BİR TÜRK AİLESİNİN ÖYKÜSÜ (İrfan ORGA)
Çoğu insan için hayatı bir romandır da çok az kişi bunu yazıya aktarır. İrfan Orga yaşamını şekillendiren bölümü kağıda dökenlerden.
Eski İstanbul...Kurtuluş Savaşı öncesinde başlayan ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının sonrasına uzanan bir dönem.Bizden bir hikaye.“Bir Türk Ailesinin Öyküsü” Şiir tadında, sıcak, samimi, hüzünlü...
Eski İstanbul...Kurtuluş Savaşı öncesinde başlayan ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının sonrasına uzanan bir dönem.Bizden bir hikaye.“Bir Türk Ailesinin Öyküsü” Şiir tadında, sıcak, samimi, hüzünlü...
“1950’li yıllarda, Britanya’da ve İngilizce
konuşulan ülkelerde, Türklerin yaşamı için derin bir ilgi ve sevgi yaratan
Orga’yı ana yurdu göz ardı ettiydi. Yurtdışında yüzümüzü ağartan zevkli bir
kitabın dilimizden uzak tutulması, yazarı subaylıktan ayrılarak İngiltere’ye
yerleşmiş olduğundan mıydı? Oysa Orga ömrünce sağlam bir vatansever olarak Türk
uyruğunda kalmıştı.1908’deki doğumundan
yüz yıl, eserin yayın tarihinden nerdeyse altmış yıl sonra, Türkçe çevirinin
çıkması, sevindirici bir olaydır – hele uzun yıllar İngiltere’de yaşamış olan
Dr. Arın Bayraktaroğlu’nun sımsıcak ve akıcı çevirisiyle dilimize
kazandırılması. (Talat S. Halman)”
*
* * * *
“Hayatım
boyunca okuduğum en bize ait öykülerden birini içtenlikle, doğallıkla ve
sıcacık bir kalemle sunan bu kitap beni yıllarca bırakmadı. Ben de kitabı
bırakamadım. (Ayşe Kulin)”
*
* * * *
“İstanbul’da,
31 Ekim 1908 tarihinde doğmuşum. Doğduğumda annem on beş, babamsa yirmi yaşındaymış.
En büyük çocukları bendim. Sultanahmet Camisi’nin arkasında, denizi gören bir
evde otururduk. Bir çıkmaz sokağın köşesinde bulunan evimizin denize bakan yanı
alçak bir duvarla çevrilmişti. Hemen yanımızda küçük bir cami vardı. sessiz,
yeşillik bir bölgeydi burası. Eski günleri düşündüğümde ilk aklıma gelen
sesler, Marmara’nın hiç durmak bilmeyen okşayıcı şıpırtısıyla bahçedeki kuş
cıvıltılarıdır.”
*
* * * *
“Beni yaratmış,
yoğurmuş, bugünkü kişiliğimi ortaya çıkarmış olan yakınlarım, tüm
incelikleriyle, nasıl da teker teker gözümün önüne gelebiliyorlar, hayret!
Artık hayatta değiller; kendilerini tanıyan herkes tarafından da unutulmuşlar.
Onları ben bile unutmuşum, bakışlarımı bu eski çocukluk günlerime çevirinceye
dek. Şimdi hatırlayabildiklerimin yoğunluğu ve ayrıntıları beni şaşırtıyor.
Derinliklere gömülmüş olan eski anı yığınları birdenbire bilinç üstüne
çıkıyor.”
*
* * * *
“Çocuklarda
ve hayvanlarda içgüdü ne kadar da kuvvetli! Şimdi bir tehlike ile
karşılaştığımda bunu çocukluğumda olduğu kadar açıklıkla göremiyorum. Yıllar,
insanlardaki o hayvansal çevikliği törpülüyor, yok ediyor. Bugün beklenmedik
bir durumla karşılaştığımda kılım kıpırdamıyor, ama o gün dedemin katıksız bir
tehlike içinde olduğunu sezmiştim.”
*
* * * *
“Adamın kabalığı
karşısında, hiç işe yaramayan çocuksu bir öfkeyle kabarmıştı içim. Öbür yandan
da çingene kızın haline acımıştım. Hayattaki beklentilerin çok ender olarak
gerçeğe uyduğunu o zamanlar henüz bilmiyordum.”
*
* * * *
“Babamın
küçük kardeşi olan Ahmet Amcam yakışıklı, uzun boylu ve hareketli bir kişiydi.
Gençlik günlerindeki delişmenliğiyle büyükbabamı epeyi telaşlandırmış, ama
zengin bir genç kızla evlendikten sonra adamakıllı durulmuştu. Hem onu hem de
karısını çok severdim. Onlar da çocukları olmadığı için beni el üstünde tutarlar,
olabildiğince şımartırlardı.”
*
* * * *
“Köpeklerin
boynunda, üstü çivi uçları gibi uçlarla dolu demirli tasmalar vardı. Kurtlar
kışın çiftliği basarlarsa, köpeklerin önce boynuna hücum ederlermiş. Bu çiviler
köpeklerin korunmasını sağlarmış.”
*
* * * *
“Vapur
onların bahçe köşesini dönerken, orada uzaktan bizi seyreden amcamla yengeme ve
evdeki yardımcılarına hepimiz el salladık. Hiçbirimiz artık bir daha yaşanmamak
üzere geride bıraktığımız güzel günlere el salladığımızın bilincinde değildik.”
*
* * * *
“Osmanlı
İmparatorluğu 1914 yılının sonunda savaşa girdi.
İleriyi
görme yeteneği hepimizden üstün olan babam dışında hiçbirimiz bu durumu fazla
ciddiye almadık. Gerçi ben okulu bırakmıştım, ama bunun ötesinde evdeki
yaşantımızda fazla bir değişiklik yoktu.”
*
* * * *
“Masaya
oturduk ve söylene söylene bir gün öncesinden kalma ekmeği yedik. Bilmiyorduk
ki, yakında bir haftalık ekmeği bulursak şükredeceğiz.”
*
* * * *
“Orada
öylece, birbirlerine gülümseyerek durdular. Birbirlerine değmiyorlardı, ama
ayrılmaz şekilde bir bütün olmuşlardı.”
*
* * * *
“El
sallamasına annem, ‘Au revoir’ diye karşılık verdi, yüzünde geniş bir
gülümsemeyle. Mehmet’le ben babam köşeyi dönene kadar arkasından baktık. Sonra
içeriye, İnci’nin yanına döndük. Bu gidişin son gidiş olduğunu o gün hiçbirimiz
aklımızdan dahi geçirmemiştik.”
*
* * * *
“Yengem
derin bir iç çekti. Belli ki, geçen yıl Sarıyer’de hep birlikte geçirdiğimiz
güzel günleri düşünmekteydi.”
*
* * * *
“Alevlerle
sarılmış ön kapıya varıyoruz. Annemin kapıyı açmasıyla sokaktayız. Cehennemden
bir gece. Düşman casuslarının kundakladıkları ahşap İstanbul evleri cayır cayır
yanmakta. Sokağın her iki yanındaki evler ateş içinde; gökyüzünü gün
ortasındaymışız gibi aydınlatmışlar.”
*
* * * *
“Yaşım
ilerledikçe onun karakterini daha iyi değerlendirebilmiştim. Anlamıştım ki,
annem olaylar istediği biçimde gittiği sürece ayakta durabilir. Evet, şimdi
daha önce hiç bilmediği bir yoksullukla karşılaşmıştı, ama bu durumda olan
sadece o değildi ki…”
*
* * * *
“Musluklardan
su akmıyor, içecek suyumuzu Bekçi Baba haftada bir getiriyordu. Diğer su
ihtiyacımızı ise köşedeki tulumbadan çekiyorduk. Daha o sabah bir teneke kutu
ile hiç değilse yirmi kez gide gele taşımıştım bütün kovalardaki suyu.”
*
* * * *
“Ekmeğin
kızarmış yerinden bir parça koparıp iştahla yemeye başladım. Ne dünyadaki
huzursuzluklar, ne aile dertleri, bir çocuğun taze ekmekten aldığı zevki yok
edemiyor.”
*
* * * *
“Annemin
tavırlarında sevgiden eser yok. Bu iki kişi kolayca sevemezler ki zaten.
Kaderin cilvelerine dayanabilmek için birbirlerine destek oluyorlar, o kadar.”
*
* * * *
“Mercimek,
lahana çorbası ve bayat ekmekten başka bir şey konmuyordu soframıza. Yine de o
kadar aç oluyorduk ki, bu tatsız tuzsuz yiyeceklere dahi iştahla
saldırıyorduk.”
*
* * * *
“Akşamları
ise denize bakan bahçede toplanırdık. Rahibeler bizi Türk bayrağı altında
askeri sıralara dizer, önce ‘Deutschland über alles’i söyletirler, ardından da
‘Padişahım çok yaşa!’ diye bağırtırlardı. Durumun gülünçlüğünü takdir
edemeyecek yaşlardaydık.”
*
* * * *
“Kayısı
ağaçlarındaki çiçekleri yediğim çoktur. Açlıktan gözüm kararmış halde,
çiçekleri avuç avuç ağzıma attığımı hiç unutmam.”
*
* * * *
“Onuncu
yaş günüm yaklaşmıştı, ama Türkiye doğum günlerinin pek önemli olmadığı
dönemlerden geçiyordu. Sonra bir gün birdenbire savaş bitiverdi.”
*
* * * *
“O tepedeki
gri, harap binayı düşündüğümde bugünkü öğrenciler adına seviniyorum. Bugünün
çocukları bize tanınmış olan koşulların çok üstünde yaşıyorlar.”
*
* * * *
“Ramazan’da
okul kapanır, biz eve çıkardık. O yıl İstanbul sokakları, İstanbul tarihinin en
kalabalık ramazan ayına tanık oldu. Oruç tutan Müslümanlar hep sokaktaydı, ama
dinsel gösterileri izlemek isteyen bütün İngiliz, Fransız ve Amerikan askerleri
de ortalığa doluşmuştu. Hele ramazanın son gecesi, Beyazıt Meydanı ve camisini
görüp de unutabilecek bir kul düşünemiyorum.”
*
* * * *
“29
Mayıs 1929’da, dağarcığım Kuleli’deki günlerimin anılarıyla dolu olarak
okuldan ayrıldım. Sınavı geçen şanslılar, vapur iskelesinde büyük bir coşkuyla
uğurlanıyordu. Oysa bizim içimiz Kuleli’den ayrılmanın, aynı çatı altında bir
daha uyuyamayacak olmanın üzüntüsüyle yanmaktaydı.”
*
* * * *
“Biz bu
güneşli noktada dururken annem çok uzaklara gitmekte. Gençliğinde bıraktığı
yumuşak görüntülerle dolu bir dünyanın yolcusu şimdi o. Aslında elinden
gelseydi, çoktan giderdi oraya ya… Örneğin, evi yandığında, babamın bilinmeyen
bir yol kenarında öldüğünü duyduğunda… Giderdi de bizi bırakamadı; arkada biz
vardık. Şimdi ise eteğine yapışmış kimse kalmadı. Yolculuğunu neden ertelesin?”
▬ ▬ ▬
Kitapla ilgili yorumum:
Biyografi, anı, gezi
yazısı türündeki eserler her zaman ilgimi çekmiştir. Hele bir de yazar;
kendinden, çevresinden yola çıkarak yaşadığı dönemi, yaşananları ve
hissettiklerini samimi bir şekilde aktarmışsa… İrfan Orga da (1908-1970)
kendinden yola çıkarak bir kadının, annesinin, savaşla birlikte omuzlarına
binen yükü ve özellikle o dönemde ailenin yaşadıklarını içten bir şekilde
okuyucuya aktarmış. Kitapla ilgili dikkatimi çeken ayrıntılardan biri de eser,
önce Türkçe olarak kaleme alınmasına rağmen ilk baskısı yurt dışında ve
İngilizce yapılmış. Dr. Arın Bayraktaroğlu tarafından İngilizceden Türkçeye
çevrilen kitap ise Everest Yayınları tarafından basılmış. Bir Türk ailesinin
refah dolu günleriyle başlayıp savaş yıllarındaki zor zamanlarıyla devam eden bir
öykü. Dönem romanlarından hoşlananlara…