ÖMRÜMDEN UZUN İDEALLERİM VAR (Suna KIRAÇ)

Günümüz insanı için önemli unsurların çoğu maddiyata dayalı. Paranın hayatımızdaki rolünü tabii ki inkar edemeyiz; ama her şey para mıdır, pek çok durumda kolaylık ve rahatlık sağlamasına rağmen her kapıyı kayıtsız şartsız açar mı? Yoksa parayla alamayacağımız şeyler, sağlık gibi sevgi gibi, hayatımızın ana unsurları mıdır?
Koç ailesinin önemli isimlerinden Suna Kıraç’ın kaleme aldığı, Rıdvan Akar’ın katkıda bulunup yayına hazırladığı “Ömrümden Uzun İdeallerim Var” tüm bu soruların yanıtlarını bir daha düşünmemizi sağlıyor. 
İdealleri olanlar için...


“Kendimi, misyonunu bulmuşlardan kabul ediyorum. Bu misyonu Antalya’da Suna-İnan Kıraç Eğitim Parkı’nın açılış töreninde sağlık sorunları nedeniyle orada olamadığım için kızım İpek tarafından okunan metinde, bir cümle ile şöyle ifade etmiştim: ‘Ömrümden uzun ideallerim var.’ Bu hedeflerin neler olduğunu ve ne kadarını gerçekleştirdiğimi ise ileriki sayfalarda sizlerle paylaşacağım.”

                       * * * * *

“Koçzadeler, Ankara’nın köklü aileleri içinde yer alırdı. Babam Vehbi Koç’un baba tarafından 270 yıllık, babasının ana tarafının Hacı Bayram-ı Veli Ailesi’ne mensubiyeti dolayısıyla 630 küsur senelik şeceresi tespit edildi.”

                                               * * * * *

“Büyükbabam Koçzade Hacı Mustafa ilim yolunu seçmiş, ticaretle hiç meşgul olmamış, okumayı seven, medrese mezunu ve çok dindar bir kişiymiş. Vaktinin çoğunu evde kitap okuyarak ve ibadet ederek geçirirmiş.”

                                               * * * * *

“Babam Vehbi Koç, büyüklere saygı, küçüklere sevgi, doğrudan ayrılmamak, ‘Allah’a bağlılık, başkalarına zarar vermemek, daima iyi dost seçmek, bütçeye göre masraf yapmak; kazancın bir kısmını arttırmak gibi olumlu hasletleri, büyükbabamdan öğrendi. Babam da, biz çocuklarını aynı şekilde yetiştirmeye özen gösterdi.”

                                               * * * * *

“Annem hiçbir düğünün sonuna kadar kalıp, düğün pastasının kesildiğini göremezdi. Çünkü ‘geç saatte uyunursa, geç kalkılır ve ertesi gününün enerjisinden çalınır.’ derdi.”

                                               * * * * *

“Annem sıra dışı bir hanımdı. Bir taraftan örf ve adetlere uyum sağlayan, diğer yönüyle de zamanına göre son derece çağdaş bir kadındı. Pazara giderken eşarp takan, nikâha giderken şapka giyen bir yapıya sahipti. Babam gibi az konuşur, çok dinlerdi. Tok gözlü, babam zengin olduktan sonra da tevazusunu yitirmeyen bir kişiliği vardı.”

                                               * * * * *

“3 Haziran 1941’de Keçiören’deki bağ evimizde, diğer kardeşlerimin doğdukları aynı evde, aynı odada ve aynı yatakta bir gece yarısı doğmuşum.”        
                               
                                               * * * * *

“Ben dünyaya geldiğim zaman, ilk işini 1916’da kuran ve zamanla geliştiren babam, Ankara’nın sayılı tüccarları arasında, Ticaret Odası Başkanı ve – o yıllarda çok önemsenen – Kızılay Yönetim Kurulu üyesiydi. Dolayısıyla ailenin hep varlıklı olduğu, yoksunluk yaşanmayan bir dönemin çocuğuydum.”

                                               * * * * *

“Çocukluğumuz üç değişik evde geçti. Tanrıya şükürler olsun ki o evlerde analı babalı, sıcacık bir aile ortamında, mutlu büyüdük. Ne ayrılık, ne ayrı gayrı, ne kavga gürültü, ne de ölüm gördük. Yaşadığımız her eve annemin sevgi dolu eli ve babamın ölçülü disiplini değdi.”

                                               * * * * *

“Bizim okulda kullandığımız kurşun kalemler ziyan olmasın diye bıçakla yontulurdu. Okula yürüyerek giderdik. Otomobille gitmemizi babam yasaklamıştı.”

                        * * * * *

“Ben 13 yaşındayken annemden yediğim dayak, İstanbul’da Tanca’dan 29 liraya alınan ayakkabının fiyatını halamlara söylediğim içindi. Annem bana ‘görgüsüz’ demişti. ‘Hiçbir şeyin fiyatı söylenmez ve övünülmez’ derdi. O ders, hayatım boyunca kulağıma küpe oldu.”

                                               * * * * *

“Atıf Yılmaz’ı, İnan ve ben Ayşe sayesinde tanıdık. Çok sevdik. Sıcak, babacan, samimi, ‘entel takımın’ ukalalığının tamamen dışında, ayakları yere basan bir kişiliğe sahipti”

                                               * * * * *

“Biliyordum ki Vehbi Koç’un kızı da olsanız, iltifat liyakate tabiydi. Ben de bu iltifata layık olmaya çalışıyordum.”

                                               * * * * *

“11 Ocak 1968’deki törene 1500 kişi katılmıştı ama hiçbiri bizim dostumuz olarak nitelediğimiz, yani gündelik yaşamı paylaştığımız insanlar değildi. Konuklarımız Koç Topluluğu’nun dostlarıydı. Oysa İnan ile ben hızımızı alamamıştık. Bu defa da arkadaşlarımız için tören yapmaya karar verdik. Dört-beş değişik yerde evlilik kutlamaları sürdü.”

                     * * * * *

“Her ne kadar ‘dünya evi’ dediysek de aslında evimiz son derece mütevazı 70 metrekarelik bir evdi.”

                                               * * * * *

“İnan, yaşamımdaki en güzel hediyeydi. Onun varlığı ile yaşamım daha anlamlandı. Çok mutlu ve uyumlu bir aile yaşamı kurduk. Birbirimizi kırmadık. İş yaşamındaki farklı konumumuz ve rollerimizi evimize taşımadık. Onun olgunluğu sayesinde hiçbir sorun yaşamadık. Bugün ise İnan benim için bambaşka bir değer kazandı. Çünkü yaşadığım bütün zorluklar, sıkıntılar ve hastalık sürecinde yanımda o vardı. Ondan hep güç aldım ve ona hep İnan’dım.”

                                               * * * * *

“İpek, 29 Kasım 1984’te dünyaya gelmişti. Onunla kaderimiz 1 Şubat günü birleşti. O sakin evde bir anda bir bayram havası esmeye başladı.”

                                               * * * * *

TEV’in ilk lisansüstü bursiyerlerinden biri de Davut Ökütçü’ydü. Amerika’daki eğitimini tamamlayıp döndüğünde Vehbi Koç’a teşekkür ziyareti yapmış ve Vehbi Koç, ‘Siz bana teşekkür edemezsiniz, ne zaman ki; bizim size tanıdığımız imkanları iyi kullanır, eğitiminizi başarıyla tamamlar, yurdunuza döner, yurdunuz için çalışır ve bir gün eliniz para tuttuğunda, siz de döner, size tanıdığımız bu imkanı sizden sonra gelecek bir Türk gencine sağlarsanız o zaman teşekkür etmiş olursunuz.’ demişti.”

                                               * * * * *

“Suna Kıraç da tıpkı babası gibi Topluluk içindeki bütün iletişimi yazışma yoluyla gerçekleştiriyor, yani kayıt altına alıyordu.”

                                               * * * * *

“Vehbi Koç yaşam felsefesini özetlerken bir misyon duygusuyla hareket ettiğini vurguluyordu:   
En lüks hayatı yaşayabilir, en lüks yerlerde oturur, en lüks arabalara binebilirdim. Bunların hiçbirini yapmadım. Çocuklarıma ve iş arkadaşlarıma kötü örnek olmak istemedim. Davranışlarımdan dolayı pişmanlık hissine hiç kapılmadım. Hayata bir daha gelsem, yaptıklarımı aynen tekrarlar ve devam ettirirdim.

                                               * * * * *

“Vehbi Koç için israf en çok sakınılması gereken bir yasaktı. Uçak yolculuklarında bile ekonomi sınıfına biniyor, neden business class’ta uçmadığına ilişkin sorulara ise ‘uçağın arkası başka yere mi gidiyor’ diye yine soruyla yanıt veriyordu.”

                                               * * * * *

“Suna Kıraç’ın asıl işlevi Koç Topluluğu’nun modernleşmesi sürecini hızlandırmaktı. Vehbi Koç’un geleneksel iş yapma tarzını, geriden ama dikkatle süzer ve günün koşullarına uyarlanmasını sağlardı.”

                     * * * * *

Bildiğiniz, deneyim kazandığınız işte başarı şansı yüksektir. Bilmediğiniz işe girmenizin ise büyük riski de beraberinde taşıdığını unutmamalısınız. Burada kurucumuz, babam Vehbi Koç’un sürekli tekrarladığı bir sözü hatırlatmak isterim: ‘İtibar 30 yılda kazanılır, bir gecede kaybedilebilir.’

                                               * * * * *

“Bildiğiniz gibi bugünkü noktalara lafla gelinmemiştir. Özetle, büyükbabanız ‘girişimci ve kurucu’, bizler ‘koruyucu ve geliştirici’, sizler ise ‘hazır bulanlarsınız’. Büyük şirketlerde şimdiye kadar üçüncü neslin pek azının işlere sahip çıktığı görülmüştür. İnşallah sizler hazır bulduğunuz bu kurumu daha ileri götürme başarısını gösterirsiniz.”


                                               * * * * *

“İnan Kıraç, ‘Suna Kıraç’ın en çok üzüldüğü olay neydi’ sorusuna ‘üniversitenin kuruluş sürecinde yaşadığı hadiselerdi’ yanıtını verdi. Acaba o üzüntüler, stresle bağlantısı olduğu bilinen o hastalığı ne kadar tetiklemiş, Suna Kıraç’ın sağlığını ne kadar etkilemişti?”

                                               * * * * *

Lider olarak kalabilmek, pek çok bakımdan belki de lider olmaktan da zor bir oluşumdur.
Bu nedenle eleştirenlerden değil, eleştirilenlerden olun. Eleştirip sorumluluk almazsanız, sorumluluğun dışında kalıp eleştirmeyi yeğlerseniz, beğenmediğiniz bir düzen içinde yaşamınızı sürdürmek zorunda kalırsınız.

                                               * * * * *

Eğitim Gönüllüleri Vakfı, 23 Ocak 1995 günü iş dünyası ve akademyadan 52 önde gelen ismin imzasıyla faaliyete geçti. İlk günler ‘nasıl bir eğitim’ tartışmalarıyla geçti. ‘Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Halkevleri, Köy Enstitüleri uygulamaları 1990’larda olsaydı, nasıl bir eğitim anlayışı ve teknolojik potansiyeli olmalıydı’ sorusundan hareketle sürdürülen tartışmalar ‘eğitim parkı’ modelinin geliştirilmesiyle sonuçlandı. Eğitim parklarında, teknolojinin olanaklarını elde edemeyen öğrencilere bu imkan sağlanacak, parklarda spor, kültür, ders etütleri ve her türlü bilginin okul saatleri dışında, öğrencilere verileceği bir mekan yaratılacaktı.”

                                               * * * * *

“Babasının hayır işlerinde ‘Memleket varsa biz varız.’ düsturu, Suna Kıraç’ta ‘Bu ülkenin sanatı ve kültürüne biz de sahip çıkmalıyız’ duyarlılığına dönüşmüştü. Böylece Kıraç Ailesi, servetinin çok önemli bir bölümünü bu projelere ayırma ve daha önemlisi bu projeleri kalıcı ve sürdürülebilir kılma konusunda tarihi bir adım attı.”
                                              ▬    ▬    ▬

Kitapla ilgili yorumum:
Rıdvan Akar tarafından yayına hazırlanan ve Koç ailesinden Suna Kıraç’ın yaşamını anlatan kitap, iki bölüme ayrılıyor. İlk bölüm “Suna Kıraç’ın Kaleminden”, ikinci bölüm ise “İş Kadını Suna Kıraç”. Kitabın sonunda ise “Suna Kıraç’ın Albümünden” adıyla aile fotoğraflarının bulunduğu bir bölüm var. Bir hayatın dönüm noktaları, zorlukları, neşesi, hüznü… samimi bir dille aktarılarak özellikle iş hayatının anlatıldığı bölümler belgelerle destekleniyor.
Biyografi, anı türündeki eserlerden hoşlananların bu kitabı da beğeneceğini umuyorum. Ayrıca kişisel gelişim ya da iş dünyasıyla ilgili kitaplar okumayı tercih edenlere de tavsiye edebilirim; çünkü pek çok kitapta bulamayacakları ipuçları kitabın satırlarında gizli.

Bu Haftaki Tercihleriniz

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

YEŞİL MÜREKKEP (Osman BALCIGİL)

SANATIN GEREKLİLİĞİ (Ernst FISCHER)

DEDE KORKUT HİKAYELERİ