ELVEDA GÜZEL VATANIM (Ahmet ÜMİT)

Pek çok kişi Ahmet Ümit’in “Elveda Güzel Vatanım” hakkında yorumlarını çoktan yaptı. Hatta son romanı “Kırlangıç Çığlığı”na bile yazılarında yer verdiler. Bense popüler olan romanları çıkar çıkmaz değil de üzerinden zaman geçince okuyan biri olarak kitaba ancak bugün yer verebiliyorum. 


Roman 1920’lerin sonunda yaşanan olaylardan yola çıkılarak kaleme alınmış.


Kitap eski İttihatçı Şehsuvar Sami’nin sevgilisi Ester’e yazdığı mektuplardan oluşuyor. Aslında sevgilisinden ayrılmak durumunda kalmış. Hayat şartları – belki de daha doğru ifadeyle yaşadığı dönemin şartları – Şehsuvar’ın, tercihini vatanından yana kullanmasına sebep olmuş. Sevgilim Esther mi yoksa sevgili vatanım mı, sorusunun gölgesini kitapta zaman zaman hissediyoruz. Çünkü kahramanımız her ne kadar “vatanım” diye seçimini yaptıysa da o iç hesaplaşmalar çoğu zaman karşımıza çıkıyor.

“Çünkü seni niye terk ettiğimi aslında ben de tam olarak bilmiyorum. Belki başa dönersem, belki yaşadıklarımı yeniden hatırlarsam, belki yeniden yaşamaya başlarsam, neden kaçtığımın yanıtını bulmuş olacağım…”

                                                * * * * *

“Bu sözleri çok önce, henüz bedenimiz bu kadar yorgun düşmemiş, henüz ruhumuz bu kadar örselenmemiş, henüz gönlümüz umutlarla doluyken söylemiştin…”

                                                * * * * *

“Neler hissettiğini o kadar iyi biliyordum ki yazmadıklarını bile.”

                                                * * * * *

Kitabın Ester’e yazılmış mektuplardan yazıldığını söylemiştim. “sabah, öğle, akşam” gibi sık aralıklarla yazılan mektuplar. Şehsuvar, Ester’den ayrıldıktan sonraki yaşamını tüm detaylarıyla ona anlatmak istiyor. Belki bunları okur, tercihinin sebebini daha iyi anlar, kendisiyle yeniden görüşmeye başlar diye umuyor. Kitapta Ester umudu temsil ediyor gibiydi benim için.

“Daha arabada bağlamıştı gözlerimi, gideceğimiz yeri görmemem gerekiyordu ama limana inen dar sokaklardan birinde olduğumuzu biliyordum. Uzaktan uzağa gelen seslerden, kokulardan, rüzgârın taşıdığı tuzlu nemden anlamıştım bunu. Biraz zorlasam hangi sokakta olduğumuzu çıkarabilirdim ama yapmadım; zihnimi kapadım, keşfetmemeyi, bilmemeyi, anlamamayı seçtim.”

                                                * * * * *

“Eğer Arnavut Paşa o gün, o istasyonda vurulsaydı, belki de cemiyetin fedailer örgütüne katılamayacak, sadece önemsiz bir kurye olarak kalacaktım. Belki de seninle birlikte hayallerimizi gerçekleştirecek, Yahudilerden, Türklerden belki de bizzat tarihin kendisinden kaçarak Paris’te yepyeni bir hayata başlayacaktık… Olmadı… Demek ki sadece seçimlerimiz değil, rastlantılar da belirliyormuş insan hayatını…”

Pera Palas Oteli
20 yıllık bir buhran dönemine gelen bir aşk hikayesi. Ülkedeki karmaşa, Şehsuvar’ın seçimleri, olayların gelişimi merak duygusunu hep zirvede tutuyor. Kitapta beni etkileyen noktalardan biri Şemsi Paşa’ya düzenlenen suikastın anlatımıydı. Duyguların aktarımı gerçekten etkileyiciydi. Özellikle o andaki heyecanı ve telaşı ifade eden devrik cümleler bölüme ayrı bir zenginlik katmış bence.

                                                * * * * *

“Şaşırdım, çünkü epeydir uzaktım böyle iyimserliklere. Biteviye hayal kırıklığına uğrayınca, umut etmeye korkuyor insan. Ama bazen hayat, sen kılını kıpırdatmasan da mutlulukla dolduruyor içini.”

                                                * * * * *

“Senin bambaşka, yepyeni bir bakış açın olmalı. Çünkü bir edebiyatçı kronikçi değildir, yani tarihte olup biteni kaleme almaz. Tarihte olup bitenlerin, yazdığı karakterler üzerindeki etkisini anlatır, böylece biz okurlar da o kahramanlarla aynı haletiruhiye içerisine girer, kendi benliğimizle yüzleşme imkanı buluruz.” 

                                                * * * * *

“Kendimi tanımadığımı o suikasttan sonra keşfetmiştim, seni hiç tanımadığımı ise bahçenizdeki o kavgamızdan sonra fark edecektim.” 

                                                * * * * *

“Zalimin en büyük başarısı, zulüm ettiklerini kendine benzetmesidir.”

                                                * * * * *

“Artık emindim, iki Şehsuvar vardı, biri ruhunu tamamıyla sana adamış o genç yazar, ikincisi ise tarihin rüzgârına kapılmış, bu uğurda ölmeyi, öldürmeyi göze almış o inkılâpçı. Şu ana kadar bu ikisi hiç anlaşamamıştı, bundan sonra anlaşacaklarını da zannetmiyordum.”

                                                * * * * *

“”Hayatta iki tür insan vardır Ahmed Rıza Bey, rüzgârın önünde savrulanlar ve rüzgârı önüne katanlar. Şehsuvar ilk kısma mensup olanlardandır. Ülkemizde kopan siyasi fırtına, onu kendi çizdiği yoldan uzaklaştırdı. Ona bambaşka bir kader armağan etti. Ne yazık ki demeyeceğim, çünkü bu onun tercihiydi. Mesut olmasını dilemekten başka çare yok.”
                                         
Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)

Kitabı genel olarak beğenmekle birlikte takıldığım birkaç noktayı belirtmeden geçemeyeceğim. Ester’in benim için kitapta umudu temsil eden bir figür olduğunu belirtmiştim. Evet, benim için sadece bir figürdü. Yoksa kitapta Şehsuvar’la Ester’in aşkı neredeyse yok gibiydi. Vatan aşkının ön plana çıkarılmak istenmesi sebebiyle konunun bu şekilde ele alındığını düşünebilirim belki. Ne var ki mektupların Ester’e yazılmış olması da bana uzak kaldı. Çünkü dönem olaylarını bu kadar ayrıntılı bir şekilde insan sevgilisine anlatır mı diye düşünmeden edemedim. Böyle mektuplar bir babaya – gerçi romanda Şehsuvar’ın babasının ölmüş olduğu belirtiliyordu yanlış hatırlamıyorsam – ya da bir ağabeye yazılır diye düşündüm nedense.
Belki de kitap günlük tarzında olabilirdi. Yaşadıklarını, iç hesaplaşmalarını, sevgilisine duygularını anlattığı bir günlük. Ama kitaptaki “Zira sadece sana yazmak ihtiyacı ayakta tutuyor beni” cümlesi yine başa dönmeme yol açıyor galiba. Ester = umut.

Kitapta biraz fazla şey mi anlatılmış diye düşündüm zaman zaman. Ama yok, bu bir Ahmet Ümit romanı ve romanı yazmadan önce konuyla ilgili yaptığı tüm araştırmalar kitabına yansımalı. Ben zaten Ahmet Ümit romanlarını biraz da bunun için seviyorum. Röportajlarında izlediğim kadarıyla öğrenmeyi ve aktarmayı seven bir insan. Öğrendiklerini okurlarıyla paylaşmak onun için büyük bir keyif sanki. “Bab-ı Esrar”da da öyleydi, “İstanbul Hatırası”nda da.
“Elveda Güzel Vatanım”da da Abdülhamit’ten başlayıp ünlü polisiye yazarı Agatha Christi’ye dönemin pek çok siması bu panorama içinde yer alıyor.

Kitabı okurken zaman zaman yorulmamın nedeni sonradan anladım ki içerik değildi. Kitabı bana bir öğrencim okumam için vermişti. Ancak benim için ne büyük talihsizlik ki, ben bunu sonradan fark ettim,  kitap cep boyuydu. Aslında cep boyu kitapları seviyorum. Pratik geliyor. Ancak sayfa sayısı fazla olan böyle bir kitapta benim açımdan tam anlamıyla bir handikap oldu. Dolayısıyla kitap alırken dikkatsizlik yapıp da böyle bir hataya düşmem umarım.

Kitapla ilgili olarak “kalem kahve klavye”de Koray Sarıdoğan güzel ve açıklayıcı bir yorum yazmış. Okumak isteyenler için: “Ahmet Ümit Elveda Güzel Vatanımİnceleme
“evde yazar” da kitap hakkındaki düşüncelerini “Elveda Güzel Vatanım bende nasılizler bıraktı?” adlı yazısında aktarmış.
Kitapla ilgili bir başka yazı da “kitap güneşim”den. Yazarın pek çok kitabını okumuş ve bunlara bloğunda yer vermiş biri olarak onun da yazısını okumak istersiniz belki. “Elveda Güzel Vatanım”                                                                         
                                     ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ