ENGEREĞİN GÖZÜ (Zülfü LİVANELİ)


Uzun zamandır Zülfü Livaneli’nin roman tarzındaki eserlerinden birini okumayı düşünüyor; fakat bir türlü cesaret edemiyordum. Neden mi?
ZülfüLivaneli denemelerini ve köşe yazılarını çoğu zaman beğeniyle okuyorum. Bu da romanları konusunda bende yüksek bir beklenti oluşturdu doğal olarak. Ancak kendisinin "Huzursuzluk", "Konstantiniyye Oteli" ve "Kardeşimin Hikâyesi" adlı romanlarını okuyan arkadaşlarımdan genellikle iki türlü yorum duyuyordum. Ya “çok güzel”, “muhteşem” ya da “beğenmedim”, “hayal kırıklığı”.
Sonra bir yerden başlamam lazım dedim kendi kendime. Bu sözün zihnimde dolandığı günlerden birinde karşıma “Engereğin Gözü” adlı kitap çıktı. Daha önce kimseden bu ismi duymamıştım. Dolayısıyla herhangi bir yorum, fikir yürütmeyle de karşılaşmamıştım. Zamanıdır diyerek kitabı elime aldım ve benim için doğru zamanda doğru seçim gerçekleşmiş oldu.



“XVII. yüzyılın büyük yazarları, yıldız falına, tarih ilmine meraklı Naimâ ve Evliya Çelebi’nin rahat divanlarındaki kanaviçe yastıklara dayanamadan bu kitabı yazmam mümkün olamazdı. Esin kaynağı olan müthiş üslupları ve alıntı yaptığım cümleleri için onları tekrar tekrar saygıyla anıyor ve bu romanın, onların büyük eseri yanında, alçakgönüllü bir dipnotu olarak algılanmasını diliyorum.”



                                   * * * * *

 “Osmanlıcayla yetinmeyip Latin, Yunan, İtalyan, Arap ve Fars dillerinde arka arkaya dizdiğim ve bin bir imayla süslenmiş nükteli sözlerim karşısında çoğu kişi yüzüme bel bel bakmakla yetinir; o zaman ben, yüksek bilginin bu zavallı ölümlüler için fazla geldiğini anlar ve düşüncelerimi beynimin kıvrımlarına gömerek, karşımdakini bağışladığımı, cehaletinden ve zavallılığından dolayı onu suçlamadığımı belirten bir ifade takınırım. İşte beni meşhur eden ve saray halkı arasında durmadan konuşulan meşhur gülüşüm o zaman gelir yerleşir dudaklarıma.”

                                   * * * * *

“Kısacası, eşsiz bir bilgi hazinesi, kâmil insan mertebesine ermiş bir bilge, yerine göre hem şefkatli hem acımasız davranmasını bilen bir yönetici ve ilerleyen yaşına rağmen güçlü kaslarını ve Afrikalı duruşunu başının mağrur dikliğiyle tamamlayan ben, bu ölümlü dünyada bir tek efendinin önünde boyun eğerek erdemimin ve sadakatimin değerini artırıyor ve onun övgülerine mazhar oluyorum.”

Hikâye Osmanlı Sarayı’nda geçiyor. Kahramanımız Habeşistan çöllerinden kaçırılıp 12 yaşında saraya getirilen bir harem ağası. Kitaptaki bazı anlatımlar ve benzetmeler bana Divan edebiyatındaki kullanımları ve mazmunları hatırlattı. Örneğin harem ağasının padişahı yüceltmek için işe kendinden başlaması dikkatimi çekti. Önce kendini övüyor, yüceltiyor; ardından, benim gibi biri ancak böyle bir padişahın huzurunda eğilir diyerek padişahı da ululuyor.

                                   * * * * *

“Efendimiz, dünyanın dört bucağından toplanmış, yüzüne bakmaya kıyılmayacak kadar güzel Rus, Gürcü, Fransız, İngiliz, Çerkez, Arap, Rum üç yüzden fazla güzel kadını, sarayında binlerce kulu, cihanın en seçme atları, seyisleri, bostancıları, kıtaları varken, gülkurusu kaftanı ve cariyesiyle birlikte sarayın yüzlerce odasından birine, çinili odaya hapsedilmişti.”

                                   * * * * *

“Benim Efendim bir engereğin gözünü kamaştıracak kadar parlak mücevherlerle süslü sorgucunu taktığı zaman, doğan güneş utanır ve ona gıpta ederdi.”

Kitabın ilk ismi “Engereğin Gözündeki Kamaşma”; ancak sonradan bu isim değiştirilmiş. İlk isim pek çok kişinin de söylediği gibi kitabın içeriğine daha uygun. Ama sözlerin tınısı birbirine uymadığından mıdır kitap ismi olarak kulağıma pek hoş gelmedi açıkçası. “Engereğin Gözü” de anlamı tam olarak yüklenemiyor. Neyse içeriğe geri dönelim.

                                   * * * * *

Saray entrikaları mı desek menfaatlerin çatışması mı bilemiyorum padişah, annesi tarafından bir odaya hapsediliyor. Harem ağası da yeni idareye sadakat göstermekle padişah tekrara tahta çıkabilir düşüncesiyle eskiye bağlı kalmak arasında bocalıyor. İnsani duygular tabii ki önemli; ancak özellikle sarayda yaşıyorsanız kellenizi omuzlarınızın üstünde tutmak daha da önemli.

“O günlerde, korkup korkmadığımı soran Mevlevi dervişi ahretliğime, ‘Korkmuyorum!’ demiştim. ‘Ama çevremdeki herkes korktuğu için benim de korkmam gerektiğini düşünüyorum. Sonunda bu düşünce beni korkutmaya kadar varıyor.’
Aslında bu cevap zekice hazırlanmıştı, ama hiç de gerçeği yansıtmıyordu. Düpedüz ödüm kopmaktaydı.”

                                   * * * * *

“Size anlatmayı unuttuğum en önemli huylarımdan biri de esen rüzgârları hemen hissetmek ve gereğini yaparak ani tavır değişiklikleri içine girebilmektir. Uzun uzadıya yaşamamı ve abanoz siyahı kellemi omuzlarımın üzerinde taşıyabilmemi sağlamış bir özelliktir bu.”

                                   * * * * *

Kitabın sonraki bölümlerinde iç hesaplaşmalar, insani duygularla çıkar ilişkilerinin zıtlığından doğan kaygı ve tasalar ön plana çıkıyor. Bunların hepsinin de farklı motif ve kişilerle başarıyla aktarıldığını düşünüyorum.

“Ona göre ruh, dünya nimetlerinin tutsaklığından kurtuldukça özgürleşiyor, bağımsızlaşıyor ve dünya yüzünde hiçbir krala ve imparatora nasip olamayacak bir büyük iktidara kavuşuyordu.
Dedikleri bana karışık geliyordu ama doğru bir yanı da vardı.
Bütün dünyayı dolaşsan, yedi iklim dört bucağı tarasan hiçbir şeye ihtiyaç duymayan tek bir hükümdar bulamazdın. Hepsinin saraya, kumaşa, silaha, hayvanlara, ikram edecek yiyeceklere, cellâtlara,  askerlere, altına, gümüşe ihtiyacı vardı. Bunlar olmadan hükümdarlık yapılamazdı.
Engereğin gözünü kamaştıran şatafatı yaratan da bunlardı zaten!
Oysa Mevlevi dervişinin omzunun öpülmesi ve saygı duyulması için bir tek çöpü bile olması gerekmiyordu.”

                                   * * * * *

“İsa Peygamber, sırtına yüklenmiş haçıyla Golgotha’ya doğru tırmanırken, başına takılmış olan dikenli tacın dikenleri küçük bir kuş tarafından teker teker çıkarılmış, ama bu bile peygamberin yüzüne süzülen kanları önlemeye yetmemişti. Bunun üzerine kalabalık arasındaki bir bakire, elindeki ipek mendille İsa’nın yüzünü silmiş, sonra şaşkınlıkla, peygamberin yüzünün mendile resmolunduğunu görmüştü. Kalabalığın çığlıklar atarak şahit olduğu bu mucize sonunda mendile Vera İcona, yani ‘gerçek ikon’ demişler ve kıza da bu ismi vererek onu Veronica olarak kutsamışlardı.”

                                   * * * * *

“Gecenin bir vaktinde ona, ‘Melek bilgisiyle, hayvan da bilgisizliğiyle kurtuldu, insanoğlu bu ikisi arasında keşmekeşte kaldı’ beytini okudum. Heyecanlandı, ince ince ağlamaya başladı.”

                                   * * * * *

“Gece ve gündüz birbirinin yardımcısıdır. Hünkârım, onlar birbirine zıt değildir. Göster bakalım dünyada hangi şey iyidir ki onda kötülük bulunmasın.”

                                   * * * * *

Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)

Engereği Gözü”  başta da belirttiğim gibi benim için doğru zamanlamaydı. Beğeniyle okuduğum kitaplardan biri olarak da adını üst sıralara yazdırdı. Bölümlere ayrılan ve resimlerle zenginleşen kitapla ilgili önce okuduğum baskının sonunda da yer alan Zülfü Livaneli Söyleşileri ve kitap hakkındaki Görüşler’e yer vermek istiyorum.
Söyleşi kısımlarında soru ve cevapları tümüyle değil belli bölümleri alıntılayarak aktarıyorum.

Söyleşi 1
Zülfü Livaneli’ye Engereğin Gözü için sorular

Sizce iktidarın büyüleyiciliği nerden kaynaklanıyor, değişkenleri nelerdir?
Osmanlı tarihçilerini okuduğumuz zaman, padişaha yakın olmanın, devlet sorumluluğu üstlenmenin korkunç tehlikeli bir iş olduğunu anlıyoruz. Buna rağmen insanlar o tehlikeli makamlara gelebilmek için çırpınıp duruyorlar. Bu normal bir davranış değil ama siyasetin öyle bir büyüsü var ki insanın aklını başından alabiliyor.”

                                   * * * * *

Kitaptaki ithafınızda sözünü ettiğiniz Evliya Çelebi ve Naimâ dışında Türkçenin anonim kaynaklarındaki söylem zenginliğinden de yararlandığınız kanısına varsak, yanılmış olur muyuz?
Haklısınız, bu romanda üslup öne çıkıyor. O dönemin mantığı ve diliyle yazmaya çalıştım. Yazar olarak ben anlatsaydım, roman farklı olurdu. Bu dil benim değil, anlatıcı Haremağası’nın dili.”

                                   * * * * *

… daha klasik formatta tarihsel roman(lar) bekleyebilir miyiz sizden?
Önce şunu belirteyim. Engereğin Gözü’nü tarihsel bir roman gibi görmüyorum. Bütün çağlar ve mekânlar için geçerli – buna gelecek de dâhil – bir iktidar/birey ilişkisini anlatmak istedim. Topkapı Sarayı sadece bir dekor, belirttiğiniz gibi bir arka plan.”

                                   * * * * *

Yazar Zülfü Livaneli, yayımladığı ilk romanı Engereğin Gözü’ne bugünden nasıl bakıyor?
En sevdiğim romanlarımdan birisi bu. İstediğimi yapmaya çok yaklaştığım bir kitap. Zaten okurlar için de bu romanı ayrı bir yere koyan, ‘en iyi romanım’ sayan geniş bir kitle var.”

                                   * * * * *

Söyleşi 2
Engereğin Gözü üzerine Zülfü Livaneli’yle…
(Engereğin Gözü’nün Nisan 2011’de Remzi Kitabevi tarafından yapılan 24. basımından alınmıştır.)

Tarihsel gerçek ve kurgu orantısı nedir?
Hiç ad ve tarih belirtmemem, bir roman özgürlüğüne kavuşabilmek içindi, ama yine de olaylara ve ayrıntılara sadık kalmaya çalıştım. Bazı konuları bilerek değiştirdim.”

Görüşler

“Kitabı merakla ve son sayfasına kadar eksilmeyen bir zevkle okudum. İnsanın, düşsel, zalim ve bazen de umutsuz bir dünyayı keşfetmesini sağlıyor. Filmlerde romantik bir biçimde gösterilen harem evrenini ve genç kadınların yaşadığı hapis hayatını hiçbir kuşkuya yer bırakmayan bir gerçeklikle betimliyor. (Costa Gavras, 3 Mart 1998 Paris)”

                                   * * * * *

“Bu roman hem karanlığın hem de aydınlığın, umudun romanıdır. En yıkılmış, en çürümüş bir insanın içindeki insani duyguların, bir an gelip, bir ışık topu olup parladığı roman birçok nitelikleriyle yalnız ülkemizde değil, dünyada da hayranlıkla karşılanacak, hak ettiği yere oturacaktır. (Yaşar Kemal, 26 Eylül 1996, İstanbul)”

                                   * * * * *

Engereğin Gözü imparatorluğun hareminde geçiyor. Hikâye haremin denetimini ele geçiren siyah haremağasının ağzından anlatılıyor. Haremağası haremde tanık olduğu hayatları, Sultan’ın annesi Valide Sultan tarafından tahttan indirilişini ve sarayın gizli bir bölümünde hapsedilişini anlatarak başlıyor hikâyesine. Bu roman Batılı bir romancı tarafından değil de çalışmasını ülkesinin tarih kayıtlarına dayandıran bir Türk yazar tarafından yazıldığı için dikkate değer. Roman hareme farklı bir gözle bakmamamızı sağlıyor ve haremin cinsel imajının abartıldığını gösteriyor. (Nana Lee, Journal of Mediterranean Area Studies, 2004)”

Kitabın özellikle son bölümlerinde ölümü bekleyen padişahın iç hesaplaşmaları, bunları haremağasıyla paylaşması; evlat ve kardeş katliyle ilgili Osmanlı’dan örnekler beni oldukça etkiledi.
Çocukken kardeşlerinin öldürüldüğünü gören padişahın bu durumdan çok etkilenmesi ve bu sebeple kendi çocuklarını bu akıbetten korumak istemesi hüzün doluydu. Sahneler oldukça gerçekçi bir şekilde aktarılmış. Adeta bir film izliyor gibisiniz. Hatta daha da doğrusu yaşamdan bir kesit izliyor gibi. Anlatım sürükleyici olduğu kadar dönemin ruhunu da başarıyla yansıtıyor. İyi ki okumuşum dediğim kitaplardan.
Zülfü Livaneli kitabın tarihi bir roman olmadığını ısrarla vurgulamış söyleşilerinde. Bazı yorumlar da bu sözlerden güç olarak aynı noktaya değiniyor. Ancak ben aynı kanaatte değilim. Osmanlı dönemindeki saray yaşamından söz ediliyor ve üslup bile buna uygun tarzda filizleniyor. Benim için tarihi roman denilebilir. Ama bu şekilde ifade etmenin de şöyle bir sakıncası var, romanda iktidarın ne çetin bir yol olduğu ve bunun insan psikolojisine etkileri oldukça ön planda. Eğer buna tarihi roman diyecek olursak istemeden de olsa psikolojik yönü göz ardı edebiliriz. Bu hangi dönem, hangi padişah sorularını öne çıkarmayı düşünebiliriz. Hâlbuki kitabın bütününde bu herhangi bir dönem, herhangi bir ülke, herhangi bir iktidar olabilir. İktidar karşısında, menfaat ya da güç karşısında insanın yaşadığı halleri geri planda bırakmamak adına tarihi roman ifadesini ben de tercih etmeyebilirim belki. Konuyla ilgili olarak Yrd. Doç. Dr. Bedia Koçakoğlu'nun "Yeni Tarihselci Bir Okuma: Engereğin Gözündeki Kamaşma" hepimiz için aydınlatıcı bir çalışma.
"Mahrem-i Esra'r", "Engereğin Gözü" adlı yazısında kitabın içeriğine ve üslubuna değinmiş. Kitabın adıyla ilgili olarak kendi görüşlerini eklemeyi de ihmal etmemiş.
Tarihi ve siyasi konularla ilgileniyor, iktidarın insan psikolojisine etkilerini merak ediyorsanız beğeniyle okuyabileceğiniz bir kitap.       
                           ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ