BUTİMAR (Kaan Murat YANIK)
İç Konuşma 1 (İnternette gezinirken – Bir süre önce):
İşte bir kitap daha. Basım yılı 2015. Yeni bir kitap. İsmi de
pek fiyakalı BUTİMAR. “Butimar”. Aslında hoş bir tınısı var. Ne demek acaba? Ne
kadar çok kişi okumuş. Hemen her yerde fotoğrafını görüyorum. Ne kadar da
methetmişler!
Kitapla mahsur kalmak istermişiz. İşte iddialı bir söz daha.
Böyle derler ama… ?!
İç Konuşma 2 (D&R’da gezinirken – Kısa bir süre önce)
İşte benim için oksijeni bol bir mekân. Bir sürü kitap.
İndirimde olanlar, yeni çıkanlar, çok satanlar… Hangi taraftan başlasam acaba?
Aaa… Yine karşımda Butimar. Aslında kapağı da hoşuma gitmedi değil. Bir de arka kapakta
yazanları okuyalım… Sayfaları şöyle bir çevirelim… Yazarı hakkında bilgi… En
iyisi ben bunu alayım…
İç Konuşma 3 (Kitabın ilk bölümünü okurken – Daha kısa bir süre
önce)
Yazarın günümüz yaşamı hakkındaki saptamaları ne kadar ilginç!
Belki de bazılarımızın fark ettiği ama dile getirmediği ya da getiremediği
gerçekler. Benzetmeler de hoş... Günümüz insanını, kültürünü iyi gözlemlemiş. (Peki, “Butimar” kim acaba? Psikiyatrla bağlantısı ne?
Maddi anlamda refah içinde bir psikiyatr ama hayatından memnun değil?
Hayatından memnun olmadığı için mi uykuyu seviyor, ona sığınıyor yoksa rüyalara
ilgi duyduğu için mi? Butimarla karşılaşacak mı acaba?)
“Kendimi bildiğim günden beri beni kuşatan bir durumdu bu. Herkesin eğlendiği
meşgalelere karşı alaka duyamamak… Kitapların içinde sıkışıp kalmak… Güzel,
zengin kızla yakışıklı ve bir o kadar gururlu fakir oğlanın eksik olmadığı
televizyona, dondurma tanıtırken kadın pazarlayan reklamlara, kitleleri
uyuşturan futbola, insanları aptallaştıran popüler kültür zırvalıklarına, vıcık
vıcık yaşanan aşklara, sistemin koyunlarının tapındığı siyasi putlara, milyon
dolarlarla oynayıp Müslümanlara kanaat etmeyi öğreten din hocalarına, sanatı
bir klozet markası sanan cahil insanlara bir saniye dahi olsa tahammül
edememek… Yani dünyanın neredeyse yüzde doksanına hâkim olan her şeye…”
*
* * * *
“Hastalarımın problemlerini çözmek için kendimce geliştirdiğim yöntemler
sayesinde kısa zamanda Nişantaşı civarında tanınan bir psikiyatr olup
çıkmıştım. Kimse en büyük hastanın bizzat kendim olduğu gerçeğini akıllarına
getirmiyordu.”
*
* * * *
“Günler böylece birbirine çarpmadan geçip gidiyordu. Çoğu zaman farkında
olmadan yuvam, doğal ortamım orasıymış gibi bir kitapçıya girerken buluyordum
kendimi. Kitap raflarına sevimli bir huzursuzluğun son demleriyle bakarken;
‘Allahtan kitaplar, rüyalar, şarkılar, filmler var; yoksa çıldırırdım,’ diye
geçiriyordum içimden. Evimdeki ya da ofisimdeki kitaplıkta hayattayken
birbirlerini sevmeyen yazarların kitaplarını yan yana koyuyor, uzaktan o zoraki
birlikteliğe bakıp mutlu oluyordum.”
*
* * * *
“Nasıl ki her şehirdeki A hamburgercisindeki B mönüsünün içindekiler aynı ise,
arık Türkiye’nin hemen her kafesinde oturan insanların konuştukları şeyler de
tek tipleşmişti. Prizlerden uzak yaşayamayanlar, bir yandan sosyal olduklarını
kanıtlamanın endişesiyle gönülsüz şekilde masalarında otururlarken, diğer
yandan telefonlarının ekranlarını okşayıp dün akşam TV’deki yarışmada olup
bitenleri konuşuyorlardı. Sonra yalnız olmadıklarını kanıtlamış olduklarını
sanarak evlerine dönüp yastıkla dertleşip ağlıyorlardı. Yalnızlığın modern
zamanlara izdüşümü biraz böyleydi.”
*
* * * *
“Hiçbir şey yapmadan oturan insanların aslında devasa yükler taşıdığından
şüphelenirdim.”
*
* * * *
“Mirasına konmak için amcasını nasıl delirtebileceğini soran hasta kılığındaki
manyağı nazikçe kovduktan sonra, kendini uçak sanan hastamı kabul ettim.”
*
* * * *
“Edgar Allen Poe en güzel öykülerini rüyalarından ilham alarak yazmış, Paul
McCartney ‘Yesterday’ parçasını
çalmadan evvel rüyasında dinlemiş, Marquez romanlarının bir bölümünü rüyalarında
kurgulamış, Tarkovsky rüyalarından film yapmıştı.”
*
* * * *
“Sinemanın kokusunu seviyordum. Tatlı rutubet… Önümdeki koltukta oturan kalın
kemik çerçeveli gözlük takan çocuk kitap okuyordu. Muhtemelen gözleri bozuk
olmadığı halde optikçiden sağlam numaralı bir şey sipariş etmişti ve şu an
okumak için sayfalarına suratını soktuğu kitaptan nefret ediyordu. Hem kitap
okuyup hem film izlemek… Bir de kulağında kulaklık… Ahh şu entelektüelliği
yanlış anlayıp hepsini aynı anda yapmaya çalışanlar yok mu…”
*
* * * *
“Yanımdan kafası dumanlı yaşlı bir amca; ‘Var mı o kadar maharetli bir hırsız,
tüm dertlerimi çalacak?’ diye bağırarak geçti.”
*
* * * *
“Görmezden
geliyordum çoğunu. İnsanlara kendimi anlatmaya başladığımın ilk dakikası yorulacağımı
bildiğim için en iyisi buydu.”
*
* * * *
“Şarkıyı değil, o şarkıyı ilk dinlediğin zamanki kendini özlüyorsun. O zamana
dokunamadığını anlayınca da, şarkıyı bir daha dinliyorsun. Geçmiş zamanın
şimdiki zamanın işleyişine burnunu sokmaktan vazgeçmemesi de diyebiliriz,
buna.”
*
* * * *
“Bu
ülkenin hiçbir şey bilmedikleri halde her şeyi bildiği sanan adamları
meşhurdur.”
*
* * * *
“Bir
adam dilenciye para verirken selfie çektirdikten sonra, verdiği parayı geri
alıp gitti.”
*
* * * *
“Bugün de bir şey olmadı. O olmayan şey her neyse, onu özlüyordum.”
*
* * * *
*
* * * *
“Bunların
hepsi bir tesadüf olabilir miydi? Ben kimdim? Yusuf amcam neden ailesinden
uzaktaydı? Bahsettiği savaş neydi? Revan! Ruslar! Katliam! Göç! Bir çağrı mıydı
her şey? Kim nereden çağırıyordu beni? Kulağımı hangi yana dayamalıydım? Dedem
amcasının mektubunu neden sevgilisine vermişti?”
İç Konuşma 4 (Kitabın 2. Bölümünü okurken)
Uzun zamandır okuduğum en iyi romanlardan biri. Anlatımı ve
konusu hoşuma gitti. Merak ögesi de ön planda. Kitap nasıl bitecek acaba?
Özellikle bu bölümde geçmişe ağırlık verilmiş. Bence bu kitap öyle bir şekilde
bitmeli ki ikinci bir kitaba kapı aralanmalı. Özellikle günümüze gelip
psikiyatrla bağlantılı bir hikâye oluşturulursa…
*
* * * *
“İnsanın kendi olabilmesi, varlığını böyle idare edebilmesi hem masraflı, hem
meşakkatli bir işti ve böyle yaşayanlar her zaman bir bedel ödüyordu. Hâlbuki
başkasını taklit ederek maskelerle dolaşanlar, herhangi bir engelle
karşılaşmadan, mutsuz olduklarının farkında bile olmadan yaşayıp gidiyorlardı.”
*
* * * *
“Yusuf ayaklandı, mezarlığın kapısına yöneldi. Adam bağırdı ardından.
‘Sence Allah
affeder mi beni?’
‘Allah’a sor.’
‘Ya
cevap vermezse?’
‘Becerebilirsen kulağını kalbine koy.’”
*
* * * *
“Elleri para değil, kitap kokan insanlar makbuldür.”
*
* * * *
“Yusuf gülümsedi tekrar, kızın sesini duyunca. Sesi dupduruydu. Onun konuştuğu
bir dünyada başkalarının konuşma yetisine sahip olması gereksizdi.”
*
* * * *
“Varujan yani Butimar ağır ağır merdivenlerden inip Yusuf’un beklediği yere bir
adım mesafede durdu. Güneş doğdu onunla beraber. Gölgesi Yusuf’un ayakları
dibine düşünce, Yusuf bir adım geriledi, gölgesine basmamak için.”
İç Konuşma 5 (Kitabı tamamlayınca)
Kitabın sonu da hoşuma gitti. En azından beklentim karşılıksız
kalmadı. Umarım yazar aynı tempoyu koruyarak devam niteliğinde günümüze belki de geleceğe dair
güzel hikâyeler oluşturabilir. Hoş bir seri olur kanısındayım.
…..
İç konuşmalar burada sona eriyor. Beğeniyle okuduğum bir kitabı
sizlerle bu şekilde paylaşmak istedim; çünkü başta biraz önyargılı davranmışım. Çok
ön plana çıkarılıyor diye romana sırtımı dönseydim, bakmasaydım güzel bir
fırsatı kaçırmış olacaktım. Hatta bu fırsata teğet geçecektim. Hayat da öyle
değil mi zaten? Kahramanımız Yusuf ’un da bazı fırsatlara teğet geçtiği zamanlar oldu kanısındayım.
Maddi ve manevi anlamda yaşadığı çatışmalar onu bambaşka yerlere sürükledi.
Kitapta rüya bölümü (sf.182) çok canlıydı. “1001 Gece
Masalları”ndan bir sahne gibi.
Yusuf ’un Butimar’ın babasıyla konuşmaları ve gözlerini kör eden Butimar
aşkı… Bunlar Yusuf’a öyle şeyle yaptırıyor ki… Ve sonraki iç çatışmalar…
Yusuf ’un yaşadığı kasabada onlar yokken yapılan kıyımın anlatıldığı bölüm de benim için
çok etkileyiciydi. (sf. 262- 263-264)
Kitap için yazılacak, söylenecek çok şey var aslında; ancak
yazıyı fazla uzatmayı da pek tercih etmiyorum açıkçası. Sonuçta her kitap “her okuru”yla farklı şekilde buluşuyor. Ama şunları da eklemeden
geçemeyeceğim.
Kitabın Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” ya da
Latife Tekin’in “Sevgili Arsız Ölüm” kitaplarıyla ortak noktalarından söz edilmiş bazı
röportaj ve yazılarda. Ben bu konuda biraz farklı düşünüyorum. Marquez ve
Tekin’i ben de birbirine yakın bulmuştum; ancak
“Butimar” benim için Tom Robbins’in “Parfümün Dansı” ya da Jostein
Gaarder’in “İskambil Kağıtlarının Esrarı” gibiydi. Bu kitapları aynı
modda okuduğumu hissettim - Büyülü Gerçeklik - .Hani biraz daha zorlarsam Italo Calvino’dan “GörünmezKentler” ya da Patrick Süskind’den “Koku”yu da buna dahil edebilirim. Ancak dediğim
gibi Marquez ve Tekin bu anlamda benim için “Butimar”a uzak düştü. Eğer bir
kitabı okumadan önce yorumları okuyanlardansanız bu ufak not da size fikir verebilir belki.
▬ ▬ ▬