KUŞLAR YASINA GİDER (Hasan Ali TOPTAŞ)
Okuyacağınız
kitapları neye göre seçersiniz? Yazarı, yayınevi, fiyatı; kitabın adı, kapağı,
sayfa sayısı, yazı düzeni…
Bazen
biri bazen diğeri ön plana çıksa da, bu sefer biraz daha eşdeğerdi sanki birçok
şey benim için. Fotoğraftan da anlaşılacağı üzere D&R indiriminden aldığım
bir kitap. Ama sadece fiyatı değildi bu sefer beni cezbeden; çünkü pek çok
kitapta indirim vardı ve ben mağazaya girdiğim ilk anda hangi kitabı alsam diye
oradan oraya dolanıyordum. Sonra yavaş yavaş gözlerim alışmaya başladı ve
fiyat etiketleri geride kalırken kitaplar, yazarlar, isimler ön plana
çıkmaya başladı. Nihayet ilk şoku atlatmıştım, her indirim döneminde olduğu
gibi, ve artık kitaplarla temaşa halindeydim.
Hasan
Ali Toptaş pek çok yerde, sık rastladığım isimlerdendi; ancak kitaplarıyla
buluşmam nedense bir türlü gerçekleşmemişti. Kitap kapağındaki fotoğrafın
etkisinden midir, “Kuşlar Yasına Gider” ifadesindeki hüznün cazibesinden midir
bilmiyorum diğer kitapların arasından sıyrılıp kütüphaneme ulaşmayı başaran
kitaplar arasındaydı artık.
Bu arada
kitap kapağının etkisinden söz etmişken kapaktaki fotoğrafın Nuri Bilge
Ceylan’a ait olduğunu belirtmekte fayda var. Kitap için oldukça başarılı bir
seçim bence. Sinematografik bir gözle hayat bulan fotoğrafın farklı
enstantanelerle kapağa aktarılması da ayrıca hoşuma gitti.
Kitap Hakkında…
Hikâye
Ankara’da başlıyor. Protez bacak için Denizli’den Ankara’ya, oğlunun yanına
gelen bir baba. Hüzün daha ilk sayfalarda gösteriyor yüzünü. Yıllarca uzun yol
şoförlüğü yapmış, küçük oğlu Suat’ın vefatını aylar sonra öğrenmiş, başına
buyruk bir baba. Gençliğinde pek çok yere koşan; ama 81 yılın verdiği yorgunluk
ve protez bir bacağa muhtaç olmanın verdiği karmaşık duygularla hüznün adı oluveriyor
Aziz Baba. Hikâyenin devamında da baba-oğul ilişkisinden yola çıkarak aile,
hayat, yaşlılık, ölüm kavramlarını sorguluyoruz yol boyu. “yol boyu” diyorum;
çünkü hikâyenin bir kısmı yollarda geçiyor. Yollarda yaşananlar, iç
hesaplaşmalar; satır aralarında zaman zaman yüzeye çıkan mistik olaylar benim
için hikâyenin hüznünü ve ritmini artıran öğelerdi. Özellikle at metaforu bana
Yaşar Kemal’in “O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler.” sözünü
hatırlattı.
Kitabı
okurken kendi ailemi, ailenin vefat eden büyüklerini ve onların
anlattıklarından aklımda kalanları düşündüm. Üzüntü, hüzün, çaresizlik,
pişmanlık bunların hepsi var hikâyede. Bunun yanı sıra merhamet, yardımseverlik
gibi insani değerler de kapı aralığından gülümsüyor bize, adeta unutulmaya yüz
tutmuş değerleri hatırlatıyor. Hani “nostalji” diyoruz ya bazen belki de biz
“eskiye” değil geride kalmaya başlayan bu insani değerlere özlem duyuyoruz
aslında. Kim bilir?
*
* * * *
Okur Kitlesi
Hik âyelerden hoşlananlar; gelenek, görenek, insani davranış gibi kavramlara önem verenler; yol, yolculuk anlatımlarını sevenler ve anlatımda sade bir dili tercih edenler kitabı ilgiyle okuyabilirler.
*
* * * *
Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)
“kalemucu”,
“Kuşlar Yasına Gider” başlıklı yazısında kitap hakkındaki düşüncelerini dile
getirirken duygularını da ihmal etmemiş. Kitabın anlatımını doğal bulması, anılara
yolculuk yapması, “yol” anlatımını beğenmesi gibi pek çok noktada kitap bizi
buluşturuyor “kalemucu”yla.
Burcu
Aslan, “Beğenmeyen Okumasın”da epey ayrıntılı bir yazı kaleme almış. Kitaptan
oldukça ayrıntılı bir şekilde söz etmiş yazısında. “Aman büyü bozulmasın”
diyenlerdenseniz yazının sadece ilk iki paragrafıyla son paragrafını okumanızı
tavsiye ederim.
Hikmet
Hükümenoğlu’nun “Okuma Notları” yazısında kitapla ilgili saptamaları çok doğru
yerlerden ele aldığını düşünüyorum. Bunda muhtemelen bir “yazarın bakış açısı”
da etkili olmuştur kanısındayım. Bu yazıda da sözü edilen ve kitapta var olan “hikâye (öykü)” tadı türün hayranı
olan benim gibi edebiyat severler için daha bir çekici olacaktır diye
düşünüyorum.
*
* * * *
Kitaptan Alıntılar
s.17
Gereksiz bir telaşla omzunu duvardan aldı beni görünce, beyefendi, dedi,
babanız yarım saat önce gitti.
Böyle der demez
dışarıdaki kar geldi, onun sesine yağdı sanki ve ben kapının ağzında
kalakaldım.”
*
* * * *
s.28
“Ben
titreşip duran sokak lambasının ışığına bakıp yutkundum sadece. Konuşmak iyi
gelmişti aslında, dağılmamış olsa bile ruhumdaki bulutların rengi biraz
değişmişti.”
*
* * * *
s.37
“Tatillerde
babamın yanında muavinlik ederken, yakasını kaptırdığı adamlardan birini ben de
tanımıştım, taş döşeli Çal caddelerinde elinde bastonuyla kaykıla kaykıla
yürüyen, Süleyman adında, ihtiyar bir herifti bu; yüz hatlarıyla konuşurdu
sadece, sessizliğinin gerisinden bakan çukura kaçmış gözleriyle konuşurdu ve
kırk yılda bir ağzından çıkan tek kelime bile, hilafsız, tonlarca ağırlığında
olurdu.”
*
* * * *
s.47
“Kaç
liraysa verip bağı başkasına budatalım baba, sen uğraşma böyle, dedim yürürken.
Olmaz, dedi çenesini sertçe havaya
kaldırarak; budarken, çubuğun evveliyatını bilmek lazım. Önceki yıl onda kaç
göz bırakılmış, yorulmuş mu, yorulmamış mı? El ne bilecek bunları, gelir, her
çubukta üçer beşer göz bırakarak bir baştan bir başa, harala gürele budar
geçer! Çubuk ikinci defa yorulacak mı diye de düşünmez, omça bir yanının üstüne
ağıp gidecek mi diye de. Bunları hesaplamaz yani, o sadece alacağı paraya
bakar.”
*
* * * *
s.123
“Ben az
öteden, onlara bakıyordum o sırada; kısa görünen uzun bir cümleye, etkisi aylar
sonra hissedilecek olan hüzünlü bir sahneye ya da derinliği yüzeyine gizlenmiş,
kenarları günlük hayatın meşgalesiyle çevrili muhteşem bir resme bakar gibi
bakıyordum.”
*
* * * *
s.139
“Okudukça,
ister istemez yeniden öfkeleniyordum tabii. Kitabı yazan akademisyen, yazarla
anlatıcıyı aynı kişi sanıyordu çünkü; bu nedenle de, bilimsel çalışma yapıyorum
iddiasıyla, romanlarımdaki kahramanları kollarından yahut yakalarından,
paçalarından tutarak sürükleye sürükleye getirip benim hayatımın orasına
burasına raptediyordu. Dolayısıyla, romanlarımda anlattığım her evlilik benim
evliliğimdi ona göre; dayılar benim dayılarım, dedeler benim dedelerim,
çocuklar benim çocuklarımdı.”
*
* * * *
s.159
“Oğlum
dedi benim öyle baktığımı görünce; ay hilalken yapılmaz böyle şeyler. Tarhana
karılmaz mesela, erişte kesilmez, salça yapılmaz, pekmez kaynatılmaz. Ay
hilalken yapılırsa bunlar ya kurtlanır ya da bozulur. Kurtlanıp bozulmasa bile,
beti bereketi olmaz. Uzun ömürlü ve bereketli olması için, bu tür şeyleri
illaki dolunay varken yapmak lazım. Biz atalarımızdan öyle gördük çünkü.”
▬ ▬ ▬