KENDİNİ KEŞFET (Adem ÖZBAY)

Kendini keşfetmek için neye ihtiyaç vardır? Başkalarının kendini keşif yolculukları bizim işimize yarar mı? İnsanın halleriyle insanlığın hallerinin kesiştiği hangi noktada kendimize rastlarız?Adem Özbay, Kendini Keşfetadlı kitabında bu süreçte epey yol kat etmiş kişilerin sözlerinden, hikayelerinden yola çıkarak bize bir keşif haritası sunuyor. İyi yolculuklar...

“Öncelikle söylemem gerekir ki bu cümleyi ilk olarak kendime söylüyorum: Kendini keşfet. Kendimi keşfedebilirsem kendime faydam olabilir. Kendimi keşfedebilirsem çevreme, arkadaşlarıma, aileme, insanlığa bir faydam olabilir. Kendini keşfedememiş insanın bir fabrikada çalışan otomatik robottan bir farkı yoktur.”

Peki, siz kendinizi keşfettiniz mi yoksa hala bir keşif halinde misiniz? “keşfettim” demek mi daha doğrudur, “keşfediyorum” demek mi? Kitabın satırlarında gezinirken kendimizde yeni şeyler keşfedebilecek miyiz acaba?

                             * * * * *

“ ‘Genç ve özgürken, düşlerim sonsuzken, dünyayı değiştirmek istedim. Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım. Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece ülkemi değiştirmeye karar verdim; ama o da değişeceğe benzemiyordu. İyice yaşlandığımda artık son bir gayretle, sadece ailemi ve kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim. Ve ölüm döşeğinde yatarken, birden fark ettim ki önce kendimi değiştirseydim, ailemi ve yakınlarımı da değiştirebilirdim. Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla, ülkemi daha ileri götürebilirdim. Kim bilir belki dünyayı bile değiştirebilirdim.’ Bir mezar taşında yazan bu sözleri çok iyi anlamamız gerekiyor. Değişim kendimizden başlar. Bizden başlar ve tüm dünyaya yayılır. Eğer Edison önce kendisini değiştirmeseydi, Graham Bell önce kendini değiştirmeseydi, Einstein önce kendini değiştirmeseydi bugün dünya bu kadar değişemezdi. Bizim kendimizi keşfetmemiz ve değişme arzumuz dünyayı değiştirmek değil belki. Ama hepimiz kendimizi keşfederek, geliştirerek daha iyi, daha güzel, daha anlamlı ve daha erdemli bir hayat sürebiliriz. Bunu hepimiz istemez miyiz?”

Kendimizi keşfedip geliştirmek sevdasında mıyız yoksa çok para kazanıp sadece zenginleşmek sevdasında mı? Zenginleştikçe gelişiyor muyuz yoksa kendimizi geliştirmek için mi zenginleşiyoruz? Her ikisi için de zamanımız var mı? Eğer yoksa hangisine öncelik tanıyoruz?

                                               * * * * *     
    
“Tatmin edilemeyen ihtiyaçlara her gün bir yenisi eklenir, çoluk çocuk bu önüne geçilmez istekler, hevesler seline kapılmış sürüklenir, zengin olmanın kestirme yolları arşınlanırken, Barış Manço ihtiyaçların karşılanmasının en külfetsiz ve en eski yollarından birini getirip koyuyor önümüze. Alternatif yollara sapmak pek çok kişiye modası geçmiş, işlevini yitirmiş geleneklerin ağına düşmek gibi gözükebilir. Ancak şimdiye dek önümüze sunulan çağdaş tariflerin pek de ipe sapa gelir yanı olmadığı düşünülürse, bu sese kulak vermeden geçmek olmaz. İşte Barış Manço'nun dostları buyur ettiği Halil İbrahim Sofrası'nda geçime, itibar görmeye, stresi dizginlemeye dair söyledikleri:

Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim Sofrasına
Alnı açık, gözü toklar buyursunlar başköşeye
Kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye
Nefsine hâkim olursan kurulursun tahtına
Çala kaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına”






Her biri kendi içerisinde bir felsefe taşıyan Barış şarkılarından hangisi sizin için daha uygun? Şarkıları dinlerken sadece “haydi eller havaya” mı diyorsunuz yoksa Barış sözlerindeki anlamları da düşünüyor musunuz?

                                               * * * * *

Tuz ekmek hakkı bilene
  Sofra kurmasan da olur
  Ilık bir tas çorba yeter
  Rızkım buymuş der içerim
  Kadir kıymet anlayana
  Sandık açmasan da olur
  Kırk yamalı hırka yeter
  İdris biçmiş der giyerim”

Şimdilerde ise giyilen kıyafetler, yenilen yemekler, gidilen yerler beğenilmez mi oldu ne? “…….beğendim; ama……”  diye kurulan cümleler size de tanıdık geliyor mu? Gerçekten beğendik mi yoksa esas düşüncemiz “ama”dan sonra mı başlıyor?

                                               * * * * *

“Bir gün dünyaya ait büyük bir derdin olursa Yaratıcına dönüp, ‘Benim büyük bir derdim var! deme, derdine dönüp ‘Benim büyük bir Yaratıcım var! de.”



                                               * * * * *

“Hepimiz aslında zengin doğarız, bizim için çalışan 18 milyar civarında beyin hücresiyle birlikte… Yapmamız gereken sadece bunları doğru yönlendirmek.”

Bu zenginliğin farkında mıyız acaba? Beyin hücrelerimizin her birinin görevini düşünürsek “maddiyat” ikinci plana düşer mi? Parayla pek çok şeyi satın alabiliriz de beyin hücreleri de satın alabileceklerimize dahil mi acaba? Yürümek, konuşmak, görmek, duymak, koklamak, nefes almak, anlamak, düşünmek, çalışmak….. ? Bütün bunların parasal değeri nedir?

                                               * * * * *

“Karşılaştığınız insanlar sizi heyecanlandırmalı, size esin vermeli ve sizin büyümenizi sağlamalıdır. Bu nedenle tanıdığınız insanların sayısını ve çeşitliliğini sürekli artırmaya gayret etmelisiniz. Bu insanlardan her biri sizin zihninizin farklı bir yönünü geliştirecek ve sizi uyaracaktır.”

Farklı düşüncelerdeki insanlara ne kadar tahammülümüz var? Kendimize benzeyen insanlarla işimiz daha kolay değil mi? Etrafımızdaki kişiler bizim gelişmemizi sağlıyor mu? Dengeyi bulmak için ne yapmalı?

                                               * * * * *

“Öğrenmenin en kolay yolu tecrübelerden faydalanmaktır. 50-60 yıllık hayat tecrübelerine sahip hayat ustalarının o kadar yıllar boyunca kazandıkları eşsiz birikime çok kısa bir sürede sahip olmak mümkün olur. Yeter ki o tecrübeleri ciddiye alalım. Hayat yolunda tecrübeleri olan insanların söyledikleri ışık fenerleri gibidir. Karanlıkta bir ışık fenerine sahip olursak zorluklarla daha kolay baş edebiliriz.”

Başkalarının tecrübelerinden yararlan, zaman kaybetme.

                                               * * * * *

“Bill Gates'e niçin uçağı, yatı vb. lükslerinin olmadığı sorulduğunda şöyle yanıt veriyor: Öyle yaşarsam öyle düşünmeye başlarım ve şimdikinden çok farklı bir kişiliğe sahip olurum. Yeterince çalışamam, yeterince üretemem.”



                                               * * * * *

Bir insanın akıllı olmasına bir şey dediğimiz yok. Yeter ki; aklını başkalarına kabul ettirmeye çalışmasın.(Eflatun)

Biz ne yapıyoruz? Tüm iyi niyetimizle (!) karşımızdakilere yardımcı olmak için gayret gösteriyoruz. “Şunu şöyle bunu da böyle yaparsan iyi olur!” “Yine sen bilirsin ama dediğimi yaparsan senin için daha hayırlı”... Karşımızdaki insanın durumunu, şartlarını, yaşadıklarını bilmeden kendi görüşümüzü kabul ettirmeye çalışmak... 

                                               * * * * *

Hayat 5 topla oynanan oyundur

Rahmetli Üzeyir Garih, yıllar önce Çukurova'ya gelmiş. Adana'da iş adamları toplantısında bir konuşma yapmış. Bugünlerde yaşanılan ilişkileri görünce şöyle demiş rahmetli Garih: "Hayat havaya attığımız 5 topla oynanan bir oyundur. Bu toplardan sadece bir tanesi lastik, diğer 4 top ise camdandır. Bu toplar; işimizi, ailemizi, sağlığımızı, dostluklarımızı ve benliğimizi temsil etmektedir. Belirttiğim gibi, bu 5 top içinde bir tek işimiz lastik bir toptur. Düşürürsek zıplatabiliriz. Ancak diğer 4 top camdan yapıldığından düşerse kırılır, yerine konulamazlar. Bunu fark etmeli ve hayatımızı bu dengeye göre kurmalıyız." Oysa hepimiz o lastik topu tutabilmek uğruna diğerlerini kırıp dökmez miyiz? Dostlarınıza, ailenize, sağlığınıza ve benliğinize sıkı sıkı sarılın, onları çantada keklik sanmayın.

                                               * * * * *

“Büyük adamların hepsi düşünmeye ayrı bir önem vermişlerdir. Çünkü hem tüm kutsal dinler tüm kutsal öğretiler düşünmeyi takipçilerine hararetle tavsiye etmiştir. İnsanın doğasında düşünmek vardır. Bu güdüsünü bir kenara bırakan insanlar için gelişim yolculuğu mümkün değildir. Kendimizi keşfetmek için bol bol düşünmeye ve tefekkür etmeye ihtiyacımız var.”

                                               * * * * *

Hayatı anlamlı yaşamak isteyenlere!

Bir zamanlar 4 oğlu olan bir adam varmış. Çocuklarının çok erken karar vermemeleri ve önyargılı olmamaları için onları bu konuda eğitmek istemiş. Böylece her birinin uzak bir yerde duran ağacın yanına gidip ona bakmalarını istemiş.
İlk oğlan kışın gitmiş, ikincisi ilkbahar, üçüncüsü yazın ve sonuncusu da sonbaharda. Geri döndüklerinde hepsini bir araya çağırmış ve ne gördüklerini sormuş.
İlk oğlan ağacın çok çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söylemiş.
İkinci oğlan hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı demiş.
Üçüncü oğlan başka fikirdeydi. Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki daha önce hiç böyle bir şey görmemişti.
Sonuncu oğlan hepsinin haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat dolu olduğunu belirtti.
Yaşlı adam oğullarına hepsinin haklı olduğunu söyledi. Çünkü hepsi farklı mevsimlerde ağacı görmeye gitmişti. Onlara bir ağacı veya bir insanı kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını anlatmaya çalıştı. Ya da neye sahip olup olmadıklarını... Gerçekleri ancak 4 mevsimi gördükten sonra görürsünüz.
Eğer kışın vazgeçersen, ilkbaharın nimetinden olursun, yazın güzelliğinden ve sonbaharın bütünlüğünden de...
Bir mevsimin açısının, diğer güzel mevsimleri parçalamasına izin vermeyin. Hayatınızı bir dönem yüzünden yargılamayın...
                                         ▬    ▬    ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ