HANGİ BATI (Attila İLHAN)
Batı konusundaki düşüncelerimiz; duyduğumuz, gördüğümüz, öğrendiğimiz kadarıyla... Acaba orada yaşanmışlıkları olan biri Batı hakkında neler düşünür, neler söyler?Attila İlhan da “Hangi Batı” adlı kitabında bizlere artı ve eksileriyle Batı'yı, yaşadıklarını anlatıyor.
Anlatırken de bazı önemli noktaları düşünmemizi, sorgulamamızı sağlıyor. İşte kitabın başında bulunan ve fazla söze gerek bırakmayan bir bölüm:
“ ‘….. bir millet için saadet olan şey diğer
millet için felaket olabilir, aynı sebep ve şerait birini mes’ut ettiği halde
diğerini bedbaht edebilir, onun için bu millete gideceği yolu gösterirken
dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkiyatından istifade edelim,
lakin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz…..
‘ Mustafa Kemal Atatürk (Konya gençleriyle konuşma) 20
Mart 1923”
* * * * *
“Falih
Rıfkı’nın bir yazısını hatırlarım, Yugoslavya içlerine bir yolculuğunu anlatır;
uzaktan kuleleri, sis arasından seçilen görkemli binaları, sağlam ve oturaklı
haliyle, alafranga bir şehir ufak ufak belirmektedir. Müslüman çoğunluğun
bulunduğu bir Bosna şehridir bu. Falih Rıfkı: ‘İşte, diye düşünür, Avrupalı
Türkün şehri böyle olmalı.’ Şehre girince, gördüklerinin Hıristiyan mahalleleri
olduğunu fark edecek, Müslümanların Anadolu işi köhne evlere benzer evlerde
yaşadığını görüp üzülecektir. O ki, o kadronun en akıllılarındandır ve gerçekte
Türkçüyüm der, o bile Türk şehrini kendi özellikleri içerisinde düşünemez de,
Avrupa’nın kendine bulduğu üslup içinde düşünür, aksi çıkınca da dertlenir. Bu
kadro önerse önerse, Mustafa Kemal’e İtalyan Ceza Yasasını, İsviçre
Code Civil’ini
çevirmeyi önerebilirdi.”
* * * * *
“Cumhuriyet
kuşaklarının dramı Atatürk sonrasında başlar. Çağdaşlaşmayı batılılaşma
yapanlar sonrakilerdir.”
Çağdaşlaşmakla
batılılaşmak aynı şey mi? Çağdaşlaşırken batılılaşıyor muyuz; yoksa
batılılaşırken mi çağdaşlaşıyoruz? Acaba bunlardan sadece birisi mi yoksa her
ikisi mi?... Belki de hiçbirisi!
* * * * *
“Lisede Sophokles okuduk, klasik Türk sanat
musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı
kötü çevrilmiş batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik.
Sanki Sinan Leonardo’dan önemsiz, Mevlana Dante’den küçüktü, Itri ise Bach’ın eline su dökemezdi. Aslında kültür
emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim
arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti …”
“Oysa
bir kere yaptığımız batılılaşmak değildi, ikincisi batı bizim sandığımız gibi
değildi, üçüncüsü batı’nın ulaştığı yer özenilecek bir yer değildi.”
* * * * *
“Her
şey, ama her şey Doğu’da kötü, Batı’da iyi! Onlar nasıl yapıyorsa biz de öyle
yapmalıyız ki, adam olalım! Oysa elin Japon’u çıkmış, hiçbir şeyini
değiştirmeden, sadece ekonomik ve teknolojik gelişme sürecini kendi yapısında
yaratarak batı düzeyini yakalamış, dibini kurcalayan yok! Biz ha babam batı
müziği dinliyor, çeviri roman okuyor, batılı gibi giyiniyor, bir türlü batılı
olamıyoruz, adamlar Japon gibi yazıyor, Japon gibi yaşıyor, Japon gibi
ölüyorlar, ama batıyı geçiyorlar. Japon’un yaptığını biz yapamamışız, bizim
yaptığımızı Afrika’daki eski Fransız ve İngiliz sömürgeler yapmışlar, ama onlar
da ‘batılı’ olamamış!”
Kimliğimiz,
kültürümüz, dilimiz… Neredeydik, neredeyiz, nereye gidiyoruz?
* * * * *
“…Senegalli bir zenci teknisyen,
memleketinin Batılılaşması konusunda ne düşündüğünü soran bir röportajcıya şu
cevabı veriyor: ‘Senegal’in modern bir ülke olmasını isterim elbet, ama Batılı
değil.”
Peki
ya biz modern bir ülke mi olmak istiyoruz yoksa Batılı mı? Yoksa…
* * * * *
“Biraz
Karagöz, biraz ortaoyunu, biraz ulusal piyesle çok daha Türk ve Batılı
olacağımızı kime anlatırsınız? Çin’in
yüzlerce yıllık eski operasıyla, Rusların Kazakları ve eski baleleriyle gelerek ortalığı kırıp
geçirdiklerini görseler bile!”
Acaba
gerçekten görüyor muyuz; yoksa sadece bakıyor muyuz? Kim bilir, belki de
bakarkörlerdeniz?
* * * * *
“…..
galiba şöyle dersem, demek istediğimi daha kestirmeden anlatmış olacağım: bizim
gerçek İstanbul ile tenha Anadolu kasabalarının tozlu hanlarında destanlaşan
İstanbul arasında ne ağır bir fark varsa, gerçek Paris’le dünyanın dört bir
ucunda ünü dolaşan “rivayet” Paris arasında o kadar ağır bir fark vardır.”
Eğer
“Ah, Paris!” diyenlerdenseniz ve “Parisçik”i tanımayı istemiyor,
hayallerinizdeki Paris’i ya da gezip dolaştığınız “güzel” Paris’i yaşamak
istiyorsanız kitabın bu bölümü acaba sizi hayal kırıklığına uğratır mı? “Ah,
Paris!”, “Vah, Paris!” olur mu?
* * * * *
“Eğer
Kürt Kürtçe, Laz Lazca, Fellah Arapça konuşuyorsa, bu bizim hem şerefimiz hem
suçumuz, ama onların hiçbir şeyi değil. Şerefimiz, demek ki on yüz yılı bulan
bir Türk yaşantısına rağmen onları zorlamamışız, baskı altına almamışız
dillerini unutturmak için; suçumuz, demek ki Türkçeyi onlara iletmesini,
öğretmesini bilememişiz, bütün « milliyetçilik » palavralarımıza rağmen! Amaç
elbette herkesi Türkçe konuşturup yazdırıp okutmak olmalı, ama bölge dillerini
unutturmak pahasına değil. Zira bu diller de bu toprağın zenginliği: Şarkıları,
şiirleri, ağıtları ve küfürleriyle.”
* * * * *
“… Çok
kibar, çok varlıklı, çok ince bir komşunuz olsa sizin; konağın duvarları usta
ressamların tablolarıyla süslü, kitaplığı en namlı yapıtlarla yüklü olsa;
piyanoya çöktü mü Bach’ı, Monteverdi’yi
derya gibi
çalkalandırsa parmaklarıyla, şiir okumaya durdu mu duyarlığına vurulsanız; ama
bir gün öğrenseniz ki, bu kibar kültürlü komşu bu evi kurmak, bu inceliğe
varmak için çevresindeki bütün komşularını haraca bağlamış, kimisini vurmuş,
kimisini kırmış, kimisini evinden yurdundan etmiştir; yine de ona aynı saygıyı
duyar, elini aynı içtenlikle sıkar mısınız? Ve sıkarsanız, aynada kendi suratınıza
nasıl bakarsınız?”
Bir
yanda ırkçılık, sömürgecilik, savaşlar; bir yanda Goethe, Michel Ange, Mozart… Peki, hangi batı?
* * * * *
“Türk
edebiyatının en önemli sorunu, bugün için bir öz kişiliğini bulma sorunudur. Öğrenmek
güzel, öğrendiğini cakalı satmak da güzel. Ama bilmek başka, bilgiyi bizim
kılabilmek; yöntemden ulusal bir bileşim çıkarabilmek başka! Ne demiş eskiler,
herkes kaşık yapar ama…”
Türk
edebiyatının sorunu hâlâ aynı mı ya da hâlâ mı aynı? Günümüzde de öğrenmek
güzel mi? Peki neyi öğrenmek? Ya bilgi… Bilgi gerçekten bizim mi? Yoksa artık
kafamız iyice karıştı mı? Peki… “Biz” kimiz?
* * * * *
“Uzakdoğulu
bir söz şöyle diyor: «Ahmak, hayran olur, bağlanır, çünkü anlamaz; zeki,
kuşkulanır dibini karıştırır, çünkü anlar.»”
* * * * *
“Sadri’yle (Alışık) beraber, beş yıl kadar önce,
bizim daima tutan ve pek mükemmel sonuç veren bir ‘işletme’ düzenimiz vardı:
Birisinin yeni bir pikap, fotoğraf makinesi, teyp filan satın aldığını gördük
mü, hemen aygıtı eller küller, şurasını burasını kurcalar, çokbilmiş budala
tavırları takınıp «cık cık» ederek sağlamlığını, hassaslığını göklere çıkarır,
kısacası sahibin sonunda şu kaçınılmaz sözü söylemeye getirirdik: ˗˗ Yapıyor
herifler birader, bizim gibi mi?”
Teknolojiyle
beraber her şey daha da hızlı ilerliyor. Bizde de güzel şeyler yapılıyor. Ama
bunların hangisinden ne kadar haberimiz var? Yoksa “üçüncü sayfa” haberleri
daha mı çok ilgimizi çekiyor?
* * * * *
“Türkiye’nin
sorunu batılılaşmak sorunu değildir, modern kişiliğini bulmak sorunudur.”
Geçen
süre içinde batılılaştık mı,
modernleştik mi? Peki kişiliğimize ne oldu?
* * * * *
“Türkiye
ile Amerika arasındaki ilişkilerin çok iyileşmesi, Türkiye’yi, güneydeki Arap
ülkelerine karşı yeniden kötü duruma düşürür. Bunu da elbet hemen kestirdiniz,
nedeni açık: bir Arap/İsrail savaşı da olsa, petrolcü ülkelere silahlı müdahale
de gerekse, Amerikan uçaklarına Doğu Akdeniz’de üs lazım, acaba var mı böyle
üsler? ”
* * * * *
“Türkiye’nin dış politikasını kökünden
değiştirmesinden başka çıkar yol yoktur: Müdafaa-i
Hukuk Doktrini’ne dayanan; bağımsız, özerk, özgürlükçü ve
kimsenin çıkar hesaplarına alet olamayan, bir dış politika gereklidir bizim
için.”
* * * * *
“Ama batının asla bağışlamadığı,
bağışlamayacağı, Ortadoğu’da tamamıyla kendi gücüne güvenerek kendi çıkarlarını
savunan güçlü bir Türkiye’dir.”
* * * * *
“Sözü bağlayalım, ‘batılı’ ‘hür dünya’, ‘demokrasilerin
dayanışması’ vs. emperyalist sistem içerisinde büyüklerin küçükleri
sömürmesinden kazıklamasından başka bir şey değildir, bir koca yalandır, bunun
kanıtı da işte hem büyüklerin küçüklere, hem de birbirlerine attıkları şu
kazıklarla gözler önüne serilmektedir. Sistemin içyüzünü ve işleyişini iyi
anlayalım ki, ilişkilerimizi düzenlerken enayi yerine konmayalım. ”
▬ ▬ ▬