ESİR ŞEHRİN MAHPUSU (Kemal TAHİR)

Kemal Tahir’in “Esir Şehir Üçlemesi” serisinde ikinci kitap “Esir Şehrin Mahpusu”. İlk kitabı okuduğum dönemde öğretmen arkadaşlardan biri “Ay, sen de mi okuyorsun? Çok güzel bir kitap değil mi?” nidasıyla yanıma geldi. O dönemde kitaba yeni başlamıştım. Kitabın sürükleyici olduğunu, beğendiğimi söyleyince “Bunu bitir, diğer ikisi bende var. Okumalısın. Çok beğeneceksin.” dedi.

Bekirağa Bölüğü

Bir öğrencimin ödünç verdiği “Esir Şehrin İnsanları” adlı kitaptan sonra macera ikinci kitapla ve son hızla devam ediyordu benim için. Çünkü ilk kitabı büyük bir merak ve keyifle okumuştum. İlk kitabın sonunda Kamil Bey hapse girmişti ve aklımda tek bir soru vardı: “Peki, şimdi ne olacak?”


İkinci kitap da tıpkı birinci kitapta olduğu gibi kendi içinde bölümlerden oluşuyor. Bu kitabın ilk başlığı ise “Hafız Ağa”.
Kamil bey üç aydır hapistedir. Resim çalışmalarını sürdürebildiği, nispeten rahat sayılabilecek bir ortamdan kelepçelenerek alınır. Kamil Bey’in BekirağaBölüğü’nden hapishaneye gelişi yaşadığı karmaşa, apayrı bir dünyaya adım atışı, ilk sayfaların konusunu teşkil ediyor.

“Arabanın katı minderine kendini bıraktığı zaman asıl kesikliğin dizlerinden değil ruhundan geldiğini anlamıştı.”

                                               * * * * *

“Tabanlarında tahta döşemenin serinliğini duyar duymaz, dört aya yakındır Bekirağa bölüğünde yattığı halde, asıl mahpushaneye şimdi ayak bastığını anlayarak ürperdi.”

                                               * * * * *
Kamil Bey’in hapishane günleri bu kitabın en büyük zenginliği bence. Hapishanedeki suçluların argo konuşmaları, kendilerine has bir jargon kullanmaları diyaloglara renk katmış. Hapistekiler o dönemde işlenen suçları, halkın düşünce yapısını bir ayna gibi bize yansıtıyor. Farklı suçlar için kişilere takılan lakaplar, koğuşta yaşananlar güçlü bir betimlemeyle gözümüzde canlanıyor. Adeta o dönemin bir panoraması.

Bir yanlış anlaşılma sebebiyle Kamil Bey’in “hırsızlık” suçundan geldiği sanılır ve ona göre koğuşa alınır. Siz de tahmin edersiniz ki Kamil Bey’le koğuştaki insanların yaşama bakışı çok farklı. Onların alengirli işleri, kaba konuşmaları Kamil Bey’in epey uzağında. Ancak ne çare ki onlarla bir arada yaşamak durumunda ve bu sebeple ortama ayak uydurma çabasındadır.

“Apansız yer değiştirmenin karmakarışık duyguları, yasalarını hiç bilmediği bir yerde, hiç tanımadığı insanlara uyma çabalaması, dayanma gücünü yatağa girene kadar ayakta tutabilmişti.”

                                               * * * * *

“Hasan’ın yanına gönderilmemek, bir bakıma işe mi yarayacak? Memleketin çeşitli çevrelerinden çeşitli insanları tanımak ne büyük bir kazanç olur. ‘Halk’ deyip geçiyoruz. ‘Halk’ dediğimiz şey, sanki bir kalıptan çıkıyormuş gibi… Halkları meydana getiren kişilerin ruhlarındaki ayrıntıları tanımak lazım… Bu da ancak halkın çeşitli grupları içinde yaşamakla elde edilebilir.”

Eminönü, 1930'lar

                                               * * * * *

“Aşağıdan yukarıya varan o ağır koku Nermin’i belki zehirleyip öldürmezdi ama, aralarındaki bunca yıllık sevgiyi, saygıyı, güveni filan mutlaka silip götürürdü. ‘Bazı insanlar, sevdiklerini, belli bir çevreyle beraber değerlendirirler. Başka bir çevrede onları hemen yadırgarlar!’ Bunu nerede okuduğunu bulmaya çalıştı.”

                                               * * * * *

“Görüşmeye gittikleri günlerden birinde İhsan, cezaevleri için, ‘Burası çıplak adamlar ülkesi,’ demişti. ‘Buradaki çıplaklık, üst başla ilgili değil, insanların iç yüzleriyle ilgili… Dışarıda insanı insandan saklayan çeşitli perdeler, peçeler, maskeler, burada birkaç güne varmadan sıyrılıp düşüyor. Bir araya kapatılmış olmak hiçbirimizde, olduğumuzdan başka türlü görünebilmek gücü bırakmıyor. Kendilerini olduklarından başka türlü göstermeye çabalayanlar ancak bir iki hafta dayanabiliyorlar. Dışarıda da böyle ama, ne sizin beni araştırmaya vaktiniz var ne de benim sizi.”

                                               * * * * *

“Kendisini yadırgadıklarına artık iyice inanmıştı. Bir şey vardı ki milletle kaynaşmasını önlüyordu. Galiba her lafa ‘Efendim’ demesi, durmadan teşekkür etmesi… Geldiğinden beri kimsenin kimseye ‘Efendim’ dediğini, teşekkür ettiğini duymamıştı.”

                                               * * * * *

Koğuşta yaşanan bir kavga Kamil Bey’in asıl suçunun ortaya çıkmasına vesile olur. Hapse siyasi suçla girdiği anlaşılınca işler değişir. Diğer koğuşta lakabı “Hafız Ağa” olan Kamil Bey’in bu koğuştaki lakabı artık “Millici Abi”dir.

“Bir büyüğümüz geliyor da, ben şimdiki gardiyanları hizaya dizip selama durduramıyorum. İşte başgardiyan olacak ayıyı gördünüz. Yok siz, ‘Suçum iftira,’ demişsiniz de… Yok Amcabey olacak köpek ‘Sirkat’ yazmış da… Yok araya bayram girmiş de. Kollarını havaya kaldırıp kapıya döndü. ‘Ulan ayı! Soylu bir efendiyi, bir bakışta bin kişinin içinden seçip alamayınca, ben sana başgardiyan mı derim.’”

                                               * * * * *

“Eskiler, ‘Dünyanın ucu uzun…’ demişler. Neden demişler? İşlerin içyüzü geç anlaşılıyor da, ondan…”

                                               * * * * *

“Onlar iyilikten kötülükten anlamaz sokak serserileri… Hepsi kumara düşkün… Giydirseniz, giydirdiklerinizi bir saat sonra götürüp satarlar da parasıyla kumar oynarlar.”

Üçlemenin ikinci kitabı olan “Esir Şehrin Mahpusu” Kamil Bey’in eşi Nermin Hanım’dan boşanma kararı almasıyla sonlanıyor.  Bu karar Kamil Bey ve ailesini nasıl etkileyecek merak ediyorsanız cevabı üçüncü kitap “Yol Ayrımı”nda.
                                       ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ