OKUMAK VE YAZMAK (Semih GÜMÜŞ)

Kitap okumayı sever misiniz? Hangi tür kitaplardan hoşlanırsınız? Yılda kaç kitap okursunuz? Beğendiğiniz kitaplar hangileri? Klasiklerden hangilerini okudunuz?
Bu sorular böyle uzayıp gider. Semih Gümüş’ün “Okumak ve Yazmak” adlı kitabı da bu noktada imdadımıza yetişiyor.
Kitabı okurken “okumaya dair” kafama takılan bazı soruların cevabını buldum. Tabii aklıma yeni sorular da takılmadı değil. Ara sıra dönüp bakacağım bir başucu kitabı oldu benim için. Kitapla ilgili ön bilgi için: Okumak ve Yazmak



Semih Gümüş eleştiri yazılarıyla tanıdığım bir yazar. Üslubunu ve eleştirilerindeki naifliği beğeniyorum. Daha önce ismini duymadıysanız ya da “edebiyat” hakkındaki görüşlerini merak ediyorsanız: “Edebiyat toplumun yaşayanbelleğidir” başlıklı yazıya bir bakın derim.

Kitap “okumak” ve “yazmak” başlıkları altında iki ana bölümden oluşuyor. Her bölümde alt başlıklar yer almakta. Alıntıları aktarırken bu alt başlıklara da yer verdim, bir fikir edinmeniz açısından.
Kitap, yukarıda da belirttiğim gibi tekrar tekrar okunacak bir başucu kitabı. Hatta gerektiğinde ele alınıp incelenecek bir başvuru kitabı da diyebiliriz.
Semih Gümüş kitabında okuduğu kitaplardan yola çıkarak; kitap, okumak; yazı, yazmak kavramlarıyla ilgili düşüncelerini dile getirmiş.

“Edebiyat, gerçek hayatta hiçbir zaman göremeyeceği hayatları insanın düşlerine sokarken benzersiz dünyalar kurmasına, kendisini o dünyaların parçasına dönüştürmesine neden olur. (Okumanın ve Yazmanın Sırrı [Sunuş])”

                                               * * * * *

Don Quijote ya da Shakespeare’in oyunları dört yüz yıl boyunca tek sözcüğü değişmeden yaşamayı sürdürüyorsa, bundan daha sağlam bir hayat alanı var mıdır. Demek edebiyat, dünyanın sürekliliğini sağlayan, birbirinden habersiz kültürleri ve kuşakları birbirine bağlayan, geçmişte bir hayat olduğunu bize hatırlatırken gelecekteki hayatımızın ipuçlarını daha o görünmeden bize verebilecek tek güçtür. (Okumanın ve Yazmanın Sırrı [Sunuş])”

                                               * * * * *

“İyi okur hep yazarın yanında durur. Onu izler, bazen onun yerine söz alır, yazarının tamamladığı yerden alır metni ve kendisinden başka hiç kimsenin düşünmediği yerlere uçurur. (Okumadan Okumaya)”

                                               * * * * *

“Okumakla bağları kopmuş iyi okurların can damarı kesilmiş gibi olur, sonrasına yaşamak denmez. Gerçekten. (Okumadan Okumaya)”

                                               * * * * *

Semih Gümüş'ün kitap seçkisinden
“Tam tersine, her türlü anlayışa açık olup çok çeşitli anlayışlardan yazarları okumak, yazarken etkileneceksem okuduklarımdan, beni etki altında kalmaktan daha çok korumaz mı? Hep aynı kişiye bakmak insanın kişiliğini de o kişininkine benzetir – çok çeşitli kişiliklerle yaşamak kendi olma zorunluluğunu nasıl dayatır, koşullarını nasıl oluşturursa.
Dolayısıyla okuduklarımız çoğaldıkça, aldığımız etkiler belirsizleşmeye başlar. (Peki Neleri, Nasıl Okumalıyım?)”

                                               * * * * *

“Tam orada, bütün kitapları birbirinin kopyası gibi okumak: dünden bugüne, asıl sorun bu. Okuduğunuz metnin anlamlarının ötesine geçip, bir de şu var, diyememek, bütün kitapları aynı hizaya sokar. Oysa onların hiçbiri öbürüne benzemez. Okuduklarımın iyi ve kötü yanlarını nasıl ayırt edebilirim? Sorun şu ki, bunu yapmayı da kimse öğretemez. (Peki Neleri, Nasıl Okumalıyım?)”

Ne yazık ki özellikle son yıllarda gözlerimizi sayfada gezdirip sözcükleri okuyup “okuduğumuzu zannettiğimiz” bir dönemdeyiz. Öğrencilerimden şu sözü son zamanlarda oldukça sık duymaya başladım. “Bir şey anlamıyorum; ama okuyorum.” Satıhta kalan düz okumalar son yıllarda artmaya başladı. Eğitim sistemi, değişen çağ, ilgi alanlarının değişmesi, koşuşturmayla geçen günler ve daha birçok sebep başta gençler olmak üzere pek çoğumuzun okumayla ilişkisini zedeliyor kanısındayım.

                                               * * * * *

“Yazdıklarından hoşnut olma hali, yazarı edebiyattan uzaklaştırıp yazıcı yapar. Edebiyatın derin sularında yaşamanın sırrını öğrenemeyenlere de, yazmayı bırakmaları önerilebilir. (Peki Neleri, Nasıl Okumalıyım?)”

                                               * * * * *

“Popüler romanların yeniden okunması pek düşünülemez; anlatılan hikâyeyi herkes anlıyorsa, niçin yeniden okunsun ki. Oysa Faulkner’ın Kutsal Sığınak romanını ya da Bilge Karasu’nun Kılavuz’unu çeşitli zamanlarda yeniden yeniden okuyan her okur, önceki okumalarda göremediği ayrıntıları görmenin yazınsal hazzını her zaman yaşar. (Peki Neleri, Nasıl Okumalıyım?)”

                                               * * * * *

“Baktıklarımızın, bizim gördüklerimizden başka yanları da olduğunu anlatır edebiyat. Kuşkuları ve soruları çoğaltır, dolayısıyla insanın düşünme biçiminin niteliğini yükseltir. (Okumaya Övgü)”

Düşünme ve soru sorma yeteneğimizi geliştirmek için okumamız gerekir, diyoruz. Diyoruz da… Yine okuldan, öğrencilerden örnek vermek isterim. Velilerin de etkisiyle pek çok öğrenci sınıftaki okuma, dinleme, konuşma gibi çalışmaları “dersi kaynatmak” olarak algılıyor. Bu çalışmalardan birini yaptığımızda sık sık “Hocam derse ne zaman geçeceğiz?” sorusuyla karşılaşıyorum. Edebiyat dersinin farklı disiplinleri bir arada bulundurduğu çoğu zaman göz ardı ediliyor maalesef. 
                                               * * * * *

“Yavaş yavaş, anlayarak okumak, işte bu, bulunmaz dünyalar açar insanın önüne. Hızlı okumak hızlı trenle uçup gitmek gibidir, nereden nereye gittiğinizi bile anlayamazsınız. Giderken kaçırdığınız manzaralar kavruk kalmanıza neden olur, oysa yavaş yavaş okumak, verilmiş anlamların arkasına saklı tutulan anlamları da bulup çıkarmak, o kitabı ilk algınızdan bambaşka gösterir. Bu fırsatı kaçırmamak için yavaş okunmalıdır kitap. (Okuma İlleti)”

Okullarımız, öğrencilerimiz, velilerimiz belki de bu “okuma tarzı” ve “anlayışı”nın ne kadar değiştiğine en güzel örneği teşkil ediyor benim için. “Okuması kolay, anlaşılır bir kitap olsun” ifadesi son yılların popüler cümlelerinden. Ben bile kitap tanıtımlarını yaparken bu taşa takılıyorum çoğu zaman. Belki kitap okunur en azından ilgi çeker diye. Hâlbuki önemli olan “okunması” mı, “anlaşılması” mı? Ya da duygusal, sanatsal olarak bize bir şeyler katması mı?
Ama ne de olsa hız çağındayız. “Doktorda sıramı beklerken okudum. Hemen bitti. Zaten 120 sayfa. Siz de okuyun” cümleleri hızımızı daha da arttırmak istememize yol açıyor belki. “.... Hanım/Bey, günde bu kadar sayfa, ayda bu kadar kitap okumuş. Ben de okumalıyım.” cümleleri ise bizim için sert bir kaya olsa gerek. Ama üzmeyelim kendimizi. Ne de olsa günümüzde “nitelik” değil “nicelik” önemli. Okurken zahmete girmek istemiyoruz; kafayı çalıştırmak, düşünmek, hayal etmek, metni zenginleştirmek… Ama o zaman çocuklarımıza da kızmayalım lütfen; okumuyorsun, okuduğunu anlamıyorsun diye.

                                               * * * * *

“Sessizlik, derin okumanın olmazsa olmaz koşullarından sayılır. Ortalık yerdeki bir kafede okuduğunuz kitabınıza gömüldükçe gömülün, gene de sessizlikteki verimli okumayı yakalamanız olanaksızdır. (Okumanın Sırları)”

Gençlerin bir kısmı kulaklıkla müzik dinleyerek okuma yapmaya alıştıkları için sınıf içerisinde sessiz ortamda okuma güçlüğü çekebiliyorlar zaman zaman. Ama benim en başarılı bulduğum grup bazı öğretmen arkadaşlarda da gözlemlediğim yeteneğe sahip olanlar. Öğretmenler odasındayız. En az on beş kişi oturmuş küçük gruplar halinde sohbet ediyor, o karmaşanın içinde –  bana göre “kahraman”  –  bir arkadaşımız kitap okuyor. Hem de ara ara sohbete katılıp ardından kitabına devam ediyor.

                                               * * * * *

“Ama asıl büyü cümlede ve cümlenin öznesi ile yüklemi ve öteki öğeleriyle oluşturduğu yapıda değil, daha büyük ağırlıkla, sözcüklerdedir. Sözcük dağarı işte bunun için yaratıcılığın sözü edilip geçilecek bir parçası değil, ateşleyicisidir. (Yazmakla Okumak Arasında)”

                                               * * * * *

“E-kitap hayatımıza, kitap okuma zevkimizi artırmak için değil, her koşulda kolaylaştırmak için girdi. Binlerce kitabı elinizde taşıyabileceğiniz bir küçük cihazdan söz ediyoruz. Dile bile kolay değil, insan inanamıyor. Bunun olağanüstü olduğunu yadsımayalım. (Edebiyat Olanla Olmayan)”

                                               * * * * *

Yukarıdaki resmi beğendiyseniz resme
tıklayın
“Okusun da ne okunuyorsa okunsun, iyimserliği kırk yıl önce de vardı ama bir adım attıramadı: Nasıl bir çöküştür bu. (Okur Olana Bir Bavul Kitap)”

Okuma konusunda gençlerin özellikle alt sınıflarda biraz daha özgür bırakılması taraftarıyım. Bilhassa 8, 9 ve 10. sınıf öğrencilerine yapılan dayatmalar gençte tam tersi bir etki yapabiliyor. Okuyacağı varsa bile okumaktan uzaklaşıyor. Bu, okumanın başıboş bir şekilde gerçekleşmesi anlamında değil tabii ki; ama “okuma serüveni” uzun bir süreç. Karşılıklı çaba, anlayış, çalışma gerektiriyor ve maalesef artık çoğu kimsenin vakti yok bu karşılıklı çabayı göstermeye.

                                               * * * * *

“Toplumsal bağlanma bireyliği parçalarken duyarlığı örseler, insanı incitir. Gün olur, ışığını söndürür insanın. (Yazar, Ne Yazar…)”

                                               * * * * *

“Eco, Madam Bovary ya da Anna Karenina’nın yazgısına ağlayan okurun durumunu değerlendiriyor. Güzel konu. Gerçekte olmayan kişilerin gerçek olmayan hikâyelerine ağlıyorsak, edebiyatın gücünü düşünebiliyor musunuz? Bunu bildiğimizi varsaymayalım, yeniden düşünelim. (Romancının Sırları)”

                                               * * * * *

“Oysa bugün, okuduğu metinleri biraz zor anlaşılır bulur bulmaz, böyle yazılmaz, diyenler; okuduklarımdan bir şey anlamadım, anlaşılması güç metinler yazmak anlamsız, diyenler. Pek çoklar. Anlaşılır olmak. Anlaşılır olmak ya da olmamak, edebiyatın ölçütü değil. (Yazmak Ümit Kırıcı)”

                                               * * * * *

“Yalnızca görüneni anlamaktan hoşnutluk, edebiyatın özüne bakanlara tiksindirici bile gelebilir. (Yazmak Ümit Kırıcı)”

                                               * * * * *

“Gülün Adı yayımlanıp milyonlarca okurun ilgisiyle karşılaştıktan sonra, birçok okurun romandaki manastırın yerini bulmak için geziler düzenledikleri bilinir. Eco öylesine inandırıcı bir ortaçağ manastırı anlatmıştır ki, bu arada romanın başında manastırın bir de krokisi verilince, kurmaca hikayenin gerçek olduğuna inanılmıştır. Bunu romanın okuru aldattığı biçiminde mi açıklayacağız şimdi? Yoksa iyi bir romanın gerçekten daha gerçek olduğuna inandırdığı biçiminde mi yorumlayacağız? (Yaratıcı Yazı ve Gerçeklik)”

                                               * * * * *

“İyi bir öyküden ya da romandan ne anladığınızı karşınızdakine anlatabilir misiniz? Bir ölçüde ama size asıl kalanlar da açıkça anlatılamayanlardır. Metnin verdiklerinden başka kendi anladıklarının paylaşılmasına pek yanaşmaz okur. (Yaratıcı Yazının Yolları)”

                                               * * * * *

“Bir gazete yazısı ya da bilimsel bir inceleme yazısıyla bir edebiyat metni arasında, ikisini bir arada düşünmemizi bütün bütüne olanaksızlaştıracak kertede ayrım vardır. Birinin anlaşılması için gereksindiği noktalama işaretleri, öbürü için gereksiz çirkinlik olabilir. (Nokta ile Virgül)”

Kitap her okurda ve her okunuşta yeniden yazılır. Kişinin okuduklarıyla bağı özeldir. Onun için birinin çok beğendiği bir kitabı bir başkası beğenmeyebilir. 
Selahattin Yaylamaz’ın “Okuma Zekâsı” ve Semih Gümüş’ün “Okumak ve Yazmak” adlı kitapları benim için birbirini tamamlayan, okuma yolumda bana ışık tutan kitaplar oldu. Okumayı seviyorsanız size de yeni kapılar açabilecek bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Kitap okumayı ve hayata gülümsemeyi unutmayın.
                                     ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ