İMPARATORLUĞUN SON NEFESİ (İlber ORTAYLI)
“Tarihimizi inceleyelim” denilse başlangıç sizce ne
zamandır? Ortaasya steplerine kadar gider misiniz yoksa 1071 mi dersiniz? Belki de sadece Osmanlı dönemi? “O kadar geri
gitmeyelim 1923 diyelim” diyenler de vardır mutlaka.
Oysa tarih bir bütündür. Bugün gerçekleşen bir olayın onlar,
yüzler, hatta binlerce yıl ötesine etki etmesi belki de kaçınılmaz bir gerçektir.
Şartların tarihi belirlediği göz önüne alınırsa şartları da belirleyen insanlar
değil midir?
İlber Ortaylı, “İmparatorluğun Son Nefesi” adlı çalışmasında “geçmiş”e
ya da daha doğrusu “günümüz”e ışık tutuyor. Benzer hataları tekrarlamayalım,
hatalarımızdan ders çıkarmayı bilelim diye.
Peki kitapta neler var?
Kitap beş bölümden oluşuyor. “Tarih Yapmak/Tarih Yazmak”, “Osmanlı’ya
Veda”, “İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e”, “İç ve Dış Politika”, “Tarihi Miras”.
Her bölüm yine kendi içerisinde alt başlıklara ayrılmış. Örneğin ikinci bölüm
olan “Osmanlı’ya Veda”da “Viyana Kongresi”, “Kırım Harbi”, “Balkan Harpleri”
gibi alt başlıklar bulunmakta.
“Türkiye maalesef tarihçi bir ülke değildir.
Evet, tarihî bir ülkedir, tarihi yapan uluslardan biridir, ama tarih bilimine
gerekli özeni göstermemiştir. Peki tarih yapmak kavramı ile kastedilen nedir?”
*
* * * *
“Filoloji
yönünden kuvvetli olmayan bir kavim, Batı medeniyetine girmiş değildir. Batı
medeniyetini diğer medeniyet çevrelerinden tefrik eden iki vasıf vardır:
filoloji ve musiki.”
*
* * * *
“Ansiklopediye
bakmayı, herhangi bir konu için ansiklopedi maddelerini aramayı bile
bilmiyoruz. Tabii, şunu da söyleyelim: Türkiye’de İnönü Ansiklopedisi (gecikmiş ve gerçekte tamamlanmamış) ve İslam Ansiklopedisi dışında gerçek
anlamda ansiklopedi de yoktur.”
*
* * * *
“Şimdi toplumda bir asalet merakı çıktı. İnsanlar
boyuna bize şecere soruyorlar. Mesela bir hanım geliyor, ‘Benim soyum II.
Yakub’a dayanıyormuş, bunu araştırmak zorundayım’ diyor. Ama en azından
herhangi bir Osmanlı tarih kitabını eline alıp okuma alışkanlığı yok.
Türkiye’de size Almanya, Fransa ve Macaristan’daki gibi şecere veremeyiz; çünkü
bizde böyle bir imkân yok. Belirli nüfus kayıtları olabilir; ama çoğu ya
kayıptır, ya yanmıştır ya da bir yangın geçirmiştir.”
*
* * * *
“Masa
başında vakayiname tetkik edilmez, doğru düzgün vakayiname tetkik etmek için 50
tane yan dalı, yan belgeyi bir arada göz önünde bulundurmak ve çok esaslı bir
topografik araştırma yapmak gerekir.”
*
* * * *
“Vatikan devlet arşivleri dünyanın en eski
düzenli arşivleridir ve 1135’ten itibaren düzenli raporları vardır. Ondan
evvelki bilgiler fragman niteliğindedir. Hiçbir Türk tarihçisi o devrin
Latincesini öğrenip de gidip o arşivleri okuyup araştırmış değil. Ne üzücü ki
Türklerin Dede Korkut Destanı’nın en
iyi versiyonu bile İtalya’da Vatikan kütüphanelerinde bulundu.”
*
* * * *
“Zamanımızın Avrupa münevveri de maalesef iyi
yetişmiyor.”
*
* * * *
“Bugün
Türk tarihçiliğinde, Türk historiyografisinde İngilizce okuyup İngilizce yazma
anlayışı hâkimdir. Bunu çoğunlukla Anglosaksonlar yapıyor. Türkçe kaynak
okumuyor, hatta namusluca da bunu itiraf ediyorlar. Kitabın arkasında bir
bibliyografya görüyoruz: Almanca, İngilizce, Fransızca eserler okumuş ama
Türkçe namına hiçbir kaynak yok. Böyle bir çalışma, Rusya ve Japonya’da tarihçi
çevrelerde kabul edilemez. Japon tarihçiler çok nazik insanlardır, ne onlar ne
de Ruslar böyle bir durumu kabul edemezler.”
*
* * * *
“Bir
historiyograf milletler, yani tarih yazan milletler; bir de historiyografisiyle
alakası olmayan milletler var. Türkler maalesef ikinci sınıfa giriyor. Daha önce
de belirttiğim gibi Türkler tarih yapar, tarih yazmaz. Fakat mesela Macarlar,
Almanlar, Ruslar, hatta İranlılar tarih yazarlar. Bunun iktisadi gelişmişlikle
alakası yoktur. Biliyorsunuz, İran Türkiye’ye göre iktisadi bakımdan çok
geridedir. Kırlarla kentler arasında müthiş fark vardır. Ama İran Türkiye’yle
mukayese edilmeyecek kadar edebiyat tarihi ve tarih kültürü olan bir
memlekettir. Bu yüzden de çok daha orijinal sosyologları vardır.”
*
* * * *
Kitabı büyük bir ilgi ve beğeniyle okudum. Daha önce “kitap
pınarım”da İlber Ortaylı’nın “Defterimden Portreler” adlı kitabına yer vermiş
ve kitapla ilgili düşüncelerimi dile getirmiştim. Bu kitabı daha çok
beğendiğimi söylemeliyim. Her bölümde bir olaya ağırlık verilip sadece o olay
açıklanmış. Bu yönüyle tam bir kaynak
kitap niteliği taşıyor. İlginizi çekebilecek pek çok bilgi, detay bu kitapta
sizleri bekliyor.
Tarih tekerrürden ibaret değildir ama tarihimizi iyi
öğrenemezsek birçok olayın benzerini yeniden yaşama ihtimalimiz de artar mı acaba?
“160 yıl önce Rusya’ya karşı, Osmanlı’yla birlikte
Avrupa’nın büyük devletlerinin de katıldığı Kırım Harbi baş gösterdi. Rusya’nın
Akdeniz’e inme hayallerinin önüne geçmek isteyen İngiltere ve Fransa’nın
askerleri İstanbul’da toplanıp Kırım üzerine yürüdüler. Savaş, dünya tarihine
sert çarpışmaların yanı sıra salgın hastalıklar ve savaşan tarafları olan Rusya
ve Türkiye’nin yaşadığı mali iflasla damgasını vurdu.”
Kırım Savaşı sırasında Balıklava'da bulunan limandan tekneye bindirilen hastaları gösteren renkli litograf (William Simpson, 24 Nisan 1855). |
*
* * * *
“Osmanlı maliyesini iflas ettiren Dolmabahçe
Sarayı’nın inşası değildir, Kırım Harbi’dir. Rusya ile yapılan savaşlar Rus
maliyesini de krize sürüklemiştir.”
*
* * * *
“Bugün bile Kırım Harbi’nin sebeplerinin ne
olduğu ve niçin başladığı, bir yerde I. Cihan Harbi gibi, açıkça izah
edilemiyor. Bu kadar kalabalık sayıda ordu, bu kadar mühimmat, bu kadar para,
bu kadar insan hayatı o devir için bile niye tüketildi, bunu tayin etmek çok
zordur.”
*
* * * *
“Osmanlı-Mısır
ilişkilerinin en hareketli olduğu dönem, Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve onun haleflerinin
ülkeyi yönettiği yıllardır. Mehmed Ali Paşa, Mısır’da pek çok reform başlattı.
Osmanlı’dan bağımsız olma niyetindeydi. Ancak başta İngiltere olmak üzere
Batılı devletlerin Mısır üzerindeki etkisi nedeniyle ne o ne de halefleri bu
isteklerini gerçekleştirme imkânı bulabildi.”
*
* * * *
“Osmanlı
İmparatorluğu’nun I. Cihan Harbinde neden Almanya-Avusturya blokunu tercih
ettiği tartışılan bir konudur. Osmanlı önce İngiliz-Fransız blokuna başvurmuş,
ancak ittifakı Türkleri iyi tanıyan Almanya ve Avusturya ile kurmuştu, daha
doğrusu kendini bu konuda zorunlu hissetti.”
*
* * * *
“Rusya bir ara Almanya’ya yanaşsa da bu
ittifak İngiltere’nin manevralarıyla İngiltere-Fransa-Rusya ittifakına
dönüştürülmüştü. Almanya ise ezeli rakibi Avusturya ile yakınlaşmaktaydı.”
* * * * *
“Savaşan birçok Balkan devleti, Romanya, hele
Yunanistan 1917’de savaşa girmiştir. Türkiye’nin acele savaşa girişi başlı
başına bir hataydı. Almanya tarafında savaşa girişi ise daha da büyük bir hataydı.”
*
* * * *
“Demek
ki objektif olarak, büyük bir mirasa, güçlü bir yapılanmaya, önemli bir
potansiyele ve tarihi bir zenginliğe sahip bir milletten söz ediyoruz. Bu
hiçbir zaman değişmeyecektir. Bu halin dejenere olması, ortadan kalkması
fevkalade güçtür. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Birincisi, Türkiye’nin
bugünkü toprakları, dünyanın etnik yapısı en geç değişen bölümlerinden biridir.
Bu topraklar Miladi 12’nci asırda Türkleşmiştir. Memleketimizin adını Türkiye (Turchia), Turcmenia olarak koyanlar da
bizler değiliz; İtalyan gözlemcilerdir. Çünkü tüccar İtalyanlar o tarihte
Akdeniz medeniyetinin sözcüleridir. Coğrafya ve dünyayı çok iyi
bilmektedirler.”
*
* * * *
“Eğer
Türk tarihinin bilhassa modern zamanlarında birtakım olumsuz gelişmeler
olduysa, bunun nedenlerini sadece – hiçbir şekilde tasvip etmediğimiz –
darbelerde değil, sivil idarede de aramamız gerekir.
Bu sorunların
başında, imparatorluk geleneğinde bulunmayan nepotizm gelir. ‘Nepos’ Latincede
‘yeğen’ demektir. Papaların bir kısmının, kilise varidatını, mülkünü ve
idaresini sözde kendi yeğenlerine bırakmasıyla ortaya çıkmış bir terimdir. Genel
kullanımı itibariyle, ‘akraba kayırıcılığı ve aşiretçilik’ demektir. Bizim
tarihimizde bu geçmişten gelen bir hastalık değil, doğrudan doğruya
demokrasiyle gelen bir hastalıktır ve bizi eritip bitirmektedir.”
*
* * * *
“Altını çizmek gerekir ki Türkiye,
organizasyonu ve örgütlenmesiyle bugün üçüncü dünya değil, endüstri ülkeleri
arasında yer almaktadır. Fakat endüstri ülkelerine ait bir sınıfsal kültür
birikimi olmamasından ötürü de önemli sıkıntılar yaşamaktadır.”
*
* * * *
“16 Mart 1920’de İstanbul işgal edildi.
Şehzadebaşı’ndaki karakolun bütün askerleri şehit edildi.”
*
* * * *
“Lozan gayet mantıki ve onurlu bir uzlaşmadır.
Bunun üzerinde duralım. I. Harp bununla bitmiştir ve Lozan sayesinde Türkiye
ezilmişlik, haksızlığa uğramışlık ve ikinci büyük savaşa (1939 – 1945) bu
yüzden katılma, destekleme gibi bir heyula fikirden, kabustan uzak kalmıştır.
Bu, bütün Balkan ve Ortadoğu devletleri arasında oldukça önemlidir. O yüzden
biz Lozan’ı – tabii ki aşınacak ve eskiyecek bütün anlaşmalar gibi ama –
oldukça kalıcı, düzeni sağlayıcı bir anlaşma olarak görüyoruz.”
*
* * * *
“Dünyayı öğrenmek isteyen kişi coğrafya ve
tarih bilmek zorundadır. Bunun için de elbette filoloji çok önemlidir.”
*
* * * *
“Cumhuriyet devamlılıktır. Osmanlı, Türklerin
imparatorluğuydu, bu da Türklerin cumhuriyetidir.”
*
* * * *
“Devrim
her zaman dejenere olur. Başındaki insanlar oportünizme ve bencilliğe düşerek
birbirleriyle kapışırlar.”
* * * * *
“Amerika, oranın ayrı bir kıta olduğunu
keşfeden adamın, yani Amerigo Vespucci’nin adıdır. Şimdilik kendilerine
Amerikalı diyorlar. Ama yarın bir şey olduğu takdirde bir Fransız, bir İngiliz
ya da bir Alman gibi durabilecekler mi? Bu biraz şüpheli… Doğru, şu anda
Amerikalılar böyle olmakla övünüyorlar. ‘Biz bunu beraber yaptık’ diyorlar.
Sonuçta Amerika, toplama bir ülke… Ama aynı ülkeye bir kriz anında ne olur, onu
bilemiyorum.”
*
* * * *
“Menderes
çalışkan ve mutlaka vatanperver politikacıydı ama İstanbul’u tanımıyordu,
bilmiyordu. Şöyle bakardı İstanbul’a; dümdüz yol çizer, ‘Yapın’ derdi. Baktığı
zaman yolun ucunu görecek. Çünkü haberleri yoktu İstanbul’dan. Hiçbir zaman
şehri görmemiş, tanımamış, bilmemiş rahmetli. Kendince bir vatan sevgisi var,
iyi iş yaptığını zannediyor ama öyle değil tabii. Siz yol yapıyorsunuz diye
bütün eski doku gidiyor.”
*
* * * *
“Biz
mahvettik, sebep de aşırı zenginliğin kontrolsüz kullanılması. Türkiye
zenginleştikçe İstanbul mahvoldu. Oysa benim tanıdığım 50’li yıllardaki
İstanbul’un kendine has bir fakirliği vardı ve çok hoştu. Zengin İstanbul
görgüsüz ve berbat bir şehir oldu.”
İstanbul Dolmabahçe, 1950'ler |
*
* * * *
“Türkiye iki cihan harbinin birincisine
savaşan güç olarak katıldı. Denilebilir ki, Britanya İmparatorluğu bütün savaş
boyunca esas olarak Türk İmparatorluğu ile Süveyş’ten başlayarak Ortadoğu’nun
her yerinde çarpıştı; öyle ki müttefiklerimizden hiçbiriyle bu derece yoğun
çarpışmamıştır. Çanakkale ise (Gallipoli)
Britanya hükümetini de halkını da fevkalade sarsan bir savunmaydı. Bu nedenle
savaşın asıl suçlusu, onu başlatan Almanya ve Avusturya değil de adeta Türkiye
olarak görüldü.”
*
* * * *
“Türk
milleti sessizce ama kesin tavırlarla inandığını ve prensiplerini uygulamayı
bilmez. Bütün Akdeniz toplumları gibi laf kalabalığını, çene düşüklüğünü ve
gösterişi tercih ederiz.”
*
* * * *
“Yedi
yıl Topkapı Sarayı Müzesi’nin yönetiminde bulundum. Bu yönetim sırasında
Türkiye bürokrasisini tanıma fırsatı elde ettim, bunu en büyük kazancım olarak
görüyorum, çünkü biz Türkiye’nin seçkin üniversitelerindeki öğretim üyeleri
Türkiye’yi tanıdığımızı zannediyoruz, oysa raporlara ve nazariyata dayanan sade
bir bilgi birikimimiz var.”
▬ ▬ ▬