İSKAMBİL KAĞITLARININ ESRARI (Jostein GAARDER)
Jostein Gaarder ismini hatırladınız değil mi? “Sofi’nin Dünyası”
dersem biraz daha açıklayıcı olacak sanırım.
Lise yıllarında felsefe derslerini pek sevmezdim. Nedenini pek bilmiyorum ama felsefe benim için cazip değildi – bir sürü filozof, bağlantısını bir türlü kuramadığım çeşitli konular… – , ta ki üniversite yıllarında “Sofi’nin Dünyası”nı okuyana kadar. Kitabın kurgusu ve yazarın anlatımı beni epey etkilemişti. Hikâye içinde başka bir hikâyenin anlatımını çok farklı ve ilginç bulmuştum. Felsefeyle ilgili önemli bilgileri de sıkılmadan okuduğumu hatırlıyorum. Adeta ben de romanın içinde felsefe tarihini öğreniyordum.
Lise yıllarında felsefe derslerini pek sevmezdim. Nedenini pek bilmiyorum ama felsefe benim için cazip değildi – bir sürü filozof, bağlantısını bir türlü kuramadığım çeşitli konular… – , ta ki üniversite yıllarında “Sofi’nin Dünyası”nı okuyana kadar. Kitabın kurgusu ve yazarın anlatımı beni epey etkilemişti. Hikâye içinde başka bir hikâyenin anlatımını çok farklı ve ilginç bulmuştum. Felsefeyle ilgili önemli bilgileri de sıkılmadan okuduğumu hatırlıyorum. Adeta ben de romanın içinde felsefe tarihini öğreniyordum.
“İskambil Kâğıtlarının
Esrarı” adlı kitap da aynı tarzda yazılmış, yine hikâye içinde hikâyeler var;
Gaarder, tekrara düşmeden bambaşka bir konuyla yine felsefenin keyifli
atmosferinde yol almamızı sağlıyor.
Başarılı bulduğum iki kitap, tek yazar. Peki kim bu Jostein Gaarder?
Felsefeyle ilgili kitap yazmak, hele bunu roman tarzında aktarmak her
babayiğidin harcı olmasa gerek. Her iki kitaptaki akıcı üslup, ilginç konular,
insanı düşünmeye yönelten sorular, ters köşe durumlar da cabası.
Jostein
Gaarder Norveçli bir yazar. 1952 Oslo doğumlu.
Annesi öğretmendi ve çocuk kitapları yazarıydı. Babası ise Kolej müdürüydü. Jostein,
1971’de Oslo Katedral Okulu’nu bitirdiğinde aklından neler geçiyordu acaba?
1974 yılında evlendi. 1976’da Oslo Üniversitesi’nde İskandinav dilleri (Norveççe),
düşünce tarihi ve dinler tarihinden lisans eğitimini tamamlarken ilk oğulları
da dünyaya gelmişti. 1981’de ailece Bergen’e yerleştiler. Gaarder on yıl
boyunca Fana Koleji’nde felsefe ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Bu arada 1983
yılında ailenin bir oğlu daha oldu. 1991’de tam zamanlı yazar olan Jostein
Gaarder, 1994’ten beri doğduğu yer olan Oslo’da yaşıyor.
Hayat
hikâyesine baktığımızda yazarın başarısının sırları da ortaya çıkıyor: yetenek,
istek, çalışma… Gelelim “İskambil
Kâğıtlarının Esrarı”na. Kitapta ne mi anlatılıyor?
“Annem
kendi kendisini bulabilmek için, dünyaya açılmak istemişti. Babamla ben de,
dört yaşında oğlu olan bir kadının kendini bulması için artık zamanın gelmekte
olduğunu kabul etmiş, hatta bu konuda onu desteklemiştik. Ama hiç anlayamadığım
şey, kendini bulmak için neden ille de gitmesi gerektiğiydi. Neden bu işi
Arendal’daki evimizde halledemiyordu? Ya da hiç olmazsa, Kristiansand’a bir
gezi yapmakla yetinemez miydi sanki? Kendini bulmak isteyen herkese tavsiyem,
bulundukları yerde kalmalarıdır. Yoksa kendilerini hepten kaybetme tehlikesi
çok büyüktür.”
*
* * * *
“Bu moda
dergisini babamın teyzesi Girit’ten getirmişti. Oradaki her gazete kulübesinde
asılıydı annemin resimleri. Birkaç drahmi verdin mi, alabiliyordun onu. Bu
düşünceyi biraz komik bile bulmuştum doğrusu. Biz annemi burada yıllarca arayıp
durmuştuk; hâlbuki o aşağıda bir yerlerde, bir derginin kapağından herkese
gülümsüyordu.”
Yukarıdaki bölümlerden de anlaşılacağı üzere olaylar bir çocuğun bakış
açısıyla aktarılıyor. Gaarder, kitaplarında olayları genellikle çocukların gözünden
anlatmakta. Onların düşündükleri, hissettikleri, yapıtlarının ana eksenini
oluşturuyor.
Çocukken dünya hepimize farklı, sır dolu, eğlenceli, ilginç bir yer gibi gelse de
yıllar ilerledikçe bu bakış açımızdan uzaklaşıyoruz. Yazar galiba biraz da
bunları hatırlamamıza yardımcı oluyor.
Kitabın
kahramanı 12 yaşında bir erkek çocuk: Hans Thomas. Annesiyle babası ayrı. Anne yıllar önce evi terk etmiş ve Atina’da
modellik yapıyor. Hans babasıyla birlikte Atina’ya annesini bulmaya gidiyor.
Kitapta da bu Avrupa yolculuğu ve yolculuk esnasında meydana gelen olaylar
anlatılıyor. Hans’ın bir benzin istasyonunda karşılaştığı gizemli kişi
yolculuğun seyrini epey değiştirmekte. Bu kişi bir cüce. Hans’a bir büyüteç
vererek buna ihtiyacı olacağını söylüyor. Acaba neden?
*
* * * *
“Çocukluğunu
Alman piçi olarak geçirdikten ve yıllarca denizlerde dolandıktan sonra, babamın
alkollü içeceklere karşı her zaman bir zaafı olmuştu. Ama bence, bu kadarı
biraz fazlaydı. Hep unutmak için içtiğini söylüyor, ama tam da bu noktada
yanılıyordu aslında. Çünkü ne zaman içse, hep büyükannemle büyükbabamdan, Alman
piçi olarak yaşamak zorunda kaldığı hayatından bahsederdi. Bazen ağladığı da
oluyordu. Bence alkol, olayları daha iyi hatırlamasına yarıyordu asıl.”
*
* * * *
“Nehre
bakakaldım. Sanki ben de hafif bir yosun ve katran kokusu alıyordum şimdi.
“Peki
ama, okulda ne öğreniyorsunuz siz Hans – Thomas?” diye sordu babam.
“Uslu durmayı”, dedim. “Bu o
kadar zor ki, öğrenmemiz yıllar alıyor.”
*
* * * *
“Birçok
insan, eski tapınakları görmek için gider Atina’ya. Babamsa, büyük filozoflar
bu kentte yaşamış olduğu için gitmek istiyordu. Annemin babamla beni öylece
bırakıp gitmesi, zaten yeterince kötüydü. Ama tutup bir de Atina’ya gitmiş
olması, babam için olayı daha da dayanılmaz kılıyordu. Mademki babamın hep
hayal ettiği bir ülkede bulacaktı kendini, o zaman bunu birlikte de
yapabilirlerdi.”
* * * *
*
“Otomobile
bindiğimizde hâlâ kartları düşünüyordum. ‘Hayatının yarısını kendi kendini
arayan bir kadını aramakla geçirmektense, yeni bir kadın bulmayı denemedin mi
hiç?’, dedim.
Babam
önce boğuk boğuk güldü, sonra da ‘Doğru’, dedi. ‘Biraz garip bir şey bu. Şu
gezegende belki beş milyar insan yaşıyor. Ama işte tutup birini seviyorsun ve
onu başka hiç kimseyle değişemiyorsun.’ İskambil destesi üzerinde daha fazla
bir şey konuşmadık. Elli iki değişik kadının hepsi de güzellikte yarışıyordu,
ama yine de babam için çok önemli bir kart eksikti destede. Onu da gidip
Atina’da bulmaya çalışacaktık.”
Hans’ın babası aynı zamanda iskambil destelerindeki jokerleri
toplayan bir koleksiyonerdir. Bunun Hans’ın eline esrarengiz bir şekilde ulaşan “Mor Gazoz ve Büyülü Ada” kitabıyla nasıl bir ilgisi olabilir? Ya da bu
kitabın iskambil kâğıtlarıyla olan bağlantısı nedir?
İşte olaylar da tam bu noktada başlıyor. Hikâye içinde hikâyelerin
aktarılmasından; hikâye ve karakterlerin bazı ortak özelliklerinin
bulunmasından dolayı zaman zaman kafanız karışıyor gibi olsa da… Ne de olsa
esrarlı bir anlatı. Okumaya devam. Bazen masalsı, fantastik bazen gerçekçi.
*
* * * *
“Sonunda
akşamüstü Venedik’e vardığımızda, bu kentte doğru dürüst tek bir sokak bile
olmadığı için, önce otomobili çok büyük bir otoparkta bırakmamız gerekmişti;
ancak bundan sonra asıl kent merkezine girebilecektik. Venedik’te hiç sokak
yoktu, ama buna karşılık yüz seksen tane kanal, dört yüz elliden fazla köprü ve
binlerce motorlu tekne ve gondol vardı.”
*
* * * *
“Bunun
üzerine sırayla ayağa kalkıp abuk subuk şeyler söylediler.
‘FIRINCI BÜYÜLÜ ADANIN HAZİNELERİNİ
SAKLAMAKTADIR’, dedi Sinek Beşi.
Sinek Yedisi de, “GERÇEK
KARTLARDADIR’, diye konuştu.
Ve son olarak Sinek Dokuzu
konuştu: ‘OYUNDAKİLERDEN SADECE JOKER, GÖRÜNENİN ARDINI GÖRÜR.’”
Yoksa Hans’ın babası da dünyadaki Joker’lerden biri mi? Ya diğerleri kim?... Diğer
iskambil kâğıtları… İskambil kâğıtlarının yaşamımızla ne gibi bir ilgisi
olabilir ki?
Tıpkı “Sofi’nin Dünyası”nda olduğu gibi yine ilginç sorular yumağı
çıkıyor karşımıza. Düşünmek, sorgulamak, öğrenmek için. Ancak bu sefer tarihi
isimler ya da olaylar doğrudan aktarılmamış, bilgiler romanın dokusuna
işlenmiş. Felsefe tarihi yerine düşünce ön planda.
Sıkılmadan, keyifle okuyabileceğiniz bir roman. Genç, yetişkin her yaş
grubuna hitap ettiği kanısındayım. Bu arada kitapla ilgili iki önemli özellik: Kitap “sert
kapaklı cilt” olarak basılmış – eski ansiklopediler gibi – ve her bölüm başlığı
bir iskambil kâğıdının adını taşıyor – kupa ası, sinek beşi…– gibi.
İlginç, esrarlı bir yolculuğa hazır mısınız? Hem kim bilir, belki siz de bir Joker'siniz?
İlginç, esrarlı bir yolculuğa hazır mısınız? Hem kim bilir, belki siz de bir Joker'siniz?
*
* * * *
“Tekrar
direksiyonun başına geçmeden önce babamın görmek istediği tek şey, Venedik’in
ünlü camcılık sanatıydı.
Cam
eritmek için, açıkta büyük ocaklar yakmak gerekir. Venedik’i yangın
tehlikesinden korumak için, daha ortaçağda cam üretimi adalara taşınmıştı. Bu
adaların bulunduğu bölgenin bugünkü adı Murano’dur. Ve babam, park yerine
gitmeden önce mutlaka uğramak istiyordu Murano’ya.”
*
* * * *
“Tam
burada biraz durup soluklandı babam, sonra bana doğru eğilip fısıldadı: ‘Evrenin
istenmiş bir şey olduğuna inanıyorum
ben. Bir gün, şu sayısız yıldız ve galaksinin ardında bir amaç olduğunu göreceksin.’”
*
* * * *
“Kamaraya
döndüğümüzde, yine denize baktık bir süre. Hiçbir şey göremedik, kapkaranlıktı
dışarısı. Ama biliyorduk: Baktığımız bu karanlık, denizdi.”
*
* * * *
“İçimdeki
sıkıntının asıl nedeni, dünyadaki insanların tıpkı büyülü adadaki uyuşuk
cüceler kadar bilinçsizce yaşadıklarını birdenbire fark etmiş olmamdı.
Hayatımızın aslında hayret verici bir masaldan farkı yok, diye düşünüyordum. Buna rağmen çoğu insan dünyayı gayet ‘normal’ buluyor. Ve bunu dengelemek için, normal olmayan bir şeyler arıyorlar hep, melekler ya da Marslılar gibi. Çünkü dünya onlara hiç de bir bulmaca gibi görünmüyor. Oysa benim durumum çok farklıydı. Ben dünyayı garip bir dünya sayıyordum ve bu rüyanın ne anlama geldiğini bulmak için akla uygun bir açıklama aramaktaydım.”
Hayatımızın aslında hayret verici bir masaldan farkı yok, diye düşünüyordum. Buna rağmen çoğu insan dünyayı gayet ‘normal’ buluyor. Ve bunu dengelemek için, normal olmayan bir şeyler arıyorlar hep, melekler ya da Marslılar gibi. Çünkü dünya onlara hiç de bir bulmaca gibi görünmüyor. Oysa benim durumum çok farklıydı. Ben dünyayı garip bir dünya sayıyordum ve bu rüyanın ne anlama geldiğini bulmak için akla uygun bir açıklama aramaktaydım.”
*
* * * *
“Adada
yapayalnız geçirdiğim ilk yıllarda sık sık fal açıyordum. Kartlar benim sahip
olduğum tek resimdi aynı zamanda. Sadece evde ve gemide öğrendiğim fallarla da
yetinmedim. İnsanın elli iki kartı ve sonsuz zamanı olunca, hiç durmadan yeni
fallar ve oyunlar icat etmesi mümkün. Bunu anlamam çok uzun sürmedi.”
*
* * * *
“Artık kafamın
içinde fal açabilir olmuştum, kartlara ihtiyacım kalmamıştı. Hani insan günün
birinde abaküs kullanmadan da hesap yapmaya başlar ya, öyle işte. Çünkü yedi,
altı daha on üç eder, o renkli
boncukları saysak da, saymasak da, böyledir
bu.”
*
* * * *
“Uyandıktan
sonra ilk düşündüğüm şey, babamın bu bitmek bilmez içkiciliğinden artık
bıktığımdı. Alpler’in kuzeyindeki ya da en azından Arendal’daki babaların en
akıllı fikirli olanı, benim babamdı, ama işte tam da bu akıl, alkolün içinde
yavaş yavaş eriyip gidecekti.”
*
* * * *
“Yolda,
Santorini adlı adaya doğru hareket eden bir geminin yanından geçtik. Babamın
anlattığına göre bu ada, eskiden çok daha büyükmüş; muazzam bir yanardağ
patlamasıyla büyük kısmı denize gömülmüş.”
*
* * * *
“Zaman
geçtikçe – ve anılar bir zamanlar onları yaratmış olandan uzaklaşıp durdukça -,
ister istemez belleğimizden kuşku duymaya başlıyoruz.”
▬ ▬ ▬