AKSARAY'DAN BİR PERİHAN (Suat DERVİŞ)

8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nü geride bıraktığımız bu pazar, Türk edebiyatının kadın yazarlarından birine yer vermek istedim. Seçtiğim yazar Suat Derviş, kitabı ise “Aksaray’dan Bir Perihan”. Suat Derviş adını üniversite yıllarından biliyorum. Günümüzün kadın hareketleriyle son yıllarda ismini daha sık duymaya ve görmeye başladığım bir yazar. Birkaç ay önce bir vesileyle gözüme çarpan “Aksaray’dan Bir Perihan” adlı kitabı, ismiyle dikkatimi çekti. Kütüphanemi âdeta onurlandıran kitap İthaki Yayınları’na ait. Mayıs 2014 tarihli birinci baskı.



Suat Derviş kimdir sorusuna, kitabın ilk sayfasındaki biyografisiyle cevap vermek istiyorum. Nâzım Hikmet’e “Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını; / Bir kere eğemedim bu kadının başını” mısralarını yazdıran kadın, Suat Derviş.



Suat Derviş ile ilgili daha detaylı bilgi ve yukarıda dizelerini verdiğim şiirin tamamı için: "Türk Edebiyatında Bir Kadın: Suat Derviş"
Bir başka yazı: "Başını Eğmeyen Kadın: Suat Derviş"
Ali Lidar'ın "Hayata Rağmen Edebiyat" kitabında da yer verdiği Suat Derviş'le ilgili detaylı bir başka yazıyı da şu bağlantıdan okuyabilirsiniz: "Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını..."

Kitap Erol Köroğlu’nun sunuş yazısıyla başlıyor. Köroğlu bu bölümde önce roman hakkında kısa bilgi veriyor. Basım sürecinden söz ediyor. Ardından dönemin yaşam tarzının kısa bir değerlendirmesini yapıp bunu romana yansımasını değerlendiriyor. Bu sayfalarda en çok dikkatimi çeken, romanın 60’lı yıllarda tefrika halinde yazılması ve 90’lı yıllara kadar gazete sayfalarında kalmış olması. Arşivlerimizde kim bilir ne hazineler saklı da henüz haberimiz yok.
Bu arada tefrika roman hakkında bir hatırlatma yapacak olursam, bu romanlar genellikle gazetelerle fasikül olarak veriliyordu. Böylelikle devamlılık sağlanıyor, okur merak duygusuyla gazeteyi alıp hem hikayeyi takip ediyor, hem de gazetedeki haberleri okuyordu.

“Bu tuhaf başlıklı roman aslında bir gazete tefrikası, bir tefrika romanıdır. 17 Aralık 1962 ile 22 Şubat 1963 tarihleri arasında Gece Postası gazetesinde tefrika edilmiş ve Zehra Toska’nın yayıma hazırlamasıyla Oğlak Yayınları tarafından 1997’de kitaplaştırılmasına kadar gazete sayfalarında kalmıştır. (Sunuş – Erol KÖROĞLU)”

                                               * * * * *

“Bu roman kimine önemli, kimine önemsiz gelecektir. Seveni sevmeyeni, önemseyeni küçümseyeni olacaktır. Açıkçası ben bu romanı seven ve önemseyen okurlardanım. Nitekim bu nedenle bu sunuş yazısını yazmayı kabul ettim. Bununla birlikte, Aksaray’dan Bir Perihan’ın büyük bir roman olduğunu da düşünmüyorum. Bu, okuyunca hayatlarımızı ve zihinlerimizi allak bullak edecek, edebiyat tarihi algımızı yeni baştan düzenleyecek, her nasılsa unutulmuş bir başyapıt değil. Hatta hacmi ve kapsamıyla belki bir roman değil de bir uzun hikâye, bir novella olduğunu bile düşünebiliriz. Ancak bu dış görünüme ve sorunlarına rağmen pek çok açıdan önemli bir romanla, roman biçimine özgü özelliklere sahip bir anlatıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. (Sunuş – Erol KÖROĞLU)”

Bu romanı önemli bulanlar grubundayım. Yazıldığı dönemi başarıyla yansıttığını düşünüyorum. Roman kahramanları da keza öyle. Sosyal ve ruhsal çözümlemeleri gayet başarılı buldum. Bu yüzden romanı sevenler grubuna da dâhil edebilirim kendimi. Ancak çoğu yerde kişisel ya da toplumsal zaaflarımızı yüzümüze vurduğu için eseri sevmeyenler de olabilir. Ama bu yüze vuruş Suat Derviş’in kaleminden o kadar naif bir şekilde aktarılmış ki benim hoşuma gitti.
Edebi açıdan değerlendirmek gerekirse Erol Köroğlu’yla aynı görüşleri paylaşıyorum. “Muhteşem, fevkalade, edebiyat çınarı” gibi ifadeler bu eser için uygun değil kanımca. Novellaya yakın, sosyal ve kültürel aktarımlar açısından başarılı bir eser denebilir. Edebiyat alanında eser ya da sanatçıları keskin çizgilerle adlandırmak, gruplandırmak uygun mudur diye hep düşünmüşümdür. Bizi bize anlatan; aynayı yüzümüze, toplumumuza çeviren bir ayna diyebilirim bu kitap için.

                                               * * * * *
Kitabın arka kapağında yer alan özet

“Bizi çirkinleştiren veya utandıran şeyleri düşünmemek en hayırlısı değil miydi?”

                                               * * * * *

 “Nuri hiçbir zaman onu hakikatte olduğu gibi görmeye çalışmamıştı; onu görünmek istediği tarzda görüyordu. Ve bu haliyle Nuri’nin üstünde bir tesir yapıyordu.”

                                               * * * * *

“Bütün bunların Nuri nazarında hiçbir kıymet ifade etmediğini anlayamıyordu. Ve menşeini yalanla saklayabileceğini zannediyordu. Hâlbuki lisanı, kullandığı kelimeler, ifade ettiği düşünceler, oturuşu, kalkışı, giyinişi, her şeyi onun nereye mensup olduğunu açıkça gösteriyordu.”

                                               * * * * *

“Nikâh merasimi bütün aile için bir zaferdi. Onun için bu zaferi görüp çatlasınlar diye bütün ahbap ve dostlarını, bütün akrabalarını ve mahalle komşularını nikâh dairesine çağırmışlardı. Senelerdir alınacak bir hıncı varmış da sanki o gün bu insanlardan bunu çıkarabilmiş gibi Perihan’ın içinde o gün öyle bir ferahlık vardı ki…”

                                               * * * * *

“Perihan her zaman olduğu gibi görünmekten çekinmeyen bu kadına müthiş içerliyordu. Kendisi menşeini, sınıfını, terbiyesini, görgüsüzlüğünü bir suç telakki edip mütemadiyen başka türlü görünmeye çabalarken, Pakize’deki bu babayanilik ona inanılmaz bir nefis emniyeti gibi geliyor, bu fütursuzluğundan dolayı, kendini onun yanında küçük hissettiği için ondan nefret ediyordu.”

                                               * * * * *

 “Pakize’nin etrafını saran arkadaşları Perihan için birtakım geveze, işsiz güçsüz kimselerdi. Her akşam gelip çene çalmaktan başka bir dertleri yok görünüyordu. Nuri’yi de kendisinden zaman zaman uzaklaştıran bu münakaşaların kıymeti neydi? Böyle konuşarak dünyayı onlar mı idare edecekler, sanata, edebiyata yeni bir istikamet mi vereceklerdi? Perihan için onlar saçmasapan konuşan ve üstlerine ait bulunmayan şeyler için çene yoran gevezelerdi. Onlar sevmiyorlar diye harbe son mu verilecekti? Hitler iktidardan mı düşecekti? Bütün konuştukları şeyler bir incir çekirdeğini doldurmazdı onların. Perihan onlar hakkında böyle düşünüyordu.”

Perihan ve Nuri’nin ruh halleri, yaşantıları; kültürel farklılıklarından ve ekonomik ihtiyaçlarından kaynaklanan çatışmaları kitapta başarılı bir şekilde aktarılmış. Nuri’nin akrabası Pakize’nin naifliği karşısında Perihan’ın kaba tavırları daha da dikkat çekici hale gelmiş.

Romanı okurken sadece Perihan, Nuri ya da Pakize’yi görmüyoruz aslında. Bu üç isim üzerinden günümüz insanını, çevremizdekileri hatta belki de kendimizi buluyoruz romanda. Para, lüks yaşam, şatafat, hırs, dedikodu gibi insanlık hallerinden yola çıkarak şeref, namus, alçakgönüllülük, yardımseverlik gibi kavramları sorgulamaya başlıyoruz. Kimiz, neredeyiz, ne yapmak nasıl biri olmak istiyoruz?

                                               * * * * *

“Perihan bütün cahiller gibi kendi nokta-i nazarını doğru bilir ve onda inatla ısrar ederdi. Bu bir muhakeme ve bilgi zaafı olduğu kadar zekâ noksanıydı. Başkalarının ileri sürdüğü delilleri anlayamazdı ki kabul etsin.”

                                               * * * * *

“Ankara’nın hali vakti yerinde insanları arasına girmek için Perihan’ın gösterdiği tehalük, bir büyük memur veya bir banka müdürünü ve karısını evlerine davet edebildikleri zaman hissettiği gurur, bu ahbaplıklara verdiği ehemmiyet ve bunu başkalarına anlatarak övünüşleri Nuri için tahammül edilmez şeylerdi.”

Kitabın sonundaki "sözlük" 
Nuri’nin, karısının isteklerine boyun eğer bir hal alması, Perihan’ın yeni katıldığı çevreye uyum sağlayamaması müthiş bir gözlem gücü ve tahlillerle aktarılmış.  
             
Kitapta üç ana hikâye var diyebiliriz. Bu hikâyeler, yaşanmışlıklar; Nuri, Perihan ve Gülter Dadı’ya ait

Karakterleri, çevre şartları, karşılaşmış oldukları kişiler onların hayatlarını nasıl etkileyecek.  Birbirlerini nereden nereye taşıyacaklar, bu değişiklikler onların lehine mi aleyhine mi olacak?

Edebi anlamda beklentisini yüksek tutmayan, gözlem gücüyle ve tahlillerle kotarılmış başarılı diyebileceğim bir hikâye okumak isteyenlere tavsiye edebilirim “Aksaray’dan Bir Perihan”ı.  

                                               * * * * *

“Perihan da eğer Nuri’ye rastlamamış olsaydı, bugünkü kendinden emin ve şımarık kadın olmazdı. O nasıl Nuri’yi değiştirmişse, Nuri de bugünkü Perihan’ı yaratmıştı. Onun bütün haşinliği, hodbinliği, harisliği, iyi bir toprak bulmuş bir muzır ot gibi Nuri’nin iradesizliği, zaafı ve müsamahasını bulunca gelişmişti. Nuri’den evvel hiçbir erkek onun gururunu böyle tatmin etmemişti. Perihan, Nuri’ye neler borçlu olduğunu biliyordu. Fakat bunu bilmekle beraber yine de onu daha fazla emrine almak arzusundan vazgeçmiyordu.”

                                               * * * * *

“Kuru bir gülüşle güldü, sonra yüksek sesle düşünmeye devam etti:
— Evet, dünya çok güzel. Eğer bir şey güzel olmazsa, o bizim kabahatimiz. Benim, senin kabahatimiz.”
                                              

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ