YÜZYILIM (Günter GRASS)
Bir ülkenin yüzyıllık geçmişini öğrenmek için tarih kitaplarını
karıştırır, bilgi edinmeye çalışırız. Peki, bu yüzyıllık tarihin ülke
ekonomisine, kültürüne, insanına etkilerini öğrenmek istiyorsak ne yapmamız
gerekir. Eğer bu ülke Almanya’ysa bir başucu kitabından faydalanabiliriz:
“Yüzyılım”
Bu kitapta bir ülkenin yüz yıllık panoraması etkileyici bir şekilde gözler önüne
seriliyor. Nasıl mı?
Günter Grass Alman toplumunun yüz yılını tek tek değerlendirmiş
bu romanında. Roman diyoruz ama kitap aslında öykülerden oluşuyor. Kitap
bittiğinde ise “roman” bütünlüğüne ulaşıyor. Her yıla bir öykü demiştim ya,
öyküler de isimlerini yıllardan alıyor. “1900” adlı öyküyle başlıyor, “1999”
adlı öyküyle yüz yıllık macerayı tamamlıyoruz.
Kimler
yok ki bu öykülerde… Yazarlar, hayali kahramanlar, imparatorlar, madenciler
hatta Günter Grass ve Günter Grass’ın annesi. Kahramanlar bazen birkaç yılı kapsayan
öykülerde boy gösteriyor, bazen yalnızca tek bir yılın öyküsünden bize merhaba
diyor. Yaşananlar her birinin ağzından aktarılıyor. Grass Alman toplumunun
yaşadıklarını farklı ağızlardan dile getirerek toplumu ve yaşananları daha iyi
anlamamızı sağlıyor.
“Ancak,
sadece iş konusunda değil, sürekli en kötüsünü düşünerek endişeli, uzak görüşlü
ve oğluna kimi kez ve pek haksız olmadan ‘kayıtsız adam’ diyen babamın gülme
kaslarını benim en esprili fikirlerim bile uyaramıyordu, tersine kendisinin
endişeli ‘Biz kuşatılıyoruz, Ruslarla anlaşan İngilizler ve Fransızlar bizi
kuşatıyorlar’ teşhisini sadece yemek sırasında söylemiyor, bazen şu ek cümle
ile bizi tedirgin ediyordu: ‘Kaiser kılıç şakırdatmayı biliyor ama, geçek
politikayı başkaları yürütüyor.’ (1905)”
*
* * * *
“Kasım
ayı sonunda Celler Chaussee’deki baskı atölyemiz tümüyle yandı: tam hasar. Oysa
orada formumuz mükemmeldi. Yalan değil, günde otuz altı bin plak üretiyorduk.
Plaklar kapışılıyordu. Ve gramofon çeşitlerimizin yıllık cirosu on iki milyon
Marka tırmandı. İşin bu derecede iyi gitmesinin nedeni, Hannoverde iki yıldan
beri iki yüzü de çalınabilen plak basmamızdı. Böylesi sadece Amerikada vardı. (1907)”
*
* * * *
“Urban
Hastanesine giden yolumu her gün bisikletle teptiğim ve zaten bisiklet tutkunu
olarak bilindiğim için altı günlük bisiklet yarışında Dr. Willner’in asistanı
oldum. Bu yarış Zoologischer Garten (Hayvanat bahçesi) yanındaki kapalı salon
bisiklet pistinde yapıldı – sadece Berlin ve İmparatorlukta değil, tüm Avrupada
ilk kez. Bu eziyetli yarış birkaç yıldan beri sadece Amerikada biliniyordu.
Çünkü orada devasa olan her şey halka zaten çekici geliyordu. (1909)”
*
* * * *
“Ateşli
tartışmalara neden olan o iki kitap iki belge gibi, mermer masanın üstünde
kroasanlar ve peynir tabağı arasında duruyordu. Şu var ki, ‘Garp cephesinde
yeni bir şey yok.’ kitabı ‘Çelik fırtınaları içinde’ye kıyasla çok daha yüksek
sayıda basılıp satılmıştı. ‘Doğrudur’ dedi Remarque, ‘çok tutuldu. Benim
kitabım 1933’te alenen yıkıldıktan sonra, gerek alman kitap piyasasında, gerek
çevrildiği birkaç ülkede on iki yılı aşkın süre beklemek zorunda kalırken,
sizin o ‘harbe methiyeniz’ her an piyasada bulunabiliyordu. (1915)”
*
* * * *
Kitapta Alman tarihiyle ve toplumuyla ilgili pek çok konuya
değinilmiş. İlgi alanım olmadığı için bazı öyküler bana uzak düştü. Gerçi kitabın arkasında bayağı doyurucu bir
“Açıklamalar” bölümü var; ancak kitabı okumayı düşünüyorsanız önce Alman tarih
ve siyaseti hakkında ön bilgi toplamınızı tavsiye ederim -daha rahat bir okuma
gerçekleştirebilmek için-.
“Zira
onları işten attılar, Noelden kısa süre önce, çok kötü şey! Bizim
‘Opel-Prolet’te yazıldı ki, Amerikalılar kendi ülkelerindeki Ford sistemini
bizde uygulayacaklarmış; her yıl işçileri dışarı atıp yerlerine ucuz acemileri
almak. (1929)”
*
* * * *
“Fakat
dünya bizleri kaale almadı. Sportmen ‘dünya gençliği’nin yeteri kadar kendi işi
vardı. Bizim kaderimizi ipleyen yoktu. Biz yoktuk. Böylece, nöbetçi odasındaki
radyo dışında, günlük kamp hayatımız normal gidişini sürdürüyordu. Çünkü bu,
yeşile çalan gri renkli, belli ki askeriyeden ödünç alınmış radyo, sadece
dikenli tellerin dışındaki bir gerçekliği haber veriyordu. (1936)”
*
* * * *
İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşananlar kitapta etkilendiğim bölümlerdendi. Savaş her yerde “savaş”. Yaşananlar bir Ortadoğu
ülkesinde ya da bir Avrupa ülkesinde olmanıza göre bir değişiklik göstermiyor.
Yokluk, yoksunluk, her yerde her insan için aynı. Ama ne yazık ki çıkarlar söz
konusu olunca insanlık hep sınıfta kalıyor galiba.
“Tuğla
kırıntısı ve tozu, diyorum size, her taraf tuğla kırıntısı ve tozu. Havada,
giyside, dişlerin arasında ve her yerde. Ama biz kadınlar buna aldırmadık.
Önemli olan şudur: Nihayet barış geldi. Ve bugün bizler için bir anıt bile
yaptırmak istiyorlar. Evet, evet! Bunun için doğru dürüst bir inisiyatif bile
var: Berlinli Trümmerfrau (yıkıntı kadını)! Ama o zamanlar, her tarafta sadece
harabeler, güçlükle yürünen yollarda molozlar dururken, iyi biliyorum, saatte
yalnız altmış bir fenig veriyorlardı. Fakat bizler için verilen yiyecek
kartları daha iyi idi, onlara iki numara deniyordu, işçi kartıydı. Çünkü ev
kadınlarının kartına günde sadece üç yüz gram ekmek ve yedi gram yağ
veriliyordu. Böyle cık kadar şeylerle ne yapılabilir, sorarım size. (1946)”
*
* * * *
“Bizim
geçen yıldan depoladığımız kömürlere, İngiliz işgal makamlarınca askeri
ihtiyaçlar için el konduğundan ve Hamburg elektrik santrallerinin elindeki
kömürler sade birkaç hafta yeteceğinden, çok sıkı kısıtlama önlemleri
gerekiyordu. Böylece kentin bütün bölgelerinde elektrik kesintilerine gidildi.
Şehir treni seferleri azaltıldı, tramvaylar da öyle. Bütün lokantalar saat on
dokuzdan sonra, tiyatro ve sinemalar tamamen kapandılar. Yüzden fazla okulda
dersler kesildi. Hayati önem taşımayan işletmeler için kısa çalışma
uygulamasından başka çare kalmamıştı. (1947)”
*
* * * *
“Müşteriler
sorunca hala şunu diyorum: Başlangıçta – sade ‘Hör zu’ dergisinde değil –
sihirli ayna denen televizyon bizi birbirimizle buluşturdu, aşk ise sonradan
azar azar geldi. Bu, 1952 Noelinde oldu. Her yerdeki gibi bizim Lüneburgda da
insanlar radyo mağazalarının vitrinleri önünde birikip ekranlarda ilk doğru
dürüst televizyon programını seyrettiler. Bizim durduğumuz yerde sadece bir tek
cihaz vardı. (1952)”
Nesiller arası geçiş; düşünce ve yaşam tarzının yıllar içinde
farklılaşması… Bir ülkenin yıllar içindeki değişimini merak ediyorsanız beğeniyle
okuyabileceğiniz bir kitap.
*
* * * *
“Sonradan
yaz geldiğinde ve ikisi de kısa arayla ölünce şiirlerimi yakmaya, alman
filolojisini bırakmaya ve bundan sonra gayretle Teknik Üniversitede makine
mühendisliği okumaya karar verdim. (1956)”
*
* * * *
“Sonuçta,
ben (ve gizlice sen) bu kadar onurlandırılınca içim şükranla doldu. Ancak
sevincim tam değildi; İki alman ordusunun artık karşı karşıya durması üzücüdür.
Vatanımız parçalandı. Yabancı güçler bunu istedi. Umalım ki, ulusal birliğimize
çok uzak olmayan bir gün yeniden kavuşuruz. O zaman gençlik günlerimizdeki gibi
Harz dağlarına birlikte hiçbir sınırın kısıtlamadığı yürüyüşler yaparız. (1957)”
berlin duvarı |
*
* * * *
“Anlatayım,
ben Teknik Üniversitede öğrenciydim ve daha o zaman
uzaktan-merkezi-ısıtma-tekniği ile ilgileniyordum ki, birden, bir günden
öbürüne baştanbaşa Duvar yapılıverdi. (1961)”
*
* * * *
“Salonun
çıkışında halkın sıkışık durumda bekleştiği yerde, görünüşe göre kitap fuarı
ziyaretçisi olan yaşlıca bir bey, hafif aksanlı diliyle bana hitap etti: ‘Çok
saçma konuştunuz. Bizde Pragda bir aydan beri Sovyet tankları duruyor ve siz
burada halkın kolektif öğrenme süreçlerinden söz ediyorsunuz. Güzel Bohemyaya
hemen bir seyahat yapın. Orada bir kolektifin içinde öğrenirsiniz, güç nedir,
güçsüzlük nedir. Bir şey bildiğiniz yok, ama her şeyi daha iyi bildiğinizi
sanıyorsunuz… (1968)”
*
* * * *
“Ah
evet, yetmiş yedinin yılsonunda Charlie Chaplin öldü. Paytak paytak ufka doğru
yürüdü, kendine halef bulmadan çekip gitti.
(1977)”
*
* * * *
“Gayet
alçakgönüllülükle, küçük bir polis memuru olarak sadece sormak istiyorum:
Fransa’da durum acaba başka türlü mü? Ya da, örneğin Londra’da? Onlar
Cezayirlilere ya da Pakistanlılara okşayarak mı davranıyorlar? Veya
Amerikalılar Zencilere? İşte gördünüz. (1993)”
*
* * * *
“Balkondan
bakınca torunlarımın çocuklarının tekrara aşağıda parkta sketerleriyle vızır
vızır dolaşmalarını göreceğim diye şimdiden heyecanlanıyorum. 2000 yılı için de
seviniyorum. Bakalım ne olacak. Gene savaş olmasın da… Önce oralarda aşağıda,
sonra her yerde… (1999)”
▬ ▬ ▬