SANAT İNSANLARIMIZ
Oktay Akbal, pek çok türde eser veren sanat insanlarımızdan. Anı, öykü, roman, deneme...
Feridun Andaç, “Aydınlanmanın Işığında SANAT İNSANLARIMIZ” adlı kitapta büyük ustanın hayatını ve eserlerini ele almış. Kitabın içeriği oldukça zengin: Oktay Akbal’ın yazılarından seçmeler, kendisiyle yapılan röportaj, Oktay Akbal hakkında yazılanlar... Seksen iki sayfalık bu seçki tüm edebiyat sevenlere hitap ediyor.
“Recep Bilginer’in yerinde saptamasıyla: ‘Sadece ekmeklerin değil, hemen her şeyin bozulduğu, bozulmaya yüz tuttuğu ülkemizde, Oktay Akbal da, kalemiyle elinde mala sıva yapan bir yapı ustası gibi, düzeltmeye çalışıyor bozuk gördüklerini.’(Feridun Andaç)”
Feridun Andaç, “Aydınlanmanın Işığında SANAT İNSANLARIMIZ” adlı kitapta büyük ustanın hayatını ve eserlerini ele almış. Kitabın içeriği oldukça zengin: Oktay Akbal’ın yazılarından seçmeler, kendisiyle yapılan röportaj, Oktay Akbal hakkında yazılanlar... Seksen iki sayfalık bu seçki tüm edebiyat sevenlere hitap ediyor.
“Recep Bilginer’in yerinde saptamasıyla: ‘Sadece ekmeklerin değil, hemen her şeyin bozulduğu, bozulmaya yüz tuttuğu ülkemizde, Oktay Akbal da, kalemiyle elinde mala sıva yapan bir yapı ustası gibi, düzeltmeye çalışıyor bozuk gördüklerini.’(Feridun Andaç)”
Kaçımız
düzeltmeye çalışıyor bozuk gördüklerini? Yoksa hep bir şikâyet halinde miyiz?
Başkalarını görüyoruz da kendimizi görebiliyor muyuz acaba? Yoksa görmek mi
istemiyoruz? Hep karşı taraf mı hatalı? “Benim de hatalarım vardır; ama….” diye
başlayan cümlelerle yoksa karşı tarafın hatalı olduğunu mu vurgulamaya
çalışıyoruz?
* * *
* *
“Aydınlanma
düşüncesi onun yazın evreninde ışır sürekli. Okurda bilinçlilik an’ları
yaratır. Düşünmeye yöneltir. Dünle bugünün bağını kurdurur; yarına dönük kaygılardan,
düşüncelerden söz eder. Ele aldığı konu, işlediği sorun bu boyutlanışlara yer
eder onun yazın evreninde. (Feridun Andaç)”
Okuyor
muyuz? Belki okuyoruz da okurken düşünüyor muyuz? Geçmişimizi, tarihimizi,
doğrularımızı, yanlışlarımızı düşünüp geleceği yönlendirme gayreti taşıyor
muyuz? Yoksa “Okurken kafa yoramam sadece eğlenmek için ya da vakit geçsin diye
okurum.” mu diyoruz? Düşünüp üreten toplumlar mı geleceği kucaklar yoksa
duygularıyla hareket eden toplumlar mı? Her ikisinin dengelenmesi mümkün müdür
sizce ya da en iyisi kulakları tıkayıp gözleri kapamak mı?
* * * * *
“Eskiden
gazetelerin köşelerinde yalnızca ‘ünlü’ edebiyat adamları yazardı. Hangi birini
saymalı? Yakup Kadri, Refik Halit, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, vb.. Bugün durum
çok değişik. Her gazetede on yirmi köşe yazısı ve yazarı var. Pek çoğu
edebiyattan uzak arkadaşlar. Köşe yazarlığı çok istenen bir iş oldu! Üniversite
hocaları, iktisatçılar, hukukçular, sporcular, muhabirler hep köşe yazarı!..
Bir edebiyatçı, gazetecilikten çok şey kazanır, kazanmasını bilirse, kendini
güncelliğin çekiciliğine, alkışlarına kaptırmazsa! Bugün herkes ‘gazeteci ve
yazar’! Eskiden ‘edip ve yazarlar’ vardı, bu ‘edip’ sözcüğünün Türkçesini
bulamadık, bu yüzden her kalem sahibi ‘yazar’ oldu.(Oktay Akbal)”
Köşe
yazarlığı artık pek çok kişinin ilgisini çektiği için mi bugün gazetelerin
internet sayfalarındaki ‘blog’lara yazan bu kadar çok insan var? Köşe
yazarlığına ilgi duydukları için mi, birileriyle fikirlerini paylaşmak
hoşlarına gittiği için mi yoksa sadece adlarını duyurmak için mi? İleride de
muhabirlere, gazeteci yazarlara ihtiyaç duyulacak mı yoksa vatandaş kendi
haberini kendi mi yazacak?
*
* * * *
“O fildişi
kule yazarlığı geçmişte kaldı. Oysa Montaigne gibi fildişi kulelerde, şatolarda yazanlar da dönemlerinin gerçeklerini yansıtmışlardır. Yazarın sanatçının
içinde yaşadığı toplumun, dünyanın olaylarından kopması olanaksız. Hele
aydınlanma ışığını bir kez içinize indirmişseniz!... (Oktay Akbal)”
Sonuçta
hepimiz “insan” değil miyiz? Bir yazar “insan”ı anlattığında aslında “biz”i
anlatmış olmuyor mu? Hepimizde sevinç, öfke, hüzün, mutluluk… gibi insanlığın
tüm halleri yok mu?
*
* * * *
“Alman
elçiliğinde bir toplantıda Büyükelçi, Almanya’da yayınlanan bir Türk öykü
antolojisini okuduktan sonra, Türk insanını tanıyabildiğini söylemişti.
Bilimsel yapıtlardan, toplumsal araştırmalardan daha çok öykülerdir bir
toplumu, insanları sorunları ile yansıtan… (Oktay Akbal)”
*
* * * *
“Yığınlarca
yazıya, sıralanmış kitaplara bakarken ‘değer miydi’ diyorum, bunlarla uğraşacak
yerde yaşantımı daha başka bir biçimde mi kursaydım, daha mı mutlu olurdum?
Diyorum ama, yanıtı hemen geliyor, her satırında, her sözcüğünde yaşadığınızı
duyuyorsanız, sizin gibi düşünenlere bir şeyler verdiğinizi, ortak düşlerde
buluştuğunuzu bilirseniz hiç de boşa gitmiş sayamazsınız ‘Yazmak Yaşamak’
çabanızı. (Oktay Akbal)”
Peki,
siz yaşantınızdan memnun musunuz? Yaşamınızı paylaştığınızı düşündüğünüz
kişilerle gerçekten bir şeyleri “paylaşıyor” musunuz? Onların size
kattıklarının yanında siz onlara neler katıyorsunuz?
*
* * * *
“O 40
yıllarının dergi koleksiyonları değişik adlarla yayınladığım öykülerimle
doludur.
Birden anladım ki ‘edebiyat’ diye
bambaşka bir şey var! O zaman üretimin hızı kesildi, hatta önceki yazdıklarımın
utancını da duydum. (Oktay Akbal)”
*
* * * *
“Yazar
olmak!... Geliyorlar, defterler, dosyalar getiriyorlar, ‘Ben roman yazdım, şiir
yazdım, nasıl buldunuz’ diyorlar. İyi niyetle, güvenle… Saygıyla, sevgiyle… Ama
ben şaşıyorum, niye sorarlar, neden başkasının düşüncesini öğrenmek isterler,
onlara ne benim beğenip beğenmememden… Önce kendileri beğensinler yazdıklarını,
sonra da kendi güçlerine – inanacaklarsa, inanabileceklerse – inansınlar. Kolay
değil bu. Herkesi aldatırsınız bir süre, ama kendinizi aldatamazsınız. Şair
olmadığınızın bilincinde olup da, şairim diye ortaya çıkanların çektikleri
sıkıntıyı, işkenceyi tanımlamak olası değildir. Önce kendini inandıracaksın.
Yazarak, çalışarak, kendini vererek. Ne demiş Valery, ‘İnsan kendini şiire
vermez, şiire adar.’ Bu, sanatın her dalı için böyledir. Böyle de kalacaktır.
(Oktay Akbal)”
*
* * * *
“Yaşadığını
yazmak ya da yazmamak diye bir konuyu tartışmak bile yersizdir bence. Herkes
yaşadığını yazar. Yaşadığı, yaşamadığı, sözcükleri neyi kapsıyor? En büyük
gerçekçi yazarlar yaşamları ile ilgili konuları yazmışlardır. Hiç bilmediği bir
konunun, içine hiç girmediği bir çevrenin, hiç tanımadığı insanların yaşamını
nasıl yazabilir bir kişi? İmge gücü de sınırlıdır. Hem imge ancak daha önce bilinen,
öğrenilen bilgilerden yararlanılarak ileri aşamalara götürülen bir yaşanan’dır.
(Oktay Akbal)”
*
* * * *
“Yalnızca
‘ben bunları yaşadım, alın okuyun siz de’ diye düşünen kişinin yazdıkları uçup
gider. İnsanoğluyla ilgili bir yan, bir değer varsa kalır o ‘yaşanan’…(Oktay
Akbal)”
*
* * * *
“…Bırakalım,
herkes istediği gibi düşünsün, istediği gibi yazsın. Oktay Akbal, Nazım’ın,
mektuplarında, Proust’u, Gide’ı zararlı olarak nitelemesini de beğenmemiş…
Nazım’ı sevenler de belki buna kızmışlardı; ama Proust’u, Gide’ı sevenleri
niçin hesaba katmıyoruz? (Melih Cevdet Anday)”
▬ ▬ ▬