DEDE KORKUT HİKAYELERİ

Edebiyat tarihimizin önemli eserlerinden “Dede Korkut Hikâyeleri”ne yer vermek istedim bugün. Bir süre önce Unesco tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi”nde yer alan hikâyelerin öneminin sık sık vurgulanması gerektiğini düşünüyorum.



Kültürümüzü, dilimizi, yaşayışımızı,  inancımızı anlatan bu eserin orijinal yazmaları maalesef yurt dışında. Gerçi bazen bu eserlerin yurt dışında olduğuna sevinsem mi üzülsem mi ona da karar veremiyorum ya! Şu anda kütüphanelerimizde yüzlerce, binlerce el yazması eser var. Hangisinin kıymetini ne derece biliyoruz, bunları okuyup gün ışığına çıkarma gayretinde miyiz, tartışılır. Batılıların farklı kültüre ait pek çok eseri kütüphanelerinde toplayıp bir o kadarını da tahrip ettikleri göz ardı edilemez bir gerçek. Hangi eserlerde ne gibi bilgiler var, batılı ülkeler bu bilgilerden hangi anlamda nasıl yararlanıyor, bilmiyoruz. Ne acıdır ki kütüphanelerden, doğru kaynaklardan, gerçek belgelerden gittikçe uzaklaşıyoruz çoğumuz. Google’dan alınan kopyala yapıştır bilgilerle, hangi bilginin doğru ya da gerçek olduğunu bile bilmeden paylaşımlarda bulunuyoruz çoğu zaman. Neyse sözü daha da uzatmadan Dede Korkut’a geçelim.


Muharrem Ergin'in "Dede Korkut" adlı kitabının Ön Sözü 

Kütüphanemde Dede Korkut’la ilgili iki kitap bulunmakta. Biri Seyit Kemal Karaalioğlu’na ait “Dede Korkut Hikâyeleri”. Diğeri ise üniversitede okurken “Halk Bilimi” başta olmak üzere farklı derslerimizde yararlandığımız Prof. Dr. Muharrem Ergin’in “Dede Korkut Kitabı”. Sizlere tavsiye edeceğim Seyit Kemal Karaalioğlu’nun kitabı. Diğerini de üniversitede tarih, edebiyat gibi bölümlerde okuyan ya da konuya özel ilgisi olanlara önerebilirim. Bu arada alıntıların hepsi Seyit Kemal Karaalioğlu’nun “Dede Korkut Hikâyeleri” adlı kitabından.


Muharrem Ergin'in kitabından

Dede Korkut Hikâyeleri’nin dili ve anlatım tarzı bana uzak gelirdi çocukken. Onun için kitabı ilk okuduğumda pek de cazip gelmemişti açıkçası. Arka arkaya tüm hikâyeleri okuduğum ortaokul yıllarında konunun epey uzağında hissetmiştim kendimi. Ama ders kitaplarımızda bulunan, beğeniyle ve ilgiyle okuduğum “Dirse Hanoğlu Boğaç Han”, “Duha Kocaoğlu Deli Dumrul” ve “Basat’ın Tepegözü Öldürmesi” ortaokul ve lise yıllarımda bu hikâyelere olan ilgimi hep diri tutmuştu. Üniversite yıllarında metinleri ayrıntılı bir biçimde incelediğimizde ise kültürümüze, edebiyatımıza ve bunun hikâyelere yansımasına hayran kalmıştım.

Seyit Kemal Karaalioğlu'nun kitabından

Dede Korkut Hikâyeleri’ni çocuklarımıza, gençlerimize tanıtalım. Öneminden, değerinden söz edelim. “Harry Potter”, “Superman”, “Batman” gibi hayal ürünü kahramanların yanında kendi kültürümüzden yoğrulup meydana çıkmış gerçek kahramanları da tanımaya çalışalım. Bize empoze edilenle yetinmeyelim. Araştıralım, anlamaya çalışalım, öğrenelim… Dünyaya, yeniliklere açık olalım; ama özümüzü, kültürümüzü, dilimizi korumayı da bilelim.
Dede Korkut ve Hikayeleriyle ilgili kapsamlı bir yazı hatta yazı dizisi "Mavi ve Edebiyat"ta yer almakta: "Dede Korkut Kimdir? Dede Korkut Hikayelerinin Önemi Nedir?"

25 Nisan 2019 tarihinde başlayan - yani ben bu yazıyı yazdıktan yaklaşık 20 gün sonra - Dünya Kültür Mirası Dede Korkut Uluslararası Sempozyumu'nda Prof. Dr. Metin EKİCİ kayıp destanın haberini verdi. "Salur Kazan'ın Ejderha'yı Öldürmesi" adlı 13. hikaye Türkistan'da yeni bulunan bir nüshada yer almakta. Ayrıntılar için "Kayıp Rıhtım"daki yazıyı tavsiye ederim: "Dede Korkut'un Kayıp 13. Destanı Bulundu"
(Bu paragraf yazıya 27.04.2019 tarihinde eklenmiştir.)


Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar.Fuat KÖPRÜLÜ (Önsöz)”

                                               * * * * *

“DEDE KORKUT Hikâyelerinin yaratıcısı, Korkut Ata adıyla da anılan kutsal bir Oğuz ozanıdır. Yaşadığı dönem ve yaşantısı hakkında kesin bilgimiz yoktur. Hikâyelerinden kerametler gösteren, gaipten haber veren yarı tarih, yarı destan kahramanı bir Türk ihtiyarı olarak tanınmaktadır. Türk edebiyatının orta dönemdeki en güzel nesri Dede Korkut hikâyeleridir. Bu hikâyelere «destanî hikâye» demek daha doğru olur. Bunlarda Oğuz halkının inançları, yaşantıları, töreleri tutkuları, savaşları, özellikle dil yetenekleri yer alır. Dili XIV. yüzyıl Anadolu Türkçesi’dir. (Seyit KEMAL – Önsöz)”

                                               * * * * *

“Bu hikâyeler, dil, edebiyat, folklor, etnoloji, tarih ve etnografya bakımlarından eşsiz bir nitelik taşımaktadır. (Seyit KEMAL – Önsöz)”

                                               * * * * *

Dede Korkut Kitabı’ndaki hikâyeler, Oğuzların tarihleriyle ve destan gelenekleriyle ilgili, başka kaynaklardan edinilmiş bilgilerin ışığı altında incelenince, bu metinde iki ayrı tarih dönemine değgin olayların ve kişilerin bir destan bileşimi içinde kaynaştırıldığı ve bir anlatı düzeyine getirildiği görülür. – Pertev Naili BORATAV (Önsöz)”

                                               * * * * *

Dede Korkut hikâyeleri türlü yönlerden önem taşır. Bu destanlar Türk ruhundan çıkmış, Türkün öz benliğini yansıtan eserlerdir. Bunlar Türklerin kendilerine yurt edindikleri topraklar üzerinde boy atmışlardır. Çerçeveleri savaşçıl olmakla birlikte, bunlarda yankılanan asıl öz, yüksek bir ahlaka dayanmaktadır. Soy-sop içinde, aile içinde kök salmış bir ahlak, sağlam bir karakter, doğruluk, sözünün eri olma, gerektiği zaman kendini ortaya atma ve hiçbir sakıncayı düşünmeden kendini verme, kısacası insan olma, bu hikâyelerin her yerinde onun en belli çizgisidir. Ana sevgisi, eş sevgisi, yavuklunun bütün engellere, zamana karşı direnip süren, sönmeyen bağlılığı, oğul, baba, kardeş sevgisi, tek tek bütün hikâyelerin kök temleri olarak görülmektedir. Kadınlar ve kızlar da bir sıkılcım zamanında, erkeklerin yanında bir silah arkadaşı olarak meydana çıkarlar. – Orhan Şaik GÖKYAY (Önsöz)”

                                               * * * * *

Seyit Kemal Karaalioğlu'nun kitabından
“Dede Korkut’ta nazımla nesir bir aradadır. Şiirli, derin, temiz bir halk Türkçesi, halk felsefesi, töresel inanışlar, çıplak doğa güzellikleri, aile bağlılıkları, çocukların eğitimi, su, ağaç, at ve kuş sevgisi, devlet büyüklerinin yüce adalet duygusu, Türk ulusunun tüm uluslara örnek olabilecek erdemleri, gözleri, gönülleri doyuran bir güzellikle anlatılır. Türk kültürünün baş eserlerinden sayılır. (Seyit KEMAL – Önsöz)”

                                               * * * * *

Türkler, Ortaasya ile Anadolu arasındaki bölgelere oğuznâmeleriyle gelmişlerdi. Bu yeni yurtlarda maddi ve manevi hayatın yeni şartları içinde yeni oğuznâmeler de meydana getirdiler. Ortaasya Oğuznâmesi’nin değişmiş bir kısmı, daha doğrusu, yeni bir ruh ilavesiyle devamı olan Dede Korkut Kitabı bunların en büyük olanı ve Türkiye edebiyatını Ortaasya edebiyatına bağlayan ara saha mahsullerinin en mühimidir. Bütün hikâyeler, canlı, hareketli, ilgi verici, tabiî bir teknik içinde işlenmiştir. Bu hususiyeti en çok temsil eden ve nerdeyse modern bir hikâye karakteri yaşatanı Deli Dumrul’da insan duygularının tahlili de üstün bir dereceye çıkmıştır. – Vasfi Mahir KOCATÜRK (Önsöz)”

                                               * * * * *

Dede Korkut’taki insan tipi alp tipidir. İnsanda aranılan esas vasıf kahramanlıktır. Kadınlarda bile bu tipe ehemmiyet verilir. Kahramanları hayatı daha ziyade göçebe hayatının icabı olarak dışa dönüktür. Kuvvet ve cesarete ehemmiyet verilir. Milli destanın ilk vasfı müellifinin millet olmasıdır. Destan, bir ferdin, bir sanatkârın değil, bir milletin müşterek dehasının mahsulüdür. Yaratıcısı müşterek deha olduğu gibi, değerlendirilmesi de müşterek sosyal zevkin süzgecinden geçmiştir. Dede Korkut da bu şekilde Türk Milletinin müşterek dehasının ve zevkinin eseridir.  –Muharrem ERGİN (Önsöz)”

                                               * * * * *

Dede Korkut kültürünün kol atmadığı Türk toprağı bulmak kolay değildir. Kısaca Dede Korkut Kitabı’nın değerlendirilmesi, bu çok müstesna eseri bütün Türk tarihi, Türk ülkesi, Türk kültürü; daha doğrusu Türk dünyası içinde görüp incelemekle mümkün olur. Politik ve benzeri sebeplerle birbirinden ayrı düşen ve türlü yerlerde türlü devletler kuran Türkler, çeşitli yabancı medeniyet rüzgârlarına rağmen ortak bir Türk kültüründe birleşmektedirler. Türk dili ve edebiyatında Dede Korkut Kitabı kadar bir birleşmeyi gerçekleştiren hiçbir eser yoktur. Dede Korkut Kitabı, Türk dünyası için gösterdiği bu müstesna değer yanında, göçebe insan medeniyeti olarak çok üstün bir beşeri taraf da temsil etmektedir. – Sami AKALIN (Önsöz)”

                                               * * * * *

“Dede Korkut, her hikâyenin sonunda ortaya çıkarak Oğuz beyleriyle boyları üzerine kopuzla söylediği dualı destanlarla hikâyeyi sona erdirir. Hikâyelerde «İç Oğuz – Taş Oğuz», «Dirse Han oğlu Buğaç» Oğuzların iç savaşlarını; «Tepegöz», «Deli Dumrul» doğa üstü kuvvetlerle savaşı; «Bamsı Beyrek», «Kanturalı» birer aşk macerasını; diğer altı hikaye Oğuz beylerinin kuzey ve batıdaki düşmanlarla savaşlarını anlatır. Olaylar; Azerbaycan, Kafkasya, kuzey-doğu Anadolu bölgelerinde; Müslüman Oğuzlarla Hıristiyan komşuları gürcüler, Trabzon Rumları arasında geçer. (Seyit KEMAL – Önsöz)”

                                               * * * * *

Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı

“«Hey Dirse Han, bana gazap etme, incinip acı sözler söyleme. Yerinden kalk. Alaca çadırını yer yüzüne diktir. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kes, İç Oğuz’un Dış Oğuz’un beylerini başına topla. Aç görsen doyur, çıplak görsen donat. Borçluyu borcundan kurtar, tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır. Büyük ziyafet ver. Dilek dile. Olur ki bir ağzı dualının hayır duası ile, Tanrı bize bir topaç gibi çocuk verir!» dedi. (Dirse Han Oğlu Boğaç Han)”

                                               * * * * *

“Boğa ile oğlan bir hamle çekiştiler. İki kürek kemiğinin üstüne boğanın köpük bağlandı. Ne oğlan yener, ne boğa yener. Oğlan fikreyledi, der: Bir dama direk vururlar. O dama destek olur, ben bunun alnına niye destek oluyorum duruyorum, dedi. Oğlan, boğanın alnından yumruğunu giderdi, yolundan savuldu. Boğa ayak üstünde duramadı, düştü. Tepesinin üstüne yıkıldı. (Dirse Han Oğlu Boğaç Han)”

                                               * * * * *
“Bay Büre Bey:
«Evet, maksadım budur. Benim de oğlum olsa, Han Bayındır’ın karşısına geçse, kulluk eylese; ben de baksam sevinsem, övünsem, güvensem» dedi.
Böyle deyince büyük Oğuz beyleri yüzlerini gökyüzüne çevirdiler, el kaldırıp dua ettiler: «Ulu Tanrı sana da bir oğul versin!» dediler.
O zamanlar beylerin duası dua, bedduası beddua olurdu. (Kam Büre’nin Oğlu Bamsı Beyrek)”

                                               * * * * *

“Beyrek, söyledi:
«Bay Bican Bey’in bir kızı varmış, onu görmeye geldim» dedi.
Kız, söyledi:
«O kız öyle sana görünecek insan değildir!» dedi. «Amma ben Banı Çiçek’in dadısıyım. Gel, şimdi seninle ava çıkalım. Eğer senin atın benim atımı geçerse, onun atını da geçersin. Bir de seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin. Sonra seninle güreşelim. Beni yenersen, onu da yenersin!» dedi. (Kam Büre’nin Oğlu Bamsı Beyrek)”

                                               * * * * *

“O zamanlar oğullar ataya muhalefet etmezdi. Oğul ata sözün iki etmezdi. İkilerse o oğulu kabul etmezlerdi. (Kazan Bey Oğlu Uruz Beyin Esir Olması)”

                                               * * * * *

“Dedem Korkut gelip şadılık çaldı. Boy boyladı, soy soyladı. Gazi erenlerin başına ne geldiğini söyledi:
İmdi kani dediğim bey erenler,
Dünya benim diyenler,
Ecel aldı, yer gizledi,
Fani dünya kime kaldı?
Gelimli, gidimli dünya,
Son ucu ölümlü dünya.
Ecel geldiğinde temiz imandan ayırmasın. Tanrı seni namerde muhtaç etmesin. Allah’ın verdiği umudun kesilmesin.
Ak alnında beş kelime dua kıldık. Kabul olsun. Amin diyenler dizar görsün, yığışdırsın, derişdirsin, günahınızı adı güzel Muhammed Mustafa’ya bağışlasın, Hanım hey!.. (Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı)”
                                            

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ