SANATIN GEREKLİLİĞİ (Ernst FISCHER)

Sanat nedir? Bireye ya da topluma katkısı var mıdır, varsa nedir? Sanat ve toplum birbirini nasıl etkiler? Yıllar içinde sanatta meydana gelen değişim toplumdaki yenileşmenin bir yansıması mıdır?


Sorular, sorular… Kitabı elime alıp içindekilere baktığımda aklımdan bu ve benzeri sorular geçmişti. Ancak “Sanatın Gerekliliği” adlı kitabı okurken fark ettim ki daha pek çok soru ve cevap kitapta beni bekliyormuş. Resimden müziğe, edebiyata kadar birçok sanat dalını, temsilcilerini; sanat akımlarını bulabilirsiniz kitapta. Tabii bulduklarınız bununla da sınırlı kalmayabilir. Yazımın sonunda yer alan “Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?” bölümünde buna biraz daha ayrıntılı yer vereceğim.


Elimdeki kitap 1993 baskısı. Daha sonra farklı yayınevleri tarafından yeni baskıları da olmuş. Elimdeki kitapta “önsöz” yer almamakta. Birinci bölüm olan “Sanatın Görevi” ile sayfaları çevirmeye başlıyoruz. Toplam beş bölüm olan kitapta diğer başlıklar: “Sanatın Başlangıcı”, “Sanat ve Kapitalizm”, “Öz ve Biçim”, “Gerçekliğin Yitirilmesi ve Bulunması”

“ ‘Onsuz edilemeyen bir şeydir şiir – ama neden onsuz edilemez bir bilsem.’ Sanatın gerekliliğini olduğu kadar, burjuva dünyasındaki tartışılabilir yerini de bu alaylı şaşırtmaca ile özetliyor Jean Cocteau.”

                                               * * * * *

“İnsanın çoğalma, bütünlenme isteği de gösteriyor ki bireyden ötede bir şeydir insan. Bütünlüğe ancak başkalarında kendi yaşantısı olabilecek yaşantıları görüp onları kendinin kılmakla varabileceğini sezer. Ne var ki, insanın gerçekleştirebileceğini düşündüğü yaşantılar, insanlığın bütün olarak başından geçebilecek her şeyi içine alır. Bireyin bütünle böylece kaynaşması için vazgeçilmez bir araçtır sanat. İnsanın sınırsız yaşantıları ve düşünceleri paylaşma yeteneğini yansıtır.”

                                               * * * * *

“Sözde sanatçıyı tüketen tutku, gerçek sanatçının yardımcısı olur: sanatçı azgın canavara boyun eğmez, onu evcilleştirir.”



                                               * * * * *

“Bununla birlikte, toplumsal durumlar değişse bile, sanatın hiç değişmeyen, bir gerçeği yansıtma niteliği de vardır. İşte biz yirminci yüzyıl insanını tarih öncesi mağara resimleri karşısında ya da çok eski ezgileri dinlerken heyecanlandıran, sanatın bu niteliğidir.”

                                               * * * * *

“Sanatın görevi her zaman insanı bütünlüğü içinde heyecanlandırmak, kendisini bir başkasının yaşamı ile bir görebilmesini başkalarında kendisinin olabilecek yaşantıları benimsemesini sağlamaktır.”

                                               * * * * *

“Bilinçli varoluş demek bilinçli eylem demektir.”

                                               * * * * *

“İnsanlar yavaş yavaş doğadan ayrılıp, iş bölümü ve mülkiyet yüzünden oymak birliği zamanla bozulunca, bireyle dış dünya arasındaki denge de biraz daha bozulmuş oldu.”

                                               * * * * *

“Tutucu derebeylik dünyasını para ve ticaretin böyle kaplayışı, insan arasındaki ilişkilerin insanlık-dışı bir nitelik alması ve toplum yapısının biraz daha sarsılması sonucunu doğurdu. Hayatta kendine güvenen ve kendi başına buyruk olan ‘ben’ önem kazanmaya başladı.”

                                               * * * * *

“Bir sanatçı ancak yaşadığı çağın ve toplum koşullarının ona bağışladığı olanakları katabilir yaşantısına. Öyleyse sanatçının öznelliği kendi yaşantısının aynı çağda ve sınıftaki öbür insanların yaşantılarında bütün bütüne değişik olmasına değil, daha güçlü, daha bilinçli ve daha yoğun olmasına bağlıdır.”




                                               * * * * *

“Sanatın kendisi bir toplum gerçeğidir. Sanatçı denen o üstün büyücü gereklidir topluma. Toplumsal görevini unutmaması için sanatçıyı uyarmak da toplumun hakkıdır. Gelişen bir toplumda, çürüyen bir toplumun tersine, bu uyarma hakkından kimsenin kuşkusu olmamıştır.”

                                               * * * * *

“Çürüyen bir toplumda, sanat doğru sözlüyse, çürümeyi de yansıtmak zorundadır. Ve toplumsal görevinden kaçmadığı sürece, sanat dünyanın değişebileceğini göstermeli, değişmesine yardım etmelidir.”

                                               * * * * *

“Toplumsal bilinçle teknik başarı arasındaki çelişme gerçekten ürkütücüdür. Bir radar raporunun yanlış okunması, önemsiz bir teknikerin yapacağı ufak bir yanlışlık dünyanın yıkımıyla sonuçlanabilir. İnsanlık kimse istemeden de ortadan kalkabilir.”

                                               * * * * *

“Blöker Yeni Gerçeklikler adlı kitabında toplum koşullarını değiştirmek isteyen bağımlı sanatçıları ‘olgunlaşmamakla’ suçluyor.
Bir insan bu dünyadaki kötülüklerin nedenini belli birtakım insanların ve kurumların başarısızlığında görüyorsa, o insan kafaca çocukluktan kurtulamamış demektir. Olgunluk, insanın dünyadaki yanlışları, azaltılabilen, ama bütünüyle yok edilemeyen yanlış olarak görmesiyle başlar.

                                               * * * * *

“Romantizmle gerçekçilik doğrudan doğruya birbirine aykırı olan görüşler değildir; Romantizm, daha çok, eleştirsel gerçekçiliğin ilk evrelerinden biridir. Tutum tümüyle değişmemiş, sadece yöntem daha soğukkanlı, daha ‘nesnel’ daha uzaktan bakan bir yöntem olmuştur.”



                                               * * * * *

“Bilim geliştikçe daha yüksek bir yetkinlik derecesine ulaşır. Ama sanatta aynı şey olmaz. Sanatta öz zenginleşir, görüş açısı genişler, ama ne Stendhal ile Tolstoy, Homeros’dan daha yetkindir, ne de Géricaut ile Constable, Giotto ile El Greco’dan. İbsen gibi tek bir sanatçının yapıtları içinde bile gerçekçilik açısından tutarlı olan Bir Bebek Evi çok daha hayalci olan Peer Gynt’den daha yetkin değildir.”

                                               * * * * *

“Gerçi konu ile anlam çoğu zaman birbirine sıkı sıkıya bağlıdır, ama gene de aynı şey değildirler. İki sanatçı ya da yazar bir konuyu öyle değişik biçimlerde yorumlayabilirler ki, yapıtları arasında neredeyse ortak hiçbir şey bulunmaz.”

                                               * * * * *

“’Hayat’ gibi bir konu sevimli bir kır yaşantısı, kalıplaşmış bir günlük yaşayış resmi, insanlık dışı bir sıkıntı ya da insanın doğa üzerindeki zaferi olarak işlenebilir: her şey sanatçının görüşüne, yönetici sınıfın sözcüsü gibi mi, duygulu bir tatil ressamı mı, öfkeli bir köylü mü, yoksa devrimci bir toplumcu gibi mi konuştuğuna bağlıdır.”

                                               * * * * *

“Yalnız yönetici sınıfa anıtlar dikmeyip çalışanları, ezilenleri ve aşağılananları da konu olarak ele alması Mısır sanatının en ölümsüz başarısızdır. Bu davranış, Brecht’in ‘Okuyan Bir İşçinin Soruları’nı Brecht’in bu soruları yazmasından binlerce yıl önce yanıtlıyordu:
Kim yaptı yedi kapısını Thebai kentinin?
Kralların adlarını veriyor tarih kitapları.
Kralları mı taşıdı koca koca taşları?

                                               * * * * *

“Yeni biçimler, eninde sonunda, yeni öz belirler.”

                                               * * * * *

“Bir çağın sanatını uydurma değil de gerçek bir çerçeve içinde görebilmek için her şeyden önce, o çağın toplumsal koşullarını, akımlarını ve çelişmelerini, sınıf ilişkilerini ve çatışmalarını, bunların sonucu olan dinsel, düşünsel ve siyasal düşünceleri incelememiz gerekir. Her sanat yapıtında, üslup özelliğinde bir sınıfın ya da toplumsal durumun dolaysız ve kesin bir açıklanışını aramaktan sakınmalıyız.”

                                               * * * * *

“Şiir klasik çağda bir düşünceyi, bir duyguyu en ince, en çekici bir anlatımla dile getirmek aracıydı. Belli bir duyuyu ya da düşünceyi anlatmak için ölçüye göre giysiler hazırlayan bir terzinin işi gibi bir iş görürdü şiir. Alexander Pope’un şu güvenli inceliğini bir düşünün:


                                               * * * * *
“Goethe Faust’u yazdığı zaman Weimar Dükalığında oturan insanların yüzde doksanı okuma yazma bilmiyordu. Sanat ve edebiyat dar bir seçkinlik çevresinin ayrıcalığıydı.”

                                               * * * * *

“Asıl korkunç tehlike çok somut, basit, isterseniz ‘gerçekçi’ deyin, birtakım budalaca filmlerin, resimli romanların, insanları kafa tembelliğine, sapıklığa ve suç işlemeye iten bir endüstrinin varlığıdır.”

                                               * * * * *

“Toplumcu ülkelerde sıkıcı oyunlar, sıkıcı kitaplar, sıkıcı filmler ile bu türlerin en güzel örneklerini, beğenisizlikle sanatı, yapış yapış bir duygululukla coşkun bir içtenliği yan yana görebilirsiniz; ama kapitalist düzenin yığınlar için sanat diye öne sürdüğü yozlaştırıcı çirkefle karşılaşamazsınız.”

                                               * * * * *

“Ağırbaşlı sanat nasıl sıkıcılık anlamına gelmemeliyse, eğlence de budalalık anlamına gelmemeli, gerek halkın eğitimi, gerekse sanatçının toplumsal bilinci bunu önlemelidir.”

                                               * * * * *

“Karl Kraus, yıllarca önce bunu bilmişçesine şu özlü düşünceyle ileri sürmüştü: ‘Makineler tam geliştiği ve insanın görevini yerine getiremediği anlaşıldığı zaman çağdaş dünyanın sonu gelmiş olacaktır.’”

                                               * * * * *

“Yeni bir Homero’un ya da Shakespeare’in, Mozart’ın ya da Goethe’nin doğacağı düşünülebilir mi? Doğacak olsa bile, toplum böyle birine gereksinme duyacak mıdır?”


Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)

Kitap, bilgilerime yenilerini eklediğim; bakış açımı genişleten bir seçim oldu benim için.
İnsanı diğer canlılardan ayıran spor, bilim, sanat gibi çalışmaların “gerekliliği” kişiden kişiye farklılık gösterebilir belki. Sanatın, bilimin, sporun neresindeyiz, neler yapıyoruz, insanı insan yapan bu değerlere ne kadar önem veriyoruz ya da önem vermeli miyiz? Kişiye göre değişir tabii. Değişir diyorum çünkü her birinin gereksiz olduğunu savunan ve buna yürekten inanan kişiler de var. 

“kitap pınarım”ı devamlı takip edenler bilirler. Birincisi popüler kitapları okumaktan pek hoşlanmadığımı – en azından “popüler” oldukları dönemde – ; ikincisi kitapla ilgili yorum ve görüşlere kitabı okumadan önce değil okuduktan sonra baktığımı.
Bu kitabı okumadan önce “Türk solunun el kitabı solun belini nasılkırdı” adlı yoruma bakmış olsaydım belki de kitabı okumayacak ya da daha sonraya bırakacaktım. “Marksizm”, “kapitalizm” gibi “izm”lerle dolu kitaplar pek ilgimi çekmiyor açıkçası. Osman Çutsay da yazısında konuya bambaşka bir yerden bakmış. Kitabın, solcuların el kitabı olduğunu belirtmiş. Bu kitabı solcular mı okur, sağcı-solcu kimdir; şucu-bucu olmak zorunda mıdır, bilemem. Ben kitabı sadece meraklı bir okur olarak elime aldım ve ilgiyle de okudum. Kafama takılan birkaç nokta için de Bedri Rahmi’nin “Resme Başlarken” ve Mukadder Çakır’ın “Medyave Sanat” kitaplarına bir daha göz attım.

Bir diğer yorum da Ayşe Şule Süzük’e ait: “Sanatın Gerekliliği”. Bu da Osman Çutsay’ın “sol” diye tâbir ettiği bir haber sitesinden paylaştığım bir yorum. Kitabı okurken böyle bir ayrıma sebebiyet verebilen bir kitap olduğu aklıma bile gelmemişti açıkçası. Konuyla ilgili olarak “Ernest Fischer”in diğer çalışmalarına da bakmak gerekir belki. Ama benim için bu kitap yeterli diyebilirim.

Kitabı okuyup okumama kararı şüphesiz ki her zaman olduğu gibi size ait. Bense her gün bambaşka kitaplarla okuma serüvenime devam ediyorum. Bu bir serüvense farklı okumalara da açık olmak gerektiğini düşünüyorum. Sizin tercihiniz de farklı olabilir. “Her şeyi okumak, hiçbir şeyi okumamaktır” da diyebilirsiniz “Okuma çeşitliliği ufku genişletir” de. Her ne dersek diyelim okumaya ve hayata gülümsemeye devam edelim.
                                        ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ