birkaç kitap, birkaç yorum...
Merhaba, uzun zamandır “alıntı”
bölümü dışında pek de bir paylaşımda bulunamadığım “ne okur” hesabımı 8 Nisan
tarihinde kapattım. Pek çok defa belirttiğim gibi öncelikleriniz
farklı olunca ya da zaman içerisinde sıralamanız değişince bazı yenilemeler de
kaçınılmaz oluyor. Bundan böyle sizlerle blog ve twitter üzerinden
buluşmaya devam edeceğim kısmetse.
“ne okur”a katıldığım ilk dönemlerde
platformun “inceleme” bölümünde birkaç kitapla ilgili düşüncelerimi dile
getirmiştim. Hesabı kapattığım için yaptığım incelemeleri sizlerle buradan da
paylaşmak istedim.
Kitapları bugün kendi beğenime göre
sıralıyorum. Bu arada yorumların tümünü aşağı yukarı iki yıl önce yazdığımı da
hatırlatmak isterim.
Sondan başa doğru gidecek olursak ilk
kitap “Zar Adam”. Arkadaşlardan bazıları okuyup çok beğendiği bazısı da yarısına
kadar okuyamadığı, “Ne biçim kitap bu böyle?” dedikleri için merak etmiş, en sonunda
bir arkadaşımdan alıp okumuştum. Bana hitap etmeyen bir kitap; ancak çok
beğenip ikincisini okuyanların sayısı da az değil.
Zar Adam – Luke Rhinehart
Kitap hakkında yorum
yapmak pek kolay değil. İlginç bir konusu var; ancak konu, anlatılanların gölgesinde
kalmış gibi. Roman kahramanımız insanlığın tüm hallerini kendisinde
barındırdığının farkında; ancak o, diğer insanlardan farklı olarak her şeyi
yapmak, gerçekleştirmek istiyor. Hayatın getirdiği sınırlamaları kabul etmiyor.
Hemen her durum için zarlardan medet umuyor ya da daha doğrusu olumsuz diye
nitelenecek davranışların sorumluluğunu zarlara yüklüyor. Belki de bu sebeple,
yaşadığı gelgitlerden ötürü, romanda kopukluklar ve birkaç yerde de mantık
hataları var. Bunlar muhtemelen bilerek yapılmıştır diye düşünüyorum (ya da
öyle düşünmek istiyorum). Zar Adam’ı hakkıyla değerlendirmek için Amerikan
toplumunun, özellikle romanın yazıldığı dönemdeki, yaşayışı hakkında bilgi
sahibi olmak ve romanı İngilizce aslından okumak gerektiği kanısındayım. Çünkü
kullanılan bazı isim ve ifadelerden anlaşıldığı üzere romanın orijinalinde
sözcük oyunlarına epey yer verilmiş gibi. Kitabın arkasındaki yorumlar da
bu yönde. Kitabın Amerikan toplumunu biraz da ironik bir şekilde ele aldığını
düşünüyorum.
Yine de birkaç alıntı dışında kitabı beğendiğimi söyleyemem. Dolayısıyla “Zar
Adamın Peşinde”n gitmeyi düşünmüyorum.
Yazarın 464 sayfada anlatmaya çalıştığını bence Faruk Nafiz şu dizesinde daha
anlamlı ve estetik bir şekilde dile getirmiş: “Yetmiyor bir ömür bin bir
murada”.
Sıralamamdaki ikinci kitap “Da Vinci
Şifresi”. Kuzenimden alıp okuduğum bir kitap. Okuyanlardan genel olarak hep
aynı yorumu almıştım. “En iyi Dan Brown kitabı değil belki ama idare eder.”
Da Vinci Şifresi – Dan Brown
Kişi ve olaylarıyla okuru
maceraya sürükleyen ve bazı bölümlerini beğendiğim bir roman olmasına karşın,
pek bütünlük kuramadığım bir kitaptı. Kitabı okuduğum dönemde “Hıristiyanlık” ,
“Kutsal Kase” ve sembollerle ilgili daha fazla bilgim olsaydı muhtemelen romanı
da daha çok beğenirdim. Dan Brown hayranlarına önerebilirim.
Sondan başa doğru yolculuğumuz devam
ediyor. Üçüncü kitap bizden bir isim İclal Aydın’a ait. Bakalım kitap hakkında
neler yazmışım?
Hayat Güzeldir – İclal Aydın
İclal Aydın’ın samimi
söylemi kitabına yansımış olsa da bana televizyondaki sohbetleri kadar keyif
vermedi açıkçası. Kısa yazılardan oluşan kitapta bazı yazıların çok kısa
kaldığını düşünüyorum. Diğer sayfayı çevirip yazının devamını okumayı umarken
çoğu kez hayal kırıklığına uğradım ve kitabın “sohbet” tarzında yazıldığını
düşünürken,” deftere yazılan karalamalar”dan oluştuğu hissine kapıldım. Kitabın
adı “Hayat Güzeldir – İclal’in Karalama Defterinden” olsa içerik ve anlatımla
daha uyumlu olurdu kanısındayım. Yine de İclal Aydın’ın sohbetlerinden hoşlanan
ve “Hayat her şeye rağmen güzel” diyenlere önerebilirim.
Sıradaki üç kitabın yerlerini kendi
arasında değiştirmem mümkün. Hatta aynı sıraya dâhil edebilirim. Farklı tarzlarda
farklı sebeplerden hoşuma giden kitaplar. Bunlardan ikisine zaten blog’da yer
vermiş, incelemeleri oraya da aktarmıştım. Bu sebeple tekrar buraya almıyorum. Kitap
isimlerine tıkladığınızda sayfaya dolayısıyla incelemeye, hatta alıntılara
ulaşabilirsiniz.
Ramses – Christian Jacq
Sis Kelebekleri – Nazlı Eray
Bu bölümdeki üçüncü kitap “Çirkinler”,
“Güzeller”, “Özeller”. Üçüncü kitap dedim ama üç isim yazdım. Çünkü seri
kitaplardan. Öğrencilerimden birinin tavsiyesiyle kendisinin ödünç verdiği ve
böylelikle okuduğum bir seriydi. Günümüzün yaşam tarzını düşündüğünüzde - daha
hızlı, daha zengin, daha güçlü, daha güzel…- bir yaşam tutkusunun farklı bir pencereden başarıyla aktarıldığı daha ziyade gençlere yönelik bir seri.
Çirkinler – Scott Westerfeld
Serinin ilk kitabı. Diğer
kitaplar “Güzeller”, “Özeller”, “Ekstralar”. Son kitap “Ekstralar” hariç diğer
üç kitabı okudum. Katmanlara ayrılmış bir toplum ve her bir gruptakilerin sahip
olduğu ayrı özellikler. Kahramanın en alt katman olan “Çirkinler”den başlayıp
devam eden yolculuğu ilgimi çekmişti. Yaşadıkları, hissettikleri, değişimi,
özlemleri, pişmanlıkları… Fantastik romanlardan hoşlananlar ve kitapla ilgili
beklentilerini çok yüksek tutmayanlar için keyifli bir seçim.
Bundan sonra sıralayacağım kitaplar
da, benim için, kendi aralarında yer değiştirebilir.
Bu gruptaki kitaplardan biri Latife
Tekin’e ait.
Sevgili Arsız Ölüm –
Latife Tekin
Kırsaldan kente göçen bir
ailenin köyde başlayıp kentte devam eden yaşamlarını anlatan sıcak, samimi bir hikâye.
Hikâyenin anlatımında kullanılan fiil cümleleri hızlı bir tempoya yol açıyor.
Eğer Gabriela Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” kitabını okuyup
beğendiyseniz, bu romanı da beğenme olasılığınız yüksek. Zira kitabı okurken
bazı benzerlikler hemen fark ediliyor. Örneğin; günlük yaşamın arasına
serpiştirilmiş olağanüstü olaylar, hikâyenin hızlı temposu, anlatım tarzı aklıma ilk gelenler. Buna rağmen romanın özgünlüğünü koruduğunu belirtmem gerekir. Anlatılan hikâyenin bunda önemli payı olduğunu düşünüyorum. Masal,
halk hikâyesi karışımı olan “Sevgili Arsız Ölüm”, “Yüzyıllık Yalnızlık”
tadında, hüzünlü bir hikâye okumak isteyenler için.
Diğer bir kitabımız ise
Ayşe Kulin’e ait.
Füreya – Ayşe Kulin
Ayşe Kulin, akıcı
üslubuyla ve seçtiği konularla ilgi gören yazarlardan. “Füreya” adlı kitabı
biyografik bir roman. İlginç bir yaşamı olan bir cumhuriyet kadını, seramik
sanatçısı, bir hanımefendi Füreya Koral’ın hikâyesi anlatılmış romanda.
Zorlukların yıldırmadığı, hüzünlerin soldurmadığı, güzelliklerin filizlenip
çiçek açmaya çalıştığı bir yaşamın kahramanı. Biyografilerden ve hüzünlü
hikâyelerden hoşlananlara önerebileceğim bir kitap.
Ve ilgimi çeken bir
başka biyografi…
Sakallı Celal – Orhan Karaveli
Eskilerin deyimiyle “nevi
şahsına münhasır” bir kişi: Sakallı Celal. Cumhuriyet kuşağının aydınlarından.
Bir filozof. Gerek arkadaş çevresiyle gerek yaşamıyla pek çok kişiye örnek
olabilecek ya da ilham verebilecek bir kişi; ama bu, yaşamını kolaylaştırıyor
mu acaba yoksa tam tersi mi? Tarihi belgesellerden, dönem kitaplarından,
biyografilerden hoşlananlara Sakallı Celal”i okumalarını öneririm.
Bundan sonraki birkaç kitaba blog’da
yer vermiştim. İsimlere tıklayıp yorum ve alıntılara ulaşabilirsiniz.
Düğümlere Üfleyen Kadınlar
– Ece Temelkuran
Defterimden Portreler –
İlber Ortaylı
Ömrümden Uzun İdeallerimVar – Suna Kıraç
Şimdi sıra bu listenin ilk üçünde… “Sadece
bu yazıda ele aldığım kitaplar arasında ilk üç” deyip geçemeyeceğim, ilgimi
çeken, beğenerek, keyifle okuduğum kitaplar...
Üç ve iki numarada yine blog’da yer
verdiğim iki kitap var.
Bir Türk Ailesinin Öyküsü –
İrfan Orga
Yıldızların Tembelliği –
Behiç Ak
Ve işte bir numara.
On Dokuz
Saniye – Pierre Charras
İnsan hayatında bazı anlar
çok önemlidir. Tek bir saniyede bile pek çok şey değişebilir. Biz başka planlar
yapıp hayaller kurarken, hayatın bize iyi ya da kötü bazı sürprizleri olabilir.
Romanın konusu ilk sayfalarda bir aşk ve ayrılık hikâyesi gibi görünse de aslında yolları metroda kesişen kişilerin “on dokuz saniye”si!
Kahramanların romandaki konumu çok iyi tespit edilmiş ve hikâyedeki yan karakterlerin konuya dâhil olmaları da başarılı bir kurguyla sağlanmış. Örneğin; karakterlerden biri giydiği parlak sarı montla dikkat çekiyor ve romanda o kişi ve hikâyesi hakkında bilgi veriliyor ya da bir diğeri metroya son anda kapılar kapanırken yetişiyor ve hikâye o karaktere yöneliyor. Ustalıkla uygulanan bu geçişler “on dokuz saniye” tamamlandığında çok daha etkileyici bir biçimde finale doğru ilerliyor.
Başarılı bulduğum bir diğer ayrıntı da “on dokuz saniye”nin bitiminde yarım kalan cümle ve boş bırakılan sayfa…
Ödüllü kitaplara temkinli yaklaşmama rağmen “Ödülü hak etmiş” dediğim bir kitap. Belki de sıradan olabilecek bir hikâyenin nasıl etkileyici bir hale geldiğini merak edenler ve “Romanda kurgu benim için önemlidir.” diyenler… Vakit kaybetmeyin; çünkü “on dokuz saniye”de pek çok şey değişebilir!
Kahramanların romandaki konumu çok iyi tespit edilmiş ve hikâyedeki yan karakterlerin konuya dâhil olmaları da başarılı bir kurguyla sağlanmış. Örneğin; karakterlerden biri giydiği parlak sarı montla dikkat çekiyor ve romanda o kişi ve hikâyesi hakkında bilgi veriliyor ya da bir diğeri metroya son anda kapılar kapanırken yetişiyor ve hikâye o karaktere yöneliyor. Ustalıkla uygulanan bu geçişler “on dokuz saniye” tamamlandığında çok daha etkileyici bir biçimde finale doğru ilerliyor.
Başarılı bulduğum bir diğer ayrıntı da “on dokuz saniye”nin bitiminde yarım kalan cümle ve boş bırakılan sayfa…
Ödüllü kitaplara temkinli yaklaşmama rağmen “Ödülü hak etmiş” dediğim bir kitap. Belki de sıradan olabilecek bir hikâyenin nasıl etkileyici bir hale geldiğini merak edenler ve “Romanda kurgu benim için önemlidir.” diyenler… Vakit kaybetmeyin; çünkü “on dokuz saniye”de pek çok şey değişebilir!
▬ ▬ ▬