıya geldiğinde
kırılmamak için kapatıyordu analizi ve dinlenmeye alıyordu bedeni.”
*
* * * *
“Uzun saçının
örgüsünde sanki isyan vardı, üzerindeki tuhaf kıyafetin temsil ettiği her şeyde
sanki dinlemeye doyulamayacak bir hikâye vardı, ata binişindeki ahenkte gerçek
bir karakter vardı…”
*
* * * *
“Binlerce
yıldır ezilmiş, hakkı yenmiş, hor görülmüş, alınmış, satışmış, tecavüz edilmiş,
susturulmuş, insanlığı unutturulmuş kadına, insanlığın anasına taraf olmak
yerine, erkeğin ilgisinde hayatı bulmaya çalışmaktan kaybolmuş, ilgiye bağımlı
ve daha fazla ilgi için hemcinsi ile kapışmaya, karalamaya, aşağılamaya hazır
sahte kadınlar!”
Kadın dediğimiz çalışan, üreten, yetişen, yetiştiren kadınlar… O
kadınlar ki tahsili ne olursa olsun bilgiye, yeniliğe, düşünmeye, düşündürmeye
açık… Kendini geliştirirken etrafına da ışık saçan, destek veren kadınlar.
Benim
için o örnek kadınlardan biri de kendisinden televizyondaki bir program vasıtasıyla
haberdar olduğum Ümmiye Teyze’dir. Aşağıdaki videonun fazla söze gerek bırakmadığını
düşünüyorum.
*
* * * *
“İnsan
gözlerinde duygu sızdıran bir varlıktı. Duygularımız içimize fazla geldiğinde,
dolup taştığında gözlerimizden akar, sanki dünyaya saçılırdı…”
*
* * * *
“Sevgi
sabırdı, inançtı, hissetmekti, anlamaktı.”
*
* * * *
“Çocuklar
aslında bilgiye daima hazırdılar, toplum onları deforme edene kadar.”
*
* * * *
Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)
Acaba şimdi ne olacak diye, neredeyse, elimden bırakamadığım, merakla
okuduğum bir kitaptı. Yukarıda sözünü ettiğim okuma kulübü de aynı merak ve
beğeniyle sohbetlerine bizi de katmış olacak ki benim dışımda üç arkadaş
daha kitabı okumaya başladı. Yalnız bir arkadaşta fire verdik. O da hikâyenin
daldan dala gitmesiyle başının döndüğünü söyledi. Azra Kohen kitabın başında
Selim-Ülkü hikâyesiyle İlmiye-Orhan hikâyesini farklı kanallardan açıp sonra
bir araya getiriyor. Bu da tezcanlı arkadaşımızın biraz aklını karıştırdı
diye düşündük. Demek ki “Gör Beni” biraz ihtimam isteyen bir roman.
Ne de olsa yaşama, sevgiye, tarihe dair pek çok ipucu içeriyor.
Kitabın kurgusu kadar kitaptaki isimler de dikkat çekiciydi
benim için. Bir anlamda cumhuriyeti temsil eden “Ülkü”, Sümer tabletlerine ve
bilime ilgi duyan “İlmiye” isim olarak bana ister istemez Atatürk’ün manevi kızı Ülkü’yü ve
Sümerolog “Muazzez İlmiye Çığ”ı anımsattı.
Yazımın başında kitabı Ayşe Ümit'in kitap tanıtımında gördüğümü belirtmiştim. Kitap henüz yeni sayılır
bu sebeple bloglarda bir tanıtım ya da eleştiri yazısına rastlamadım. Ben de ilk defa bir tanıtım yazısına değil, bir tanıtım videosuna
bağlantı veriyorum: "Gör Beni - Kitap İncelemesi" Ayşe Ümit, kitapta yer alan müzik önerileriyle ilgili bir de “Gör Beni Müzik Listesi”
hazırlamış. Kitabı henüz okumadıysanız yeri geldikçe, müzikleri buradan dinleyebilirsiniz.
“kitap pınarım”ı devamlı
takip edenler bilirler. Ben bir kitabı okumadan önce sadece konusuna bakarım.
Kitapla ilgili eleştiri ve yorumlar ise kitabı okuduktan sonra gelir benim
için. “Gözden kaçırdığım, fark etmediğim neler var acaba” düşüncesinden kaynaklanıyor
sanırım bu da. Ne de olsa her kitap farklı okurlarda farklı anlamlar kazanıyor tüm ortaklıkların dışında.
Bu yazıyı hazırlarken karşıma çıkan bir diğer tanıtım videosu da Mine Oral'dan: "Gör Beni Kitap Önerisi". O da yorumunda
kitabın sadece bir aşk hikâyesi olmadığını vurgulamış. Bu konuda ben de kendisiyle hemfikirim. Pek çok şey içiçe geçmiş bu romanda. Tıpkı hayat gibi.
Mine Oral'ın tanıtımında dikkatimi çeken ifadelerden biri de “popüler roman”lar üzerine
yaptığı açıklama oldu. Ben de bir kitabı popüler olduğu dönemde okumaktan pek
hoşlanmıyorum. O kadar çok konuşulur ki kitap hakkında, benim de kitabı okuma
isteğim körelir. Hatta bu kitabı da popüler olmasına ramak kala okuyup
bitirdiğim için kendimi şanslı saymıştım. Çünkü Mine Oral'ın da belirttiği gibi
gayet bilgi dolu, düşündürücü bir roman. Popülerlik kazanmış tüm romanlar
“boş”tur, okunmaz gibi bir düşüncem olmadı hiçbir zaman; ama yine de bir kitabı
ortalık çalkalanmadan ya da sakinledikten sonra okumayı her zaman tercih
edeceğim galiba.
Berna
Laçin’in Azra Kohen röportajını okumak isterseniz: “Azra Kohen ile ‘Gör Beni’diyen sokaklarda…”
Bu
arada romanın konusunun verildiği birkaç yazıda daha roman kahramanları Selim, Ülkü, Dudu, İlmiye olarak verilmiş.
Spoiler vermemek adına açıklama yapmak istemiyorum ama bu şekilde bir ayrıma
kitabı okuyan biri olarak pek de sıcak bakmadığımı ifade etmeden geçemeyeceğim.
Kitaba ve hayata
dair bir Azra Kohen röportajı dinlemek isteyenler için: “Yazarın Dilinden
– Gör Beni”
“Bilgili olan insan manipüle edilemez
Kitabı okuduğum dönemde dilime dolanan parça:
“Bilgili olan insan manipüle edilemez
Anladığımız zaman anlayış geliyor
Zihnime yararı olmayan her şeye kendimi kapattım
Hayata katkımız olsun” (Azra Kohen röportajından)
“Gör Beni”yi okuyan ve aşk hikâyesinin ardında anlatılanlarla da ilgilenenler için benim kitap önerilerim:
Kitabı okuduğum dönemde dilime dolanan parça:
Görelim, dinleyelim, araştıralım, öğrenelim, düşünelim, anlayalım.
Hep birlikte yaşama sahip çıkalım, gökkuşağının o güzel, renkli birlikteliğini yeryüzüne taşıyalım.
Hep birlikte yaşama sahip çıkalım, gökkuşağının o güzel, renkli birlikteliğini yeryüzüne taşıyalım.
▬ ▬ ▬