MAVİ YOLCULUK-1 (Azra ERHAT)

Bir yanda masmavi deniz, diğer yanda zümrüt yeşili ormanlar. Bir yanda tüm güzelliğiyle doğanın huzur dolu kucağı, diğer yanda tarihin yüzyıllar öncesinden gelen dingin tanıkları. Azra Erhat’la “Mavi Yolculuk”a hazır mısınız?

“Daha yirmi dört saat olmadı mavi yolculuktan döneli. Bakır tepsinin üstünde serili duruyor getirdiklerim. Odada bir deniz, bir yosun kokusu. Gökova’nın yellerine karışınca açıklık, sağlık soluyan bu koku apartman odasının dört duvarı arasında can çekişiyor, ağlardan güverteye sıçrayan balıklar gibi keskin fırlayışlarla çevresini arıyor sanki.”


Gökova

                                               * * * * *

“Fransa’nın bugün dillere destan Rivyerası, Akdeniz kıyısında birtakım yoksul köylerdi bir zamanlar. Kuzeyin sisli ufuklarından bezmiş birkaç İngiliz zengini değerlendirdi orayı, turizmin cenneti haline getirdi. Bir bölgeyi kendi yerlileri dışarıya doğru değerlendiremez, dışarıdan gelip o bölgenin güzelliğini, elverirliğini yeni gören ve görünce de dile getirmek, anlatmak, yaymak hevesine kapılan şairler, yazarlar, aydınlar değerlendirir. Bizde bu çeşit aydın parmakla gösterilebilecek kadar azdır.”

                                               * * * * *

“Ne İstanbul’da, ne İzmir’de, ne de yurdumuzun başka köşelerinde sürekli, verimli bir turizm politikasına gidilememiş, gidilememesinin nedeni de bence turisti basmakalıp bir insan sandığımız gibi, turizmi de yurdumuzun her köşesine aynı kalıplaşmış çerçeveler içinde yaymaya çalışmamızdır. Her yerde temiz oteller olsun – hele hele temiz helâlar – her yerde düzgün yollar üstünde sağlam taşıtlar işlesin. Olsun ve işlesin, ama bunlar yerli yabancı yolcu çekmenin ana koşullarındandır. Asıl turizm diye bir şey varsa, ondan sonra başlar.”

                                               * * * * *

“Başlanan bir işi yarıda bırakıp da, aynı işe yeni baştan başlamak gelişmeyi kösteklemek demektir. Başlayan kim olursa olsun, işte nereye varılmışsa varılsın, varılan sonuçlara bağlayıp daha ileri gitmek gerek.”

                                               * * * * *

“Halikarnas Balıkçısı demin bizde çok az olduğunu söylediğim aydınlardandır. Doğanın kendisine bağışladığı sanat soluğunu kitap sayfalarına kapatmakla kalmamış, yaratıcılığını içten fışkıran tükenmez bir hızla çevrenin canlı cansız tekmil yaratıklarına üfürmüştür. Deniz mi dersin, denizde denizci, balıkçı olmuş, toprak mı dersin, toprakta tarımcı, bağcı, bahçıvan olmuş ve denizciye de, balıkçıya da, bahçıvana da koşullarını düzeltmek, çabasını verimlendirmek, yaşayışını insanca süslemek, aydınlatmak, güldürmek çarelerini öğretmiştir.”



                                               * * * * *

“Güvertenin iki yanında dolap gibi birer kamaracık. Sancaktaki mutfak, iskeledeki helâymış meğer. Eyüboğlu iki balık resmi çizdi sonradan, birinin üstüne GELİR yazıp mutfağın, ötekine GİDER deyip helânın duvarına yapıştırdı.”

                                               * * * * *

“Karpuz Yunanca meyve, tohum anlamındaki ‘karpus’tan gelir ya, karpuzun gerçekten meyvelerin meyvesi, yemişlerin şahı olduğunu bu yolculukta anladık.”

                                               * * * * *

“Fırtınadan sonra şaşakalır insan, anlayamaz o azgın denizin ne kerametle, nasıl durulduğunu.”

                                               * * * * *

“Batı uygarlığının kaynağı Anadolu’dadır, en değerli kanıtları bizdedir. Bu gerçeği dünyaya yaymak, kafalara yerleştirmek için gösterdiğimiz çabalar yetersizdir. Kendimiz yeterince bilmiyor, ilgilenmiyor, uğraşmıyoruz ki başkalarına anlatalım.”

Didim Apollon Tapınağı 

                                               * * * * *

“Güngör var gücüyle yüzüyordu yunuslara doğru.
‘Aman, bir şey olmasın.’
‘Ne olacak? Şairdir o. Yunuslarla bir selamlaşır, hoşbeş eder, döner. Soluğu kesilirse, yunusun sırtına biner. Unuttunuz mu Arion’un hikâyesini?’”

                                               * * * * *

“Cova’da yaradılışla baş başa kalan insan büsbütün hür, özgür kendine buyruk olma umuduna kapılır bir an, bu özgürlüğün içinde açılmak; alabildiğine havalanmak, yükselmek ister, derken nesnel koşulların duvarına çarpar kafasını ve gerisin geri döner gerçeğin dar sınırları arasına.”

                                               * * * * *

“Mersincik koyunu dönünce Arşipel’e girdik. Türkçe’ye Adalar Denizi diye çevirdiğimiz bu Arşipel (İtalyanca arcipelago, Fransızca archipel) sözü denize serpili birçok adalar anlamına gelen bir coğrafya terimidir. Kuruluşu özbeöz Yunanca: arkhi – üstünlük gösteren ek – pelagos (deniz). Ama eski Yunanca’da bu terime bir kere olsun rastlanmaz. Sözü ilk kullanan 16’ncı yüzyılda bir İtalyan’mış.”


Mersincik Koyu

                                               * * * * *

“Adalar denizinin göz önüne serdiği bir gerçek var, tarih gerçeği diye ona bakalım biz. Rodos’ta dünyanın yedi harikalarından biri, bir dev heykeli varmış ya, ayakta duran bu devin bir ayağı limanın bir mendireğine öbür ayağı öbür mendireğine dayalıymış, koca liman da bacaklarının arasında. İşte bu heykel veriyor Arşipel’in gerçeğini: bu bir ülkedir ki deniz ülkesi, dalgalarla çalkalı dört bir yanı, gene de ayağı karadan kesilmiyor insanlarının.”

                                               * * * * *

“Küpeştenin bir köşesine kıvrılıp oturdum. On günlük mavi yolculuk bizi öyle dayanıklı kılmıştı ki, hiçbir şey yıldıramazdı gözümüzü.”

                                               * * * * *

“Gövdelerimiz pislik içindeydi belki, ama düşüncelerimiz hiçbir zaman bu kadar arı olmamıştı.”

                                               * * * * *

“Mavi yolculuk bitmemişti, mavi yolculuk bitmeyecekti. On yedi mavi yolcu on yedi mavi dost olmuştu.”

                                               * * * * *

MAVİ YOLCULUK - 1962

“Ağustos’un on beşiydi, ayın bir gümüş şeridi gibi uzanan ışını ilkçağ limanının sular altında kalmış beyaz mendireğine paralel bir çizgi çiziyordu. Kıyıda kayalara dayalı, çalılıklara karışmış birkaç evin kapkara pencereleri kör gözler gibi bakıyordu bize. Behramkale – Assos’un bugünkü adı – Edremit körfezinde Midilli adasına en yakın köyümüzdür.”

                                               * * * * *

“Kazdağ taşlar arasında şırıldayan suları, kayalardan aşağıya gümbürdeyen çağlayanları, acayip biçimli dev çamları ve yamaçlarında altın sarısı, bal tatlısı incirleriyle unutulmayacak güzellikte bir dağdır.”


Kazdağları

                                               * * * * *

“Tarih anıtlarını açık havadaki yerlerinde olsun, müzelerde olsun görmek elbette ki Batılı kültürün bir temel öğrenim yolu olarak dünyaya yaydığı bir meraktır. Atina Akropolu’nda Parthenon tapınağını incelemekle, Boğazköy’de Yazılıkaya’nın karşısında birkaç saat geçirmekle, İlkçağ Yunan sanatı ya da Hititler’in dünya görüşü hakkında birçok kitaplarda edinebileceğimiz bilgiden daha çok daha kesin ve daha canlı bilgi ediniriz.”

                                               * * * * *

Hasanboğuldu efsanesini Sabahattin Ali anlatmıştır.Kazdağı’nın damgasını taşıyan acı bir efsane:

                                               * * * * *

“Yaradılışın yüzyılda büyüttüğü iki koca çamı iki insan elinin yarım saat içinde yok edebileceğine akıl erdiremiyorduk bir türlü.”
                                          ▬    ▬      ▬
İlginizi çekebilir:
1.Mavi Yolculuk-2 - Azra Erhat
2.Bir Dinozorun Gezileri - Mina Urgan

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ