RESME BAŞLARKEN (Bedri Rahmi EYUBOĞLU)
“kitap pınarım”da daha önce farklı alanlarda yazılan
kitaplara yer vermiştim. Örneğin fotoğrafçılıkta “Fotoğraf Sanatı”, dansta
“Temel Dans Eğitimi”, sporda “Doruk Performans” gibi.
Bugün ise Bedri Rahmi’ye
ait yazıların bulunduğu “Resme Başlarken” adlı kitabı tanıtmak istedim. Neden bu kitabı seçtim, kitapta neler anlatılıyor
merak ediyorsanız…
Kitabı birkaç yıl önce Şubat
tatilinde İş-Kültür Yayınları’ndan almıştım. Böyle bir kitap için fiyatı zaten
uygundu, bir de indirime denk gelince…
150 sayfa, seyrek basım, büyük punto 20
liralık kitapların çoğalmaya başladığı bir ortamda 514 sayfalık bir Bedri Rahmi
kitabını göz ardı edemedim açıkçası.
Kitap Bedri Rahmi’nin oğlu Mehmet Eyüboğlu’nun açıklama ve teşekkür
yazısıyla başlayıp ardından farklı basımlar için yazılmış “önsöz”lerle devam
ediyor.
“Resme
Başlarken’in üzerinde otuz beş yıl çalışmış Bedri Rahmi. Tam altı kez
yayımlama işine giriştiği halde bir türlü amacına erişememiş. Her seferinde
1940’taki metni elden geçirmiş, düzeltmeler yapmış. Bu nedenle, bugün elinizde
bulunan metnin ortaya nasıl çıktığının anlaşılabilmesi için kitabın kısa bir
tarihçesini yapmayı faydalı buldum. (Açıklama ve Teşekkür / Mehmet Eyüboğlu, 4
Kasım 1976, Kalamış)”
*
* * * *
“Kitabın
son durumu babamın hoşuna gider miydi? Bilmiyorum. Bildiğim, Bedri Rahmi’nin ‘kolay’dan,
‘hazırlop’tan hiç hoşlanmadığıdır. Bu kitabı hazırlamak ‘kolay’ olmadı.
(Açıklama ve Teşekkür / Mehmet Eyüboğlu, 4 Kasım 1976, Kalamış)”
*
* * * *
“Bedri
Rahmi şiiriyle, resmiyle, öğretmenliğiyle, mozaik, gravür, seramik, cam, mine,
yazma, serigrafi, litografi, linolyum baskı, taş boyama ve balmumundan,
‘ytong’dan heykelleriyle bir bütündür ve bu bütünün tümü de mis kokmaktadır.
(Üçüncü Baskı İçin Önsöz / Mehmet Eyüboğlu, 2 Mart 2004, Kalamış)”
*
* * * *
“Bedri
Rahmi’den kaynaklanan güzellikleri herkes kendi olanaklarına göre özümleyecek,
herkes ondan en çok ihtiyacı olan gıdayı bulup çıkaracaktır. İşte tam da bu noktada
yaptığım işe güvenimin sonsuz olduğunu belirterek Bedri Rahmi arşivini ileriki
kuşakların kullanımına amade kıldım. (Üçüncü Baskı İçin Önsöz / Mehmet
Eyüboğlu, 2 Mart 2004, Kalamış)”
*
* * * *
Kitabın giriş bölümünden sonra söz artık Bedri Rahmi’de. Kitabın
adı her ne kadar “Resme Başlarken” olsa da kitabı elinize aldığınızda
görüyorsunuz ki bu bir “Nasıl resim yaparım?” kitabı değil. Kitapta Bedri
Rahmi’nin özellikle sanat hayatı, farklı disiplinlerdeki çalışmaları, kültür
ögelerimizle ilgili fikirleri ön planda.
“Sanat Hayatım”, “Sanat Sevgisi”, “Resim, Şiir ve Zanaat”, “Resmin
Tarifi”, “Nakış ve Resim”, “Örgü”, “Kilim” gibi başlıklarda ülkemizin kültür
ögeleri ve bunların resimle olan bağı anlatılmış.
“1913’te
Karadeniz kıyısındaki Görele’de doğmuşum. Ben kardeşlerimin ikincisiyim. Babam
Görele kaymakamıymış. Daha sonra Orta Anadolu’da çeşitli ilçelerde kaymakamlık
yapmış. İstiklal Savaşı’nda Kütahya ve Artvin mutasarrıfı olmuş, daha sonra da
Trabzon milletvekili olan Rahmi Eyüboğlu edebiyatseverdi. Beş kardeşi bir araya
toplayıp bize Victor Hugo’dan Moliere’den tercümeler yapardı. Bu edebiyat
sevgisini anamızın Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan’dan boyuna
tekrarladığı türküler, ninniler, ilahiler beslerdi. Lisenin 10. sınıfına kadar
resmin R’sinden haberim yoktu. Resim ödevlerimi lisede iki yaş büyüğüm
Sabahattin Eyüboğlu yapardı. 10 numara aldığım tek ders Türkçe ve edebiyat
olmuştur. Eğer edebiyat fakültesi liseyi bitiremeyenlere gel deseydi, kuşkusuz
o tarafa yönelirdim. Akademi’ye girmeden önce aylık dergilerden birinde şiirim,
günlük gazetelerden birinde hikâyem yayımlanmıştı. Akademi’de önce Nazmi Ziya
atölyesinde, ikinci yılda Çallı atölyesinde çalıştım. Büyük bir tesadüf babamla
Çallı’yı karşılaştırıyor. Çallı babama:
– Ne yap yap oğlunu bir an evvel Avrupa’ya gönder, diyor, o benden
alacağını aldı.”
*
* * * *
“Peki,
ama bu öğretmen denilen yaratık, her Allahın günü birkaç defa, diyelim üst üste
üç ders nasıl olur da kırk parçaya bölünür? Bu senin dediğin öğretmenlik değil
sihirbazlık, sirk cambazlığı gibi bir şey. (Cumhuriyet,
18 Aralık 1952)”
*
* * * *
“Kırk
kişilik bir sınıfı bir saat boyunca kırk kişilik bir orkestra gibi sopasının
ucunda toplayabilmek, ne müthiş bir şey! Kırk kişiyi bir çift kulak, bir çift
göz, bir tek vücut sanmak ne müthiş bir avunma. Bir sınıfta kırk öğrenci mi var
öğretmenim? Kırk tane mesele var demektir. Eğer belli başlı bilgileri, kendi
dilinle, kitaplardan medet ummadan onlara öğretmeye mecbur isen, ister istemez
kırk parçaya bölüneceksin. Onların hepsinin anlama, dinleme, kavrama güçleri
hakkında tam bir fikrin olacak. (Cumhuriyet,
18 Aralık 1952)”
*
* * * *
“Adam
hem türkü söylüyor hem resim yapıyordu. Sanat ile zanaat arasındaki en kesin
farkı o gün anladığımı sanıyordum:
– Sanat adamı, çalışırken yaptığı işe o kadar dalar ki türkü söylemek
şöyle dursun, nefesi kesilir, bazen uçan sinekten huylanır, bazen yanı başında
top patlasa oralı bile olmaz. (Cumhuriyet,
20 Eylül 1953)”
*
* * * *
“Kendi
tasalarımızı bir yana iterek; kana kana başkalarını düşünebilmek, onların
acısını, sızısını tasarlayabilmek. İşte en güdük kalan tarafımız bu.
(Cumhuriyet, 9 Nisan 1953)”
*
* * * *
“Hem
senin bütün hayatını neyleyim? Sen bana sadece sevdiğin, kendini seve seve
katarak yaşadığın şeylerden bahset, yetişir; içerisinde senin sevginin alev
alev yanmadığı mevzuları neyleyim! Onlar her zaman oradalar. Sen onları ne
kadar sevdin, bana ondan haber ver! (Ülkü
Dergisi, 1 Şubat 1946, sayı 105)”
*
* * * *
“Mevzuunu
sadece sevmekle kalmayacaksın, mevzuunu yaşayacaksın. (Ülkü Dergisi, 1 Şubat 1946, sayı 105)”
“Resme Başlarken” adlı kitap aslında seminer notları, dergi ve
gazete yazılarının bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş. Ancak yazılar tarih
sırasına göre değil de konu bütünlüğü gözetilerek sıralanmış. Bu da okunması ve
anlaşılmasını kolaylaştırıyor.
*
* * * *
“Resim
nedir? Resim, ışığa kavuşan her şeyi büyük bir aşk ile incelemek ve bu aşkı
renkler ve çizgiler aracılığı ile insanlara aşılama sanatıdır.”
Kitabın ilerleyen bölümlerinde artık konu başlıkları resme doğru
yöneliyor. Örneğin 201. sayfadaki “Resimde Konu Bereketi”ni takip eden
yazılarda, “Işık-Gölge”, “Desende Heykelin Yeri”, “Renk ve Biçim”, “Çizgi”,
“Leke” gibi başlıklarla karşılaşıyoruz.
* * * *
*
“İnsan
ancak sanat eseri sayesinde çevresine daha iyi bakmak, daha iyi görmek, daha
iyi duymak şerefine ulaşmıştır.”
*
* * * *
“Garp
resmi iki büyük gerçeğe dayanıyor. Bunlardan birisi usta-çırak geleneği, yani
bizim tarifimizdeki usta sevgisi, öteki de çevreyi büyük bir sevgiyle inceleme
gücü.”
*
* * * *
“Ne
güzel söylemiş Bonnard: ‘Bir resim ya bir defada yapılır ya bin defada.’ Bundan
otuz beş yıl önce okuduğum ve doğruluğunu her Allahın günü duyduğum bu gerçeğe
şunu eklemek istiyorum: Bir çırpıda yaptığımız resimleri bin çırpıda yaptığımız
resimlere borçluyuz.”
*
* * * *
“Yaradan
bize neler vermiş neler, nelerle donatmış bizi. Bir şu bücür maydanoz tohumuna
bak, bir de şu kelleye kulağa, şu akla fikre, şu ele ayağa. Allah’ın nasıl
sivrisinek gözü boyundaki tohumu hiç şaşmadan ödevini yapıyor da bu kadar takım
taklavatla koskoca insan ne yapacağını şaşırıyor.”
*
* * * *
“Bizim
memleketimiz nakış bakımından eşine dünyada az rastlanan bir zenginlik
gösterir. Nakış kundaktan mezar taşına kadar bizimle beraberdir. Dinimizin
resmi yasak etmesi yüzünden hıncımızı nakışlardan almışız. Resim yasak, heykel
yasak, elimizde kala kala bir nakış dünyası kalmış, fakat biz de resim ve
heykel tadını nakıştan çıkarmak için öylesine nakışlar yapmış, öyle nakış
cennetine dalmışız ki, bugün bu zenginlik karşısında insanın nerede ise,
‘İsabet olmuş’ diyeceği geliyor.”
Yukarıdaki paragrafı okurken televizyonda izlediğim bir belgesel
aklıma geldi. Filiz Türkocağı’nın çalışma azminden ve yaptığı çalışmalardan çok
etkilenmiştim. Yeri gelmişken sizlerle de paylaşmak isterim.
*
* * * *
“Bir gün
gelecek hepimiz gayet kolaylıkla film çekebileceğiz, seslisini, sözlüsünü,
renklisini de becerenlerimiz çıkacak. (Cumhuriyet,
11 Şubat 1952)”
*
* * * *
“Yeryüzünde
ne kadar sahici sanatçı varsa, bir o kadar da çalışma yolu vardır. Bu yollardan
beni açan senin hiç işine gelmeyebilir.”
*
* * * *
“İnsan zekâsının
bir çift kanadı vardır. Bu kanatlardan birisi ilim, öteki de sanattır. Bu
kanatların birisi güdük kalırsa insan zekâsı havalanamaz.”
*
* * * *
“Asıl sanatçının
önünde hiçbir zaman belli bir kitlenin zevki değil, doğrudan doğruya kendi
inancı yükselir ve onun bütün çabası kendi inandığı ve beslediği duygulara
biçim vermektir.”
*
* * * *
“Brecht’in
en güzel piyeslerinden birisinin sonunda perde kapanır kapanmaz perdenin önüne
bir oyuncu çıkar ve der ki: ‘Sayın konuklar, piyesimiz burada sona erer.
Sizlerden bir ricamız var. Biraz sonra gidip yatacağız. Uyumadan önce ne olur
şunu düşünüverin: Bu dünyada insanoğlunun değiştirebileceği şeyler var, bir de
hiç değiştiremeyeceği şeyler var.’ (1962’de, Amerika’da kaleme aldığı bir
yazı)”
*
* * * *
“Her
alanda yeniye inanmak. Eğer bu inanış olmasaydı, insanlığın kökü çoktan
kururdu. Bir fizikçi, bir kimyacı, yeninin tükendiğine inanmış olsaydı,
yanmıştı. Hala çıra veya mum ışığında kalacaktık. Her alanda yeni var çok
şükür. Bir ağaç nasıl büyürse, insan zekâsı da öyle gelişir. Bu gelişme durdu
mu felaket. Ağaç kurudu demektir.”
Resimden yola çıkılarak hayata dair; insana, sanata, kültüre
dair anlatılanlar çok hoş. Tüm yazılarda Bedri Rahmi’nin naif ve samimi üslubu
sizi sarıveriyor. Bilgisini sanatla ve güzellikle harmanlayan sanatçının yalın
anlatımı da cabası. Biraz resim, biraz şiirle; biraz Batı, biraz Anadolu
kültürüyle harmanlanmak, insana dair güzelliklerle birarada olmak istiyorsanız bu
kitapla buluşmanın vakti gelmiş demektir.
*
* * * *
“Matisse’in
bir sözü: ‘Bana büyük hastanelerin duvarlarını verin. Oraya yapacağım
resimlerle hastaların bütün dertlerini gidereceğimi iddia etmiyorum ama nekahet
devresini kısaltacağımı umuyorum.’”
*
* * * *
“Bundan
elli yıl önce tabiatı olduğu gibi veren bir ressamın eli öpülürdü. Ama bugün
tabiatı olduğu gibi isteyenler ressamı değil fotoğrafçıyı arıyorlar. (Akademi dergisi, Mart 1964, sayı 1)”
*
* * * *
“Bizim
Anadolu köy kilimlerindeki renkler hangi kitapta yazılı, hangi katalogda
çizilidir? Ömründe değil suluboya, yağlıboya, kurşunkalem ve beyaz yazı kâğıdı
yüzü görmemiş köylümüz bu renkleri nereden bulur çıkarır?
Yunus’un, Karacaoğlan’ın şiirlerini günümüze ulaştıran kulak gazetesi
sayesinde.
Benim anamın okuma
yazması yoktu. Yalnız Kur’an okuyabilirdi, ama biz beş kardeş Yunus’u önce
anamızdan duyduk, sevdik. (1975’teki kitap çalışmaları içerisinden)”
▬ ▬ ▬