JAPON KÜLTÜRÜ (Bozkurt GÜVENÇ)
Japonya. Kültürü, sanatı, yazısı ile pek çok kişinin ilgisini çeken bir ülke. Bozkurt Güvenç, “Japon Kültürü” adlı kitabında ülkenin tüm bu özelliklerini ayrıntılı biçimde ele almış. “Japon Töresi, Sanatlar Çevresi, Eğitim Süreci, Japonluk Duygusu” bölüm başlıklarından yalnızca birkaçı.
Kitabı okuduktan sonra Japonya yolculuğu için hazırlıklara başlayabilirsiniz. Gizemli bir ülke sizi çağırıyor.
Kitabı okuduktan sonra Japonya yolculuğu için hazırlıklara başlayabilirsiniz. Gizemli bir ülke sizi çağırıyor.
“Eğitim
Milli Komisyonumuzun özetle ‘Japonya’yı örnek almamızı’ salık veren (1961)
raporunu yine o sıralarda okudum. Fakat hiç inandırıcı bulmadım. Japonya, Japon
Mağazası’ndaki yükselen rafları ya da çocukluğumun engin düşlem dünyasını
oyuncaklarla dolduran gizemli ülkeydi. Onu inceleyebilir, belki anlamaya bile
çalışabilirdik ama örnek almaya hazır değildik – henüz.”
*
* * * *
“Türkiye’de
yüksek öğretimin yabancı dilde ve paralı olması önerisini savunan kimi eğitim
uzmanları ‘Bu işler Japonya’da da böyledir’ derlerdi. Paralı olması yarı doğru
ama dil konusu tümden yanlış bir bilgiydi. Yüksek öğretim Japonca idi. Hiçbir
zaman yabancı dilde yapılmamıştı.”
*
* * * *
“Japonya’da
uzunca bir süre kalarak ‘toplumsal değişmenin mekâna yansıması’ konusunda eşi
az bulunur nitelikte araştırmalar yapmış olan Fransız bilgini Berque (1976), şu
yaygın söylenceyi aktarır:
Öyle
şaşırtıcı bir ülkedir ki Japonya,
birkaç
hafta kalan konuk kitap yazar,
birkaç
ay kalan bilim adamı makale tasarlar,
birkaç
yıl yaşayan bilge kişi yazma sevdasından kurtulur.”
*
* * * *
“Parkinson’un
ünlü ‘zaman-iş yasası’na sığındım: ‘Her iş-güç kendisi için ayrılan zamanda
biter.’ Zaman azsa iş çabuk biter, zaman çoksa iş uzar gidermiş!’”
*
* * * *
“Alan
çalışmalarım sırasında 12 defter dolusu gözlem notu tutmuşum. Basılı-yazılı malzemeden
kesip seçtiklerim –gazeteler, programlar, bilet ve belge niteliğindeki çeşitli malzeme-
sekiz dosya tuttu! Üç bini aşkın fotoğraf ve yaklaşık 20-25 saatlik ses ve söz
kaydı, gözlemlerimi bütünlüyor. O derece çalışan bir gözlemci görünmüşüm ki
Japonlara, bana arkamdan (kôkişin-no
katamari) ‘Meraklı Bey’ ya da ‘Merak küpü’ adını takmışlar, iyi de
yakıştırmışlar hani!”
*
* * * *
“Ne var
ki insan, genellikle nesnel doğrulara değil de, doğru olmasını dilediği şeylere
inanır. Öyle ki onun arayıp durduğu ‘hakikat’ zaten inandıklarında saklıdır.”
*
* * * *
“Osaka’daki
Ulusal Etnoloji Müzesinin Kurucu Müdürü Profesör UMESAO Tadao ülkesi ve
insanları için yeri sırası geldikçe şu benzetmeyi yaparmış:
‘Japonya,
balinaya benzer: denizde yaşar ama balık değildir; balığa benzer ama
memelidir.’ (Dr. MAEDA Yôichi’nin,
yazara sözlü aktarması, Mayıs 1978)”
*
* * * *
“Araştırmacılara
göre Japon toplumu ve insanında duruma ve koşullara göre birbiriyle çelişik üç
türlü davranış kalıbı (özelliği) görülebilir, öyle ki, Japonlar, kimi
durumlarda:
(1)
Duyarlı bir yakınlık, yumuşaklık, hoşgörü ve anlayış gösterirler (söz gelişi iş
ilişkilerinde);
(2) Aşırı bir
düzen, kuralcılık ve töreye bağlılık gösterirler (aile ilişkilerinde);
(3) Fanatizme varan bir
aşırılık, acı çekmekten ya da acı çektirmekten sanki zevk alan bir küstahlık, sertlik ve kabalık eğilimi
gösterirler (yarışta ve savaşta). ”
*
* * * *
“Japon
olsun yabancı olsun, Japon incelemeleri alanında çalışan çoğu araştırmacılara
göre, Japon toplumunun yapısı (insan ve kurum ilişkileri) ve değerleri
(kültürü, düşüncesi ve ülküsü) değişmektedir. Ama Japon ulusuna özgün
karakterini veren bireylerin temel kişilik yapısı sanki değişmemekte ve
süreklilik göstermektedir. Bu alanda çalışan toplum-bilimcilerle psikologların
ve ruh hekimlerinin çoğu aynı görüşte birleşiyor. Oysa, Japon kültürü
değişiyorsa, Japon insanının temel kişilik özellikleri de değişmek zorunda
değil mi?”
*
* * * *
“Adaların
yüzde 80’i dağlık, dağların yüzde 88’i – ülkenin yaklaşık olarak yüzde 68’i –
ormanlıktır. Bu kadar bol ormanı ne yaparlar? ‘Neler yapmazlar ki!’ de
denebilir. İki genel kural dikkati çeker: Kesip yakmazlar – kışın titremek
pahasına da olsa – ve keçiye yedirmezler.”
*
* * * *
“Kent
çevresinden yarım günlüğüne uzaklaşabilen kişi, Güney Adaları’nın ekzotik
doğallığı içinde bulur kendi. Dinlenir. Adalar, trencilikte İsviçre’ye,
temizlikte İskandinavya’ya, düzenlilikte Almanya’ya, işbilirlikte Hollanda’ya,
konukseverlikte Afrika ülkelerine, sanatseverlikte İtalya’ya benzer. Bu
özelliklerin hepsini birleştirip bütünleştiren ruh ise özgün Japon Ruhu’dur.”
Fuji Dağı, 3.766 m yüksekliğiyle Japonya’daki en yüksek dağdır. |
*
* * * *
“Japon
dilinde, ‘meyve veren ağaçların taşlanması’ diye söz yoktur. Meyveli ya da
meyvesiz, çiçekli ya da çiçeksiz olsun her bitki canlı bir varlıktır.
Koparılmaz, taşlanmaz, gelişigüzel budanmaz – bilir bilmez kimselerce.”
*
* * * *
“Japonlar
bilim, fen ve sanatlar arasında anlamlı ayırım görmezler. Öğrenilecek her şey
kültürdür onlar için.”
*
* * * *
“Yaptığı
her işi iyi yapmak, kimseden geri kalmamak üzerine yetiştirilmiş olan Japon,
her ne iş, durum ya da topluluk için hazırlanıyorsa, dikkatle giyinir. Özenini,
giyimine yansıtmaya çalışır. Doğaya, denize, tenise göre spor giyinmiş kişi
hemen belli olur.”
*
* * * *
“Dile ve
damağa yönelik Ortadoğu mutfağı karşısında, Japon yemeklerinin göze ve kulağa
önem ve öncelik verdiği söylenebilir. Yemekler belki lezzetli ve kokulu
değildir ama çeşitli, dengeli ve besleyicidir. Çoğunlukla belli bir öğün ve
kişi için hazırlanır, taze taze yenir. Sıcak ve nemli ‘muson’ ikliminde,
besinler çabuk bozulduğu için, başka yol da yoktur.”
*
* * * *
“Budizmin
törenleri, giysileri çiçekleri, mumları, tütsüleri, törenselleri Katolik
kilisesine oldukça benzer. Oysa, dogma (inanç ilkeleri) açısından Budizm,
Hıristiyanlığın mezheplerine hiç benzemez. Budizmin esenlik yolu, ülküsü,
kişinin kendini bilmesi, yenilemesi, geliştirmesidir.”
*
* * * *
“Bu
yüzyılın başlarında Kadı Abdürreşit İbrahim Efendi’yle görüşen Prens HİROBUMİ
şöyle diyormuş:
‘Hangi
dinden olursa olsun bir Japonun asıl yolu (mesleği, mezhebi) Japonluktur.’”
*
* * * *
“Japon
halkı, belli bir dinin değil, geleneksel halk inançlarının etkisi altındadır.”
*
* * * *
“Önce
çay! Çünkü kime gidilse Japonya’da, neye başlanmak istense önce bir kap acı çay
sunulur. Romantik eğilimli kimi Japonlara göre, çay ve çay törenleri, geleneksel
kültürün ‘en güzel’ kalıntısıdır. Devrimci gençlere, gelenekçi eleştirmenlere
göreyse çay, işlevini yitirmiş, anlamsız bir tortu! Toplumsal gerçek kuşkusuz,
bu iki ucun arasında bir yerlerde olmalı. Halk dili, güvenilir bir seçici
olarak, ‘Çayı eksik’ diyor insan dramına duyarlı olmayan kaba, bencil
kişilere.”
*
* * * *
“Japon
bahçesinde, nerede durulacağını, nereye çıkılacağını ve hangi yöne bakılacağını
gösteren görünür işaretler yoktur. Ancak yol, yolcuyu oraya götürür; görülecek
manzaraları tek tek gösterir. Manzara gösteren köprüler yanında, manzara olarak
gösterilen köprüler de vardır.”
*
* * * *
“İkebana doğanın doğallığına, insanın
duyduğu özlemin türküsüdür. İkebana
sanatları, ortada ve açıktır, sergilenir, incelenir, öğrenilir öğretilir ama
‘başkaları beğensin’ diye değil de kişi kendini tanısın diye yapılır. İkebana
yapan, fırçayla yazan kişi gibi, kendini görür. Her küçük mevsimcikte, o mevsime
özgü çiçekler, yapraklar ve otlar doğada bulunduğu gibi kullanılır.”
*
* * * *
“Batılı
insan, varlığını düşüncesiyle kanıtlar. Oysa Japon insanı, varoluşunu bir
ailenin üyesi olarak duyumsar ve yaşar. Batılı için bireyin düşüncesi, Japon
insanı içinse ‘biz’lik duygusu, bilişi önemlidir, varlık koşuludur. ‘Biz’ duygusu
aile birliğinden doğar, akrabalar, komşular arasında gelişir, meslektaşlarla iş
arkadaşları arasında sürdürülür.”
*
* * * *
“Ülkenin
ekonomik başarı ve kalkınmasını inceleyen yabancı iktisatçılarla yazarlar da
hızlı kalkınmayı, işverenle işçinin, yönetenle yönetilenin tek bir ‘aileymiş
gibi’ çalışmasıyla açıklıyorlar. Japon toplumundaki halk-hükümet, işçi-işveren, sermaye-emek, yöneten-yönetilen,
kır-kent ikilemlerinin birliğine, kısaca ‘Japon Ortaklığı’ (‘Japan Incorporated’) adı veriliyor. Bu
‘ortaklık’ dışarıdan verilmiş bir ad değil, ulusal duygudur.”
*
* * * *
“Kapitalist
ya da sosyalist olsun çağdaş ülkeler arasında en dengeli beslenen, en temiz
giyinen, en iyi eğitim görmüş, en çok spor yapan ve en sağlıklı olmakla övünen
Japonlar bugünkü başarılarını, İkinci Dünya Savaşı sonrasında izledikleri
barışçı ve demokratik kalkınma politikasıyla açıklıyorlar.”
*
* * * *
“Japon
dili, yaklaşık iki bin yıl önce Çin’den alınmış olan kavram simgelerle ya da ‘idyogram’larla yazılır. ‘Kanci’ (Hanca,
Çin Hanlığı) yazısı diye bilinen bu yazının kökeni, Mısır hiyeroglifleri gibi yalın resimlere dayanır. Nesnelere benzetilerek
çizilen bu resimler, zamanla ve kullanıla kullanıla, çizgi resimler olmaktan
çıkmış, soyut birer kavram simgesi (idyogram)
olmuşlar.”
*
* * * *
“Ünlü
Japon bilimcilerinden Sir George Sansom, bu zor yazının önemini şöyle vurgular:
‘Bu yazıyı okumayan, Japon estetiğini [güzellik duygusunu] kavrayamaz’ Bu
yüzden belki de Japonlar, ruhun çizgisini değiştirmektense yazının güçlüklerine
katlanıyorlar. Büyük bir sabırla yazarak, yeniden
ve yeniden yazarak, bu yazıyı öğreniyorlar.
Ancak, şu görülen süreklilik perdesi arkasında, dilin yapısında ve
yazısında öylesine kapsamlı değişmeler olmuş ve oluyor ki, bugünün gençleri
– çok değil – 70-80 yıl önceki metinleri bile okumakta güçlük çekiyorlar, hele
daha eskileri hiç okuyamıyorlar. Bir iki yüz yıllık metinleri okumak özel bir
bilgi ve uzmanlık gerektiriyor.”
*
* * * *
“Dinleyen
ne kadar çok duyarlı ve anlayışlı ise, anlatan o kadar az açıklamak durumunda
kalır. Öte yandan konuşan az açıkladığı halde dinleyen ne kadar çok algılarsa,
o kadar çok yoin (titreşim) olur.
Böylesine anlayışlı bir arkadaşı olmak, ayrı bir mutluluk nedenidir. O da
yaşanır, paylaşılır ve unutulmaz. Özetle, Japonca konuşma törenseli,
‘dinleyenin söyleyenden bilge’ olması ilkesine dayanır. Onun için Japonlar az
söyler daha az açıklar ama can kulağı ile dinler. Batı’da etkili konuşmak,
anlatmak, söylev vermek bir sanattır. Japon dilinde candan dinlemek, anlamak
sanattır.”
*
* * * *
“İkili
görüşmelerde, diyalogu dinleyen yönetir. Dinleyen ilgisini yitirdiğini belli
edince konuşma da biter.”
*
* * * *
“Batılı
ülkeler bağımsız bir toplumun özgür insanını yetiştirmeyi amaçlarken; Japonlar
büyük bir aile topluluğunun birbirine
bağımlı üyelerini eğitirler.”
*
* * * *
“Genç anne, 30 yaşlarında, üç çocuğu ile
tek başına trende yolculuk yapıyor. Bebek sırtında, ortanca kız (3) kolunda
göğsünde, beş yaşlarındaki oğlu eteğinde ve dizinde. Sırayla hepsini besliyor,
silip temizliyor, yelpaze ile serinletip uyutuyor. Çocukların ‘gıkı’ çıkmıyor.
İşini böylesine iyi yapan anne ne yakınıyor, ne yorgun ne de övünçlü görünüyor!”
*
* * * *
“Japon
analar-babalar, çocuğun nasıl davranmasını istiyorlarsa çocuğa öyle
davranırlar. Sakin, yumuşak, ölçülü ve
hoşgörülü!”
*
* * * *
“Hükümetlerin
değişmesi uzun süreli eğitim amaçlarını ve planlarını pek etkilemiyor.”
*
* * * *
“Bir kez
daha görülüyor: Oyun-eğlence ilkesinin eğitimde nasıl başarıyla uygulandığı.
Öğretmek kadar tarihi kabul ettirmek ve müzeyi sevdirmek amacı seziliyor, bu
yaklaşımda. Çocuk müzeyi severse, hayatı boyunca tarih öğrenecektir – yalnız
tarih derslerinde değil!”
*
* * * *
“Japon
inancına göre, her şeyi olan, hiçbir şeye değer vermeyen insandan daha mutsuz
ve yararsız bir kimse olamaz.”
* * * *
*
“Batılı müze
geleneğindeki ‘Lütfen dokunmayınız!’ kuralı yerine, dayanıklı eşyaya
‘dokunabilirsiniz’ ilkesi getirilmiş.”
*
* * * *
“Güneş
Tanrıçası Amaterasu’nun soyundan geldiğine inanan Japon insanı, medeniyeti
kendisinin kurduğu, dünyayı yönettiği, insanlığı kurtaracağı iddiasında
değildir. Belki öteki insanlar kadar yaratıcı da değildir ama iyi bir öğrenci,
eşsiz bir uygulayıcıdır. Kim olursa olsun, nerede ne zaman yaşamış olursa
olsun, herkesten bir şeyler öğrenebileceğine inanır.”
*
* * * *
“Japon
insanı için değişme, hayatın
değişmeyen kuralıdır. Japon toplumu yeniyi alırken eskiyi atmaz, yeniliği
seçerken yaşlıyı kınamaz, kötülemez; yaşadığı hayatı, eskiden yeniye doğru
uzanan, geçmişten geleceğe doğru akan bir süreklilik olarak görür.”
*
* * * *
“Fransız
Kültür Bakanlarından Malraux’nun da söylediği gibi: Japonlar, tarihinden kopan
ulusun çökeceğine, övüncünü yitiren toplumun yıkılacağına inanırlar. Yenilgiden
bile alınacak dersler vardır. Yerine sırasına göre yenilgi de ayıp değildir.
Ama yapılacak olanı yapmamak yani öğrenmemek büyük ayıptır.”
*
* * * *
“Çocuklar
doğru dürüst ve anlaşılır biçimde konuşmaya özendirilir. Yanlış ve eksik
konuşan bebek, sürekli olarak düzeltilir. Anne baba – çocuk ağzıyla değil de –
çocuğun ağzından doğru konuşurlar, çocuğun öğrenmesini kolaylaştırmak için.”
*
* * * *
“Çocuklara
atalardan ve tanrılardan söz edilir. Çocuklar kutsal günlerde, ziyaretlere,
Budist tapınaklarına ve mezarlıklara götürülür. Ancak tanrılar korkutucu
varlıklar değildir. Onlardan aileye ve çocuklara ancak yardımcı olmaları
istenir.”
*
* * * *
“Çağdaş
Türk düşüncesinde, Avrupalılaşma, Batılılaşma ile çağdaşlaşma çoğunlukla eş
anlamlı kullanılıyor. Bundan yarım yüzyıl önce Atatürk çağdaş uygarlık
düzeyinden söz ettiği zaman, gönlündeki hedef Batılılaşma değil, çağdaşlaşma
idi.”
*
* * * *
“Japon,
doğanın ne kölesi ne de efendisidir. Onu iyi tanıyarak, onunla birlikte olmaya,
ondan yararlanmaya çalışır.”
*
* * * *
“Japon
insanı, dünyayı, hayatı, ülkesini ve kendi öz varlığını sürekli değişen
koşulların birer bileşkesi gibi görür. Bu yüzden değişimden korkmaz. Hatta
üstüne gider. Ondan yararlanmaya çalışır”
*
* * * *
“Evrimci
olduğu için devrime gerek duymaz.”
*
* * * *
“Birlikte
çalışmakla, çevresinden aldığı manevi destekle Japon en iyisini yapacağına
inanır. Bu yüzden, bürolar, ofisler birer kişilik değil, topludur. Topluca
çalışırlar. Bireycilik ve kişisel hayatını yaşamak eğilimleri, bir Batı
özentisi olarak güdük kalmış, gelişmemiştir.”
▬ ▬ ▬
İlginizi
çekebilir:
1.İlberOrtaylı Seyahatnamesi – İlber Ortaylı2.Kızılderili Bilgeliği –Dennis Renault / Timothy Freeke