ÜNLÜ HİKAYELER
“kitap pınarım”ı takip edenler hikaye türünden hoşlandığımı
bilirler. Ortaokul yıllarında ders kitaplarında yer alan hikayelerle başlayan
bu sevdam üniversite yıllarında da devam etti. Öğretmenliğe başladığım ilk
yıllarda deneme, biyografi, gezi, anı gibi farklı türlere yönelmem bir ara hikayenin
tahtını sallar gibi olduysa da o, yerini korumayı bildi.
Bugün yine bir hikaye kitabı tanıtmak istiyorum sizlere.
“Altın Çocuk Kitapları”na ait 1983 basımı bir kitap: “Cumhuriyet Öncesi
Yazarlarımızdan Ünlü Hikayeler”. Bulabilirseniz ancak sahaflardan ya da
kütüphanelerden temin edebilirsiniz.
Kitapta pek çok yazarımızın, bir kısmını muhtemelen bildiğiniz, hikayeleri
var. Çoğunu daha önce okumuş olmakla birlikte ilk defa karşılaştıklarım da
oldu. Örneğin Halit Ziya’nın “Altın Nine” isimli hikayesi pek hoşuma gitti.
Ahmet Naim Çıladır’ın “Kuduz Düğünü” başarılı ve canlı bir anlatıma sahip; ama
günümüzde böyle bir hikayenin çocuk kitaplarında yer almasına pek de sıcak
bakmayan bir kesim mutlaka olacaktır. Kuduza yakalanan bir çocuğun halleri tüm
ayrıntılarıyla tasvir edilmiş. Kuduzdan kurtulması için yapılanlar ise hayli
düşündürücü. Ama biraz düşünecek olursak bunlar günlük hayatın içinde yer
alabilecek olaylar.
“Falaka”, “Eskici”, “Gamsız”, “Son Kuşlar” hikayelerinden bir ya
da birkaçını mutlaka siz de okumuşsunuzdur. Ders kitaplarında sıkça yer alan bu hikayeler pek çok çocuk ya da gencin zihninde yer etmiş durumda.
İlk defa bu kitapta rast geldiğim Haldun Taner’in “Atatürk
Galatasaray’da” isimli çalışması da kâh gülümseyerek kâh düşünerek, ilgiyle okuduğum hikayelerden.
Hikaye türünden hoşlananlara tavsiye edebileceğim bir kitap. Pek
çok yazarımızın hikayesini bir araya toplaması bakımından da güzel bir çalışma.
Derleyen Mehmet Seyda. Keyifli okumalar.
“«Sen daha okula başlamayacak mısın?»
Çok iyi
anımsıyorum. Ne evet dedim, ne hayır. İşte o gün bugün, bir alışkanlığa dönüştü
bende bu durum. Bilmediğim, sonunu kestiremediğim sorulara karşılık vermem.
(Okula Başlıyorum / Ahmet Rasim)”
*
* * * *
“Altın
Nine kimdi? Onu iyice bilmiyorum. Evimizin eski mi eski bir konuğu, ailenin
nasılsa gelip eklenmiş ek bir parçası.
Nereden gelmişti? Aslında kimdi? Bizim neyimiz olurdu? Nasıl olup da
bunları merak etmemiş, öğrenmemiştim. İnanıyorum ki, aile çocuklarından hiç
biri bunu soruşturmağa, anlamağa gerek görmemişti. Biz onu, bize tanıtıldığı
gibi almış, böylece kabullenmiştik. (Altın Nine / Halit Ziya Uşaklıgil)”
*
* * * *
“Anlattıklarını,
çok çocukça, çok tatlı anlatıyor. Sanki onun tanıdıklarını herkes tanıyormuş,
onun sevdiklerini herkes seviyormuş gibi konuşuyor. Kendi anlatacaklarını
bitirdikten sonra, karşısındakilere soruyor: «Siz bu otelde mi oturuyorsunuz?
Adınız ne? Niçin yemek yemiyorsunuz?» Eğer anlamadığı cevaplar verirler, ya da
onun gönlünü yaralayacak bir latife ederlerse hemen kaçıyor, sokulmuyor ve
bütün çocuklar gibi kendini sevenleri pek güzel seçiyor ve tanıyordu. (Gül
Hanımın Annesi / Memduh Şevket Esendal)”
*
* * * *
“Mektebin
kapısına dar bir taş merdivenle çıkılırdı. İçeri girilince tâ karşıya Hoca
Efendinin rahlesi gelirdi. Rahlenin önünde top yavrusu müthiş, tuhaf bir tüfek
gibi siyah kayışlı ağır falaka asılı dururdu. Hepimiz kırk çocuktuk. Kızları
birkaç ay evvel bizden ayırarak başka bir yere kaldırmışlardı. Sınıf taksimi
filan yoktu. Elifbeyi, Ammeyi, her şeyi bir ağızdan okuyor, rakamları bir
ağızdan sayıyor, bir ağızdan ilahi söylüyorduk. Bütün derslerimiz yeknesak,
umumi bir bestenin asla makamlarını anlamadığımız güfteleri idi. (Falaka / Ömer
Seyfettin)”
*
* * * *
“Anadolu’da
hâkim, insan değil tabiattır. Kuytu ormanlar, batak ovalar, sarp keskin
yokuşlar, sonra karanlık, kımıldıyormuş gibi insanı keserek dondurarak esen acı
rüzgârın ortasından bin bir zahmetle bilmem kaç saat geçtik. (Himmet Çocuk /
Halide Edip Adıvar)”
*
* * * *
“Güneş,
Mehmet ‘in yüzünü, göğsünü ısıtıyordu. Her tarafını hoş bir hal sarıyordu.
Sanki bütün gövdesi türkü söylüyordu. Çocuk bütün bir inanç ile istikbale
inanıyordu. İstikbalin getireceği saadetleri, bakışlarını takmış olduğu şu
mavilerde uçan yumuşak bulut parçası kadar açık görüyordu. Günler, aylar,
yıllar, neşe ve ümitten birbiri ardı sıra çakıp parlayan kahkahalar gibi,
çocuğun gönül gözünün önünde çınlaya çınlaya uzanıyorlardı; çocuğa dünyayı
cennet ediyorlardı. (Dönmeyen / Halikarnas Balıkçısı)”
Kitabın sonunda yer alan "Yazarlar Sözlüğü"nden bir sayfa |
*
* * * *
“Vapur
rıhtımdan kalkıp ta Marmara’ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yolcu geçirmeye
gelenler, üzerinden ağır bir yük kalkmış gibi ferahladılar.
— Çocukcağız Arabistan’da
rahat eder.
Dediler, hayırlı bir iş yaptıklarına herkesi inandırmış olanların
uydurma neşesiyle, fakat gönülleri isli, evlerine döndüler. (Eskici / Refik
Halit Karay)”
*
* * * *
“Gamsız,
sarı tüylü, ihtiyar bir mahalle köpeğiydi. İnsan gibi anlayışlı, fakat insandan
daha vefalı bir mahlûktu.
Galiba
serseri, kalender davranışları yüzünden ona mahallede Gamsız demişlerdi. Fakat
hakikatte o, köpeklerin en gamlısı idi; birkaç sene evvel büyük bir mateme
uğramıştı. Dört yavrusunun zehirlendiğini, gözünün önünde kıvrana kıvrana
öldüğünü görmüştü. Onları götüren süprüntü arabasının arkasından uzak
mahallelere gitmiş, bir hafta geri dönmemişti. (Gamsız / Reşat Nuri Güntekin)”
*
* * * *
“Dünya
değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer
lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu
yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için
kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak.
Benden hikâyesi. (Son Kuşlar / Sait Faik Abasıyanık)
*
* * * *
“Gerçi
projektör, şimşek filan edebiyat ama, şunu söylemeli ki, bu bakış pek öyle
herkesin bakışına da benzemiyordu. Bu gözler bir yere bakıyor ama baktığı
şeyden çok daha gerileri çok daha derinleri görüyor gibi idiler.
O
gün, orada, onun karşısında çocuk kafamın koyduğu ilk teşhis şu oldu: bu
gözlerden hiçbir şey kaçmaz arkadaşlar. Bu adam kandırılamaz, aldatılamaz. Bu
adam mugalâtaya¹, laf cambazlığına pabuç bırakmaz. Bu adam, bilmek için
öğrenmiş olmaya ihtiyacı olmayan, bildiğini bilen, bilmediğini de şıp diye
sezen bambaşka bir insandır. (Atatürk Galatasaray’da / Haldun Taner)
1 Kuru
gürültü”
*
* * * *
“Umudunu,
hayalini, tesellisini bana verecek ne bir Bizans definesi, ne de onun
heyecanıyla titreyen o günlerin insanları var… Kimi bilinmeyen diyarlara gitti,
kimi de bambaşka bir insan halinde içimizde ama onlarda o eski zamandan bir iz
aramak beyhude… Yaşamak için yeryüzünde var olmayan bir Bizans definesi hayali
arayan ve bir türlü bulamayan… (Bizans Definesi / Oktay Akbal)”
▬ ▬ ▬