KAYIP TABLO (Jonathan HARR)

2001 yılındayız. 91 yaşındaki bir İngiliz koleksiyoner, açık hava müzesi Roma’da ne arıyordu? Ünlü ressam Caravaggio ile ne gibi bir bağlantısı olabilirdi?
Kitabın ilk bölümü: “İngiliz”

Narciso (1590) por Caravaggio
(Galleria Nazionale d'Arte Antica, Roma)

“Her şeyden önce, bilinen topu topu seksen Caravaggio tablosu vardı. Hatta kimileri bu sayının altmıştan az olduğunu savunuyordu. Tabloların bir kısmı İkinci Dünya Savaşı sırasında yok edilmiş, diğerleri geçen yüzyıllar içerisinde ortadan kaybolmuştu. Geçek bir Caravaggio piyasaya pek sık çıkmıyordu.”

                                               * * * * *

“İngiliz, Caravaggio’nun diğer birkaç kayıp tablosunun da peşine düşmüştü. Bunlardan özellikle biri İsa’nın Yakalanışı hem kendisi hem Longhi açısından bir tutkuya dönüşmüştü. Tablo iki yüzyıl önce birdenbire ortadan kaybolmuştu. Tıpkı Vaftizci Yahya gibi, her biri birer şaheser sayılabilecek birçok taklidi ortaya çıkmış ancak hiçbiri Caravaggio’ya atfedilecek değerde bulunmamıştı. Longhi, ölümüne yakın bir dönemde tablonun ortadan gizemli bir şekilde kaybolmasıyla ilgili önemli bir ipucu yakalamıştı.
Sir Denis, Longhi’nin doğru akıl yürüttüğünü söyledi. Ancak zavallı meslektaşının ömrü, gizemi çözmeye yetmemişti.”


                                               * * * * *

Kitabın ikinci bölümü: “Romalı Kız”
1989 yılındayız. Yine Roma’dayız. Kütüphaneden çıkan 24 yaşında, randevusuna yetişmeye çalışan bir lisansüstü öğrencisi: Francesca Capeletti.

“Giampaolo Correale adında bir adamla randevusu vardı. Adam kendisini ve arkadaşı olan birkaç sanat tarihi öğrencisini Capitoline Müzesi’ndeki birtakım tabloları araştırması için tutmuştu. Birkaç haftada bir toplanarak gelişmeleri değerlendiriyorlardı. Francesca bu toplantılara her seferinde geç kalmazdı. Geç kaldığı zamanlarda ise Correale elini sallayarak önemli olmadığını söylerdi. Sonuçta en verimli çalışanlarından biri olduğunu kanıtlamıştı. Ancak öte yandan adamın, Francesca’nın her an tetikte durmasına yol açan bir mizacı vardı. Gülüp eğlenirken birdenbire ani öfke nöbetine girebiliyordu.”

                                               * * * * *

“Francesca, Caravaggio’nun bir eserini ilk kez on bir yaşındayken görmüştü. Navona Meydanı yakınlarındaki San Luigi dei Francesi Kilisesi’ndeydi. Bir hukuk bürosunda muhasebecilik yapan babası, kendisini ve iki kız kardeşini her Pazar günü öğleden sonra kiliseye gider gibi güzel giydirir, Roma’da gezintiye çıkarırdı. Forumdaki antik kalıntıları ya da büyük müze ve kiliselerdeki resim ve heykelleri görmeye giderlerdi. Üç kız kardeşin en büyüğü olan Francesca bu gezintileri bir oyun haline getirmişti. Resme bakarak, altındaki yazıları okumadan ressamını tahmin etmeye çalışıyordu. Zamanla, futbolcuların isimlerini ve istatistiklerini ezbere bilen erkekler gibi, o da Rönesans ve Barok dönem ustalarının isimlerini ezbere bilir olmuştu.”

                                               * * * * *

“Binada yaklaşık dört yüz yıldır Doria Pamphili ailesi ve onların soyundan gelenler yaşıyordu. Yüzlerce resim ve heykelden oluşan sanat müzeleri halka açıktı.”

                                               * * * * *

“Kayıtta ressamın adına yer verilmemişti ancak bunda şaşılacak pek bir şey yoktu. Birçok kayıtta ressamın ve heykeltıraşın adı yer almazdı. Bunun nedenlerinden biri, sanatçıların eserlerine imza atmamasıydı. Rönesans dönemine dek sanatçılara da, tıpkı ayakkabı ustaları gibi, el sanatları konusunda ustalaşmış yetenekli zanaatkârlar gözüyle bakılırdı. Michelangelo, Leonardo, Raphael gibi ustalar sayesinde tanınmaya ve sosyal basamakları tırmanmaya başladıktan sonra bile, eserlerine imza atma fikrini pek benimseyememişlerdi. Bu uygulamanın yerleşebilmesi 19. yüzyılın sonunu bulmuştu.”

                                               * * * * *

Kitabın bu bölümde ressam Caravaggio ve yaşadığı dönemle ilgili bilgilere de yer veriliyor. Özellikle 1500’lü yılların sonundaki Roma tasviri hiç de öyle içaçıcı değil. Dönemin İtalya’sı, ressam Caravaggio’nun hayatından yola çıkarak başarıyla resmedilmiş.

“Francesca, Caravaggio’nun yaşamı hakkında ortaya çıkardığı, karanlık bir sahnede oynanan oyunları andıran kısa kesitlerden büyülendiğini hissediyordu. Bu kesitlerin en ayrıntılı ve canlısına ise eski polis kayıtlarının bulunduğu bir ciltte rastladı.
Örneğin; 1597 yılının Temmuz ayında, bir Salı gecesi meydana gelen olayla ilgili soruşturma… Bu belge, Caravaggio’nun görünüşü hakkındaki bilinen ilk kayıt olmasından dolayı önem taşıyordu.”

                                               * * * * *

“Francesca, bu çıkarımı Longhi’nin bir sanat tarihçisi olarak dehasının kusursuz göstergelerinden biri olarak değerlendiriyordu. En ufak bir ipucundan iki yüz yıllık bir belgenin tek bir satırından hareket ederek, oturduğu yerden, kayıp Caravaggio tablosunun sırrını çözmeye başlıyordu.”

                                               * * * * *

“Her bir tabloyu, ‘tarzında’, ‘ekolünden’ gibi sözlerle tanımlayarak, önemsiz ressamların çalışmaları gibi göstermeye çalışmıştı. Altı tablo için toplam beş yüz yirmi beş scudo ödenmiş gibi görünüyordu. Laura, Moir’in, Hamilton Nisbet’in ödediği gerçek parayı daha düşük göstermiş olabileceğinden şüphelendi. Moir tahminen bu tür işlemlerde uzmanlaşmış biriydi. Tablolar ne kadar önemsiz olursa ülkeden çıkarmak da o kadar kolaylaşıyordu. Ödenen vergiler de o oranda azalıyordu.”

                                               * * * * *

“Edingburgh, dar Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla, 18. yüzyıldan kalma binalarıyla, şehre bakan tepedeki kale kalıntılarıyla, Roma’nın İngiliz versiyonu gibiydi. Ancak çok daha düzenli ve temiz, trafik kurallarına uyulan bir şehirdi.”

                                               * * * * *

“Francesca tablonun üç yüz yirmi yıllık hikâyesini tespit edebilmişti. Bu dönem boyunca imparatorluklar kurulmuş ve yıkılmış, savaşlar çıkmış, servetler kazanılmış ve yitirilmiş, salgın hastalıklar, seller, kuraklıklar ve kıtlıklar yaşanmıştı. Topu topu yetmiş yıl önce, Nisan ayında, bir Pazar sabahı, tablo burada, bu binada satılmış ve ardından ortadan kaybolmuştu. Tablonun yok olduğu fikri de hiç mantıksız değildi. Sonuçta bir bez parçasından ibaretti.”

                                               * * * * *

Üçüncü bölüm “Restoratör” İrlanda Ulusal Müzesi’nde başlıyor. 1990 yılının Ağustos ayındayız. Başrestoratör Andrew O’Connor’la müze görevlilerinden Sergio Benedetti iki yıldır restorasyon stüdyosunda çalışıyor ve sanat dünyasında ses getirecek işlere imza atmak istiyorlar.

                                               * * * * *

“İtalya’da restoratörlere yetenekli ustalar gözüyle bakılırdı. Sanat tarihçileri ise onları doktorlar, avukatlar ve üniversite profesörleriyle aynı statüye sahip profesyoneller olarak görürdü.”

                                               * * * * *

“Birçok sanat tarihçisi tek bir ressam seçerek kariyerlerini onu incelemeye adardı. Benedetti de amatör bir sanat tarihçisi olarak kendisine Caravaggio’yu seçmişti.”

                                               * * * * *

“Bir tablonun astarını değiştirmek bir restoratörün kolay kolay verebileceği bir karar değildi. Bu, yaşının ve yaşadığı stresin etkisiyle zaten bitkin düşen bir hastaya, yani tabloya, kalp ameliyatı yapmak gibi bir şeydi.”

                                               * * * * *

“Birkaç ay gibi kısa bir süre içerisinde, hiç tanıtımı yapılamayan Caravaggist ressamlar sergisi 19 Şubat 1922’de açıldı. İlk gün sergiye iki bin kişi birden geldi. Müzenin güvenlik görevlileri, vestiyer görevlileri ve küçük kitapçıdaki çalışanlar bu ilgi karşısında şok olmuştu.”

                                               * * * * *

Caravaggio’nun çalkantılı hayatı, başından geçenler kitabın pek çok sayfasında yerini alıyor. Bu bölümde de Caravaggio’nun polisle başının derde girdiği olaylardan biri daha aktarılmış. Görgü tanıklarının ifadeleri ve polis tutanaklarından yararlanılarak canlandırılan olayla maceranın gerçeklik duygusunu güçlendiriyor.
Caravaggio

“Caravaggio, 20 Ekim günü tavernaya giden dar ve dik bir caddede saldırıya uğradı. Kendisine saldıran insanların niyetinin onu öldürmek değil, yüzünü keserek façasını bozmak olduğu anlaşılıyordu. Caravaggio’yu en yakından tanıyan kişi olan biyograf Baglione, ‘Yüzü tanınmayacak derecede parçalanmıştı’ diye yazar. Saldırganların kimliği bilinmemekle birlikte saldırının nedeni sanat tarihçileri arasında uzun süre tartışılmıştır. Caravaggio’nun düşmandan bol bir şeyi yoktu.”

                                               * * * * *

“Malta’da kaldığı bir yıl içerisinde, normalde kabul edilmek için yüksek bir ücret ödemeyi gerektiren, Malta Şövalyeleri’ne kabul edilmişti. Caravaggio üyelik ücretini tablolarıyla ödemişti. Birkaç aylığına da olsa üyelerin gördüğü saygının ve bir soylunun zengin yaşamının tadını çıkarmıştı. Ancak bir süre sonra bir şövalyeyle kavgaya tutuşmuştu. Bu, katı kuralları olan bu cemiyet tarafından çok ağır bir suç kabul ediliyordu. Kısa süreliğine hapse atıldı. Ancak hapisten kaçarak Sicilya’ya gitmeyi başardı.”

Dördüncü bölüm ise “Parti” adını taşıyor ve tarih 1993.

Kitabı aldığımda Caravaggio isimli bir ressamın varlığından haberim bile yoktu. Hayali bir kahraman zannetmiştim. Romanı okumaya başladığımda işler değişti. Caravaggio 1500’lü yılların sonunda Roma’da yaşamış bir ressamdı ve gerçekten de pek çok suça adı karışmış, dönem dönem zor şartlar altında yaşamış, karanlık ve kasvetli denebilecek resimler yapmış, kayıp tabloları ile aranan bir isim haline gelmişti.
Kitapta olaylar roman kurgusu içinde aktarılmış. Resim sanatıyla, restoratörlükle ilgili bazı bilgiler de mevcut. Ancak bunlar okuru sıkmadan doğal akışı içinde verilmiş. Bu arada sanat eserlerinin nasıl kaçırıldığı, kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığı, nasıl kaybolabildiği ile bilgiler de yine satır aralarında saklı.
Genel olarak beğendiğim bir kitap oldu benim için. Özellikle tabloların orijinal olup olmadığını anlamak için yapılan çalışmalar, tablonun tarihi açıdan takibi, sanat çevrelerinin tablo peşinde koşuşturmaları ister istemez sizi de meraka sürüklüyor. Arada bazı yerlere gerek var mıydı, konu sanki birden kesilmiş farklı bir son olabilir miydi, soruları bile kafamı çok fazla meşgul etmedi açıkçası.
Kitabın sonundaki “Kaynakça” bölümünde ise bu roman için yazarın yaptığı araştırma ve okumalara yer verilmiş. Bu tarz bir roman için yapılan bunca çalışmaya da hayran kalmamak elde değil.
Sanat eserlerine ilginiz varsa büyük maceralar vaad etmeyen ancak keyifle okuyabileceğiniz bir roman.
                             ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ