ESİR ŞEHRİN İNSANLARI (Kemal TAHİR)

Yaklaşık sekiz ay önceydi. 11. sınıf öğrencilerimle edebiyat dersi için performans çalışması hazırlıyorduk. Bu çalışmadan ve sonucundan daha önce sizlere söz etmiştim. Merak edenler için: “kitap performans ödevi
İşte o dönemde öğrencilerle okuduğumuz kitaplar hakkında sohbet ederek işe başlamıştık. Öğrencilerimden biri Ahmet Ümit’in “Elveda Güzel Vatanım” adlı kitabını tavsiye etmiş ve bana ödünç olarak vermişti. Bir diğer öğrencim ise Kemal Tahir’in “Esir Şehrin İnsanları” kitabı hakkındaki fikrimi sordu. Henüz okumadığımı belirttim. Ablası ve babası okumuş; çok methetmişler. Bu sebeple kendisi de merak etmiş, kararsız kaldığı için de bana danışmak istemiş. Ben de meraklanmıştım. Ertesi gün kitabı bana getirdi. “Siz benden daha çabuk okursunuz. Önce siz okuyun. Ben de sonra okurum.” Böylelikle aşağı yukarı aynı dönemin anlatıldığı iki kitabı aynı zamanda okumuş oldum. Ahmet Ümit’in kitabıyla ilgili düşüncelerimi merak ediyorsanız “Elveda Güzel Vatanım”.

Beyazıt Okçularbaşı caddesi - 1930'lu yıllar

Gelelim “Esir Şehrin İnsanları”na. Kitap aslında bir üçlemenin ilk kitabı “Esir Şehir Üçlemesi”.


Kendi içinde de bölümlere ayrılan kitap “Esir İstanbul”la başlıyor. 1900’lü yılların başındayız. Kamil Bey Abdülhamit’in zengin vezirlerinden Selim Paşa’nın tek çocuğu. Genç yaşında büyük bir mirasa konmuş. Kültürlü, bilgili, alçakgönüllü, ihtiyatlı biri. Paşa kızı Nermin Hanım’la evli. Nermin hamile.

“Birinin sözü öbürünü tutmuyor, en güvenilir dostlar, dün söylediklerini bugün unutuyordu. Savaşı kazananlar yediden yetmişe, talandan en büyük payı kapma hırsındaydılar. Herkesin gözleri dönmüş, savaş öncesinin kibarlığı, sanki ölenlerle beraber göçüp gitmişti.”

                                               * * * * *

Kahramanların ve dönemin tanıtımından sonra hikaye hareketlenmeye başlıyor. Nermin babasının ölümüyle yoksulluk ve zorluklarla karşılaşır. Alacaklılar yüzünden evi boşaltırlar. Bu arada kızları altı yaşına gelmiştir. Kamil Bey ailesiyle Nermin’in İstanbul’daki halasının evine taşınır.

“Hiçbir memleket, aydınlarının, soylularının, devlet adamlarının topundan bir anda vazgeçemez. Geçmeye kalkarsa kıyamet kopar. Ayak takımı kısa zamanda yer birbirini… Gorki’yi bilirsiniz. Bolşevik yazarlardandı. Geçen hafta karısıyla beraber kurşuna dizmişler herifi Bolşevikler…
– Bolşevik yazarsa, Bolşevikler neden kurşuna dizsin?
– Ayak takımına yaranılmaz da ondan… Anlaşamazsınız. Çünkü iyilikle kötülüğü ayırt edemezler.”

                                               * * * * *

“Yoksul insanların varlıklılarla neden aynı olaylar karşısında aynı düşüncede, duyguda, davranışta olamayacaklarını şimdi daha iyi anlıyordu. Yoksulluk umut kırıcıydı. ‘Umudunu yitiren her şeyi yitirmiş olur’ sözü doğru ise yoksulların duyacakları bunaltının hele çok sürer, hele başkalarının sorumlulukları da binerse ne kadar dayanılmaz hale geleceğini şimdi, bu eski arabanın diş gıcırtılarına benzeyen sesleriyle sarsılırken gerçekten anlıyordu.”


Beyoğlu - 1930'lar...
Fotoğraf : Selahattin Giz
                                               * * * * *

Kamil Bey bir gün komşusunun kapısını çalar. Karşısına çıkan kişi cüppeli, sakallı Kadiri dervişi Fuat Mahir Paşa'dır. Kamil Bey’le eskiden tanışmaktadırlar. Ancak köprünün altından çok sular geçmiş, Fuat Paşa neredeyse bambaşka biri olmuştur. Kamil Bey’e modern yaşantısından vazgeçip nasıl derviş olduğunu anlatır. 
Kitabın bu bölümünden itibaren artık İstanbul ve ahalisi gözümüzde şekillenmeye başlıyor. Nermin’in ailesi o günün sosyetesini; Fuat Mahir ise tarikatları, dini inançları yansıtıyor. 

“Bizde tarikatlar 100’e yakındır, bunların ayrıca yüzü aşkın şubeleri vardır. Yalnız bizde böyle değil bu… Hıristiyanlıkta, Musevilikte, yetmiş beşe yakındır tarikatlar.. Bunları, gireceğim yolu seçmeye çabalarken okudum biraz… Şunu gördüm. Araplar mezhep kurucusudurlar. Biz Türkler tarikat kurucusuyuz. Arap mezhepleri Sufiliğe, Türk tarikatları tasavvufa dayanır. Tasavvufa göre dünyada her şeyden önce güzellik vardı. İbadet bu güzelliğe tutkunluktur. Bu sebeple Türk’ün bağlanacağı inanç, Allah korkusundan değil, Allah sevgisinden gelir. Okudukça tasavvufun yalnız Türk’e mahsus bir yol olduğunu anladım. Türk illerinde doğmuş, Anadolu’da gelişmiştir. Türk tasavvufu şamanlıkla İslamlığın karışımıdır. Buna biraz da yeni Platonculuk katılmış Roma Anadolu’sundan kalıntı… Daha doğrusu Stoisizm… Anadolu’ya Şeyh Ahmet Yesevi adına halifeleri yaymıştır tasavvufu…”

                                               * * * * *

“Öyle bir cıvık geçit geçiliyordu ki herkes her şeyi, hatta düşmanla işbirliğini bile vatan için yaptığını söylüyordu.”

İstanbul, Moda - 1930'lar
Dördüncü bölümün başında tarih 16 Mart 1920. İstanbul İngilizler tarafından işgal edilmiştir. 
Dört, beş ve altıncı bölümlerde romana yeni isimler katılıyor. Dolayısıyla hikâye çeşitlenmeye başlıyor. Romandaki her karakterin bir işlevi var. Her biri İstanbul’un farklı kesiminden bir insanı tanıtıyor bize. Örneğin İhsan Kuva-yi Milliye taraftarlarının durumunu yansıtırken, eşi Nedime ile o günün aydın kadınları ve yaşayışları üzerine fikir sahibi oluyoruz. Karadayı sayesinde Bab-ı Âli ve dönemin gazetecilik anlayışı hakkında bilgi ediniyoruz. 

                                               * * * * *

“Kamil Bey, davacısına beddua eden cadalozla avukatına çıkışan orta yaşlı erkeği, sıtma görmemiş sesiyle kasılan mübaşiri, annesini kaybettiğini sanıp avaz avaz ağlayan çocuğu aynı zamanda duyarak, baş dönmesine benzeyen bir sersemliğe düşmüştü.
Burada on dakika dolaşmak, temelleri birkaç yüzyıldır çatırdayan kocaman bir imparatorluğun neden çöktüğünü insana anlatabilirdi. Bir devletin, devrini tamamladığı, adaletinin bu halinden belliydi. Burası, karmakarışık, yırtık pırtık, mahvolmuş bir adaletin süründüğü ‘antika’ bir yerdi.”

                                               * * * * *

“Halka, bu harbin eskilere, mesela 93 Harbi’ne, Balkan Harbi’ne, seferberliğe benzemeyen bir başka boğuşma olduğunu anlatmalıyız! Bir başka harptir bu… Kadını, erkeği, çocuğuyla yapılması gerek, bir vatan, millet harbi… Bunu hem yapmaya hem de kazanmaya mecburuz.”

Nakiye Elgün Taksim Meydanı'nda
Çocuk Hakları Bildirgesi okuyor, 1930

                                               * * * * *

“Fırsat verilse, memleketi, hatta bütün dünyayı birkaç günde düzeltecek fikirler ileri sürdükleri halde, kravatlarını düzeltmekten güçsüzdürler. İlk tanışmada, ilk işleri kirpi gibi dikenlerini uzatmak, atıp tutmak, kişiliklerini olduğundan çok daha değerli göstermeye çabalamaktı.”

                                               * * * * *

“Kamil Bey, bıyıklarına rağmen erkek elbisesi giymiş sevimli bir kocakarıya benzeyen Hüseyin Rahmi’yi, nazır olduğu halde, kundurasının bağlarında birkaç düğüm bulunan Rıza Tevfik’i, yazdığı anılarındaki çekingen, pısırık çocukla hiçbir ilintisi bulunmayan babacan Ahmet Rasim’i de tanıdı.”

Yedinci bölümde Nedime’nin Nermin’i ziyaretiyle “kadının toplumdaki yeri” konusuna değinilmiş. Sohbete katılan Kamil Bey’de bir erkek gözüyle düşüncelerini aktarmakta. Kamil Bey’in kültürlü biri olduğundan başta söz etmiştim. Yine bu bölümde Kamil Bey’in yaptığı resimlerden yola çıkılarak dönemin sanat anlayışına yer veriliyor.

                                               * * * * *

“Kamil Bey, düşünür gibi konuştu:
— Yahut da, bizim millet acıya alışmış. Biz hepimiz bahtsızlığa o kadar alışmışız ki, sevinç anormal geliyor. Bilmez misiniz, bizde yüksek sesle gülmek ayıpların başında sayılır. Hele çocuklar için… Sonra hocalar bize cennetin sevinçleri yerine durmadan cehennemin işkencelerini belki de bu sebeple anlatırlar…”

                                               * * * * *

Kamil Bey Padişaha hainlik ve Kuva-yi Milliye’ye yardım sebebiyle yakalanır. Kendisi artık hapistedir. Hapiste günleri nasıl geçecektir, karısıyla ilişkisi bu durumdan nasıl etkilenecektir? Soruların cevabı ikinci kitap “Esir Şehrin Mahpusu”nda.

“Yabancıların ne düşündüğü bizi hiç ilgilendirmez. Onlar ‘Tavşana kaç, tazıya tut’ derler. Kârlarından başka bir şeye bakmazlar.”

                                               * * * * *

“O zaman bu işi, vatan uğruna İttihatçılar yapmışlardı, şimdi de tabii gene vatan uğruna İtilafçılar yapıyor.”

                                               * * * * *

“Aç kalmak ihtimalini unutarak karısının, bu fedakârlığı yapacak kadar kendisini sevip sevmediğini araştırdı. Evlendiklerinden beri, ikisi de, hiçbir önemli konuda karşılıklı fedakârlık fırsatı bulamamışlardı. Bolluk içinde, telaşsız bir ömür böyle denemeleri gerekli kılmıyordu. Bu sebeple sevgileri kitaplarda yazıldığı gibi çetrefil tehlikelerle hiç karşılaşmamış, ikisini de uğrunda tekrar tekrar boğuşmak zorunda bırakmamıştı.”

                                               * * * * *

“Kamil Bey eskiden beri başkasının sefaletine bakarak haline şükredenlerden iğrenirdi.”

                                               * * * * *

“Ormanın yırtıcılarında yırtıcılık, açlığı giderene kadarmış. İnsanlar arasındaki yırtıcılık, - ekmeğe, kadına, hatta yaşamaya dahi – tıka basa doymuş olsalar yine sürüyor.”
                                        ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ