KOKU (Patrick SÜSKIND)
Bir deli mi yoksa dahi mi; katil mi yoksa güzel kokulara tutkun bir fani mi? Patrick Süskind’in “Koku” adlı romanı sizi bambaşka bir dünyaya sürükleyecek. On sekizinci yüzyıl, Fransa. Kahramanımız mı? Jean Baptiste Grenouille.
“On
sekizinci yüzyılda Fransa’da,
dahi ve iğrenç kişiler yönünden hiç de yoksul olmayan bu dönemin en dahi ve en
iğrenç kişilerinden biri sayılması gereken bir adam yaşadı. Burada onun
hikayesi anlatılacak.”
*
* * * *
“Yol
yordamla ilgili ayrıntıları zerre kadar sevmezdi, çünkü ayrıntı hep zorluk
demekti, zorluklarsa iç huzurunun bir süre bozulması anlamına gelirdi ki, buna
hiç mi hiç dayanamazdı.”
*
* * * *
“Terrier’ye öyle geliyordu ki, çocuk kendisini burun delikleriyle görüyor; ona keskin ve sınayan bakışlarla, insanın içini gözlerden daha iyi okuyabilen bakışlarla bakıyor, sanki burnuyla Terrier’in açığa vurduğu, hem de tutamayacağı, saklayamayacağı bir şeyleri yutuyordu.”
*
* * * *
“Çok
geçmeden yalnız odun kokusunu değil, odun çeşitlerinin kokusunu almaya başladı,
akçaağaç, meşe, çam, karaağaç, armut odununun, kuru, yaş, kof, çürük, yosunlu
odunun, hatta yarılmış tek odun parçasının, yonganın, talaşın kokularını
duyuyor – hem de burnuyla her birini tek tek, birbirinden kesin biçimde ayrı
nesneler olarak, başkalarının gözleriyle ayıramayacağı kesinlikle ayırt
edebiliyordu. Başka nesneleri algılayışı da böyleydi.”
*
* * * *
“Keskin
burnu, buğu ve pis kokular yumağını çözüp tek tek, artık daha fazla
ayrıştırılamayacak olan temel koku iplerini buluyordu. Bu ipleri sarıp yeniden
örmekten anlatılmaz bir zevk alıyordu.”
*
* * * *
“Grenouille
kalbinin hızlı hızlı çarptığını hissediyor, bunun koşmaktan değil, duyduğu koku
karşısındaki çaresizlikten ileri geldiğini biliyordu.”
*
* * * *
“Birkaç
adım sonra gece göğünün zaten az olan ışığını yüksek binalar yutunca Grenouille
karanlıkta ilerlemeye başladı. Önünü görmesi de gerekmiyordu. Koku ona yolunu
güvenilir biçimde gösteriyordu.”
*
* * * *
“Şimdi
anlıyordu ne yüzden o kadar büyük inat ve dirençle hayatta kaldığını: Bir koku
yaratıcısı olması gerekiyordu da ondan. Herhangi bir koku yaratıcısı da değil:
Bütün zamanların en büyük parfümcüsü olacaktı.”
*
* * * *
“Bu
harikanın başında yer alan şeyinse bir cinayet olduğu, ola ki farkında idiyse,
umurunda bile değildi. Rue des Marais’deki kızın görüntüsünü, yüzünü, bedenini
hatırlamıyordu bile artık. En güzel tarafını, kokusundaki ilkeyi saklamış,
kendine mal etmişti ya.”
*
* * * *
“Parfüm
alanındaki başarılarını sadece ve sadece, bundan iki yüz yıl önce dâhi
Mauritius Frangipani’nin –ayrıca, o da İtalyan’dı- yaptığı bir keşfe, koku
maddelerinin alkolde eriyebildiği keşfine borçluydu. Frangipani koku tozlarını
alkole katarak içlerindeki kokuyu uçucu bir sıvıya aktarmakla, kokuyu maddenin
kalıbından kurtarmış, onu ruha dönüştürmüş, gerçek koku olan kokuyu bulmuş,
kısacası, parfümü yaratmış oluyordu.”
*
* * * *
“Parfüm
havalandıktan, kokusunu geliştirdikten sonra koklanmalıydı, yoğun biçimiyle
asla. Mendile birkaç damla damlattı, sonra alkolünü kovalamak için havada
salladı mendili, ardından burnuna tuttu.”
*
* * * *
“Grenouille
bir parfümeriye, kokuların ayrıntı değil, düpedüz ilginin merkezi olduğu bir
yere ilk kez ayak basıyordu.”
*
* * * *
“Kokuların
öyle bir inandırıcılığı vardır ki, sözden, gözle görmekten, duygudan, iradeden
daha güçlüdür. Savılıp atılamaz bu inandırıcılık, soluduğumuz havanın
ciğerlerimize işleyişi gibi, o da içimize işler, doldurur bizi, hepten ele
geçirir, çaresi yoktur.”
*
* * * *
“Amacı,
sanatıyla çok para kazanmak değildi, başka türlü geçinmenin yolunu bulduğu
sürece, sanatını geçinmek için bile kullanmak istemiyordu. İçini açığa vurmak istiyordu,
başka bir şey değil, dış dünyanın verebileceği her şeyden harikulade bulduğu
içini açığa vurmak.”
*
* * * *
“Birdenbire
anladı ki onu normal bir insana dönüştüren güvercin çorbası değil, üfleme hokus
pokusu da değil, sadece ve sadece üstündeki birkaç parça giysi, saçının kesimi,
bir de o azıcık makyaj maskaralığı olmuştu.”
*
* * * *
“Çünkü
insanlar büyüğe karşı, korkunca, güzele karşı gözlerini yumabiliyor; ezgilere
ya da gönül çelici sözlere kulaklarını tıkayabiliyorlardı. Ama kokudan
kaçamıyorlardı. Çünkü koku soluğun bir kardeşiydi. Onunla birlikte insanların
içine giriyordu, yaşamak istiyorlarsa karşı duramıyorlardı.”
*
* * * *
“Druot
farkına varmadan çok daha önce kokusundan anlıyordu yağın fazla kızdığını,
çiçeklerin posasının çıktığını kokularından biliyordu, çorbanın kokuya ne zaman
doyduğunu, harmanlama şişelerinin içinde ne olup bittiğini, damıtma sürecinin
tastamam hangi anda kesilmesi gerektiğini hep kokusundan biliyordu.”
*
* * * *
“Dışarı
pek çıkmıyordu. Lonca hayatına, yani düzenli kalfa toplantılarına, yürüyüşlere
de tam, ne yokluğu ne varlığıyla göze çarpacak ölçüde katılıyordu. Dostları ya
da yakın tanıdıkları yoktu, ama burnu havada ya da insandan kaçan biri
sayılmamaya da büyük özen gösteriyordu. Bırakıyordu öbür kalfalar düşünsün
kendisiyle birlikte olmanın tatsız verimsiz bir şey olduğunu. Can sıkıntısı
yayma ve kendini çolpa bir salak gibi gösterme sanatında ustaydı –tabii bunu da
hiçbir zaman kendisiyle alay etmekten zevk alacakları ya da yonca usulü eşek
şakalarına hedef seçecekleri kadar aşırıya vardırmıyordu. İlginç olmaktan
tamamen uzak biri olmayı başarıyordu. Rahat bırakıyorlardı onu. Onun istediği
de başka bir şey değildi.”
*
* * * *
“Tabii,
bir insanı, sözgelimi orada sur ardındaki evde yaşayan kızı seviyor değildi.
Kokuyu seviyordu.”
*
* * * *
“Ne
olursa olsun katil ona yıkıcı ruhlu biri değil, özenli bir toplayıcıymış gibi
geliyordu.”
*
* * * *
“Aldığı
ilk solukla fark etti bir şeylerin yolunda olmadığını. Havada bir yanlışlık
vardı. şehrin koku elbisesinde, binlerce iplikten örülü bir tülde altın iplik
eksikti. Son haftalarda öyle kuvvetlenmişti ki bu kokulu sırma, Grenouille
geceleyin kulübesinden bile duymaya başlamıştı. Şimdi yoktu, kaybolmuştu,
havayı ne kadar yoğun koklasa bile izine rastlayamıyordu. Grenouille dehşetten
felce uğramış gibi oldu.”
*
* * * *
“İçinden
rikkat, tevazu, şükran yükseldi. ‘Sana teşekkür ederim’ dedi usulca, ‘sana
teşekkür ederim, Jean Baptiste Grenouille, böyle olduğun, nasılsan öyle olduğun
için!’ O kadar duygulanmıştı kendi kendinden.”
*
* * * *
“Görünüşü
ilgilendirmiyordu onu. Vücut olarak yoktu artık onun için, sadece vücutsuz koku
olarak varlığını sürdürmesi söz konusuydu. Onu da kolunun altına almış
götürüyordu.”
▬ ▬ ▬