GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK (İlber ORTAYLI)
Bugün “İmparatorluğu
Dirilten Nesil”in hikâyesiyle başlayıp “Büyük Adam”la nihayete eren bir kitaba
göz atacağız. İlber Ortaylı’nın kaleminden “Gazi Mustafa Kemal Atatürk”.
İlber
Ortaylı’nın kitaplarına daha önce pek çok defa “kitap pınarım”da yer vermiştim.
Örneğin “Defterimden Portreler”le tarihteki pek çok şahsiyet hakkında bilgi
sahibi olmuş, “İlber Ortaylı Seyahatnamesi”yle dünyanın çeşitli yerlerine seyahat etmiş, “İstanbul’danSayfalar”la İstanbul sokaklarını gezmiş ve tarihe bir yolculuk yapmıştık. Bugün
de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsında imparatorluğun son yılları ve
cumhuriyetin ilk yıllarına uzanacağız.
Kitap
çeşitli bölümlerden meydana gelmiş.Her bir
bölümde konular ayrıntılı biçimde ele alınıyor.
Bu kitapta hoşuma giden pek çok
nokta oldu:
*Kitap
bölümler ve her bir bölüme bağlı alt başlıklardan oluştuğu için okurken bana kolaylık
sağladı.
* “Defterimden Portreler”
kitabından farklı olarak bu kitabında tek bir kişinin biyografisine yer verdiği
için İlber Hoca konu hakkındaki bilgisini bir bütünlük içinde sunmuş.
*Devrin
olayları ayrıntılarıyla anlatılmış. Dönem aktarılınca Atatürk’ün olaylar
arasındaki konumu, duruşu, yapmak istedikleri daha net ortaya çıkıyor.
*
“Şöyle olsaydı ne olurdu?” sorusu pek çok tarihi olay için sorulmuş. Bu ilgimi
çekti. Gerçi olay olmuş bitmiş, tarihi tabii ki değiştiremeyiz; ancak sorulara
verilen cevaplar olaylara farklı açıdan bakmamı sağladı.
*İlber
Ortaylı yararlandığı kaynakları kitabın sonunda belitmiş. Benim hoşuma giden
nokta ise bir olayı anlatırken hemen “Ayrıntıları için şu kaynağa
bakabilirsiniz” deyip dipnot düşmesi olmuş. Böylelikle ilginizi çeken konuda
ilgili kaynağın adını hemen görebiliyorsunuz.
*Kitapta şimdiye
kadar hiç görmediğim fotoğraflar da vardı. Bu da ilgimi çeken ayrıntılardan
biriydi.
Atatürk’le
ilgili Andrew Mango’nun “Atatürk” ve Celal Şengör’ün “Dâhi Diktatör” adlı
kitaplarından sonra İlber Ortaylı’nın aktarımıyla “Gazi Mustafa Kemal Atatürk”ü
okumak büyük bir keyifti benim için.
Keşke tarihi magazin haline getirmeye
çalışmaktan vazgeçip olayları olduğu gibi değerlendirebilsek. Tarihi kişileri –
kim olursa olsun - küçük görmek ya da tabulaştırmak yerine yaşadıkları dönem ve
şartlar içinde değerlendirebilsek. Onları anlamaya çalışıp yararlı görüşlerine sahip
çıkabilsek. Ah, bunu bir yapabilsek…
“TARİH
yazarken hem Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından hem de Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bahsetmek durumundayız. Tarihçi ve hukukçu olarak
bu bakış açısı normal gibi görünmektedir; zira aslında adı değişse de devlet
devam etmiştir. Nitekim Osmanlı ve Cumhuriyet arasındaki ilişki, basit bir
haleflikten ibaret değildir.”
*
* * * *
“Balkanlar’daki
bir zabit, bugünün otuz yaşında dahi olgunlaşamayan insanının anlayamayacağı
şekilde bir başka türlü yetişirdi ve otuzuna geldiğinde çoktan yetişmiş ve
olgunlaşmış olurdu. Benzer durumdan belki diğer imparatorluklar için de
bahsedilebilir, ancak, bunların içinde en büyük trajediyi yaşayan ve bir çıkış
yolu arayan Osmanlı insanıdır, Türklerdir. O sebeple bu Türk nesli bilinmeli ve
kendisine kulak verilmelidir.”
*
* * * *
“1899
yılında Selanik’ten bir vapura binerek İstanbul’a gider. Böylece payitahtı ilk
defa görecektir. 18 yaşındadır. Önce Harbiye-i Şahane sonrasında ise Harb
Akademisi’nde (Erkân-ı Harbiye) okuyacaktır. Selanik’ten beri dönem arkadaşı ya
da alt/üst devresi olan pek çok subay ileride tarihi birer şahsiyet olarak
karşımıza çıkacaklardır.”
*
* * * *
“Arap
milliyetçiliği hiçbir zaman Balkanlar’daki kadar güçlü ve yaygın olmadı.
Üstelik Araplar bugünkü Arap topraklarını işgal ettikleri zaman, buralarda
yaşayan Arap olmayan kimseleri Araplaştırmışlardı, ancak, bazıları ise
Hıristiyan kalmışlardı. Arap dünyası üzerinde dil birliği ötesinde bir dini
birlik yoktur. İslam hâkimdir ama onun da mezhepleri vardır.”
*
* * * *
“Şimdilerde,
yeniden İttihatçıları methetme dönemi başladı. Tarih, yakasına yapışılıp
hesaplaşılacak bir şey değildir. Hâlbuki Türkiye’de, sabah akşam İttihatçılara
küfür eden hasta kafalı insanlar vardır. Ancak şu unutulmamalıdır ki abartma
çok tehlikeli bir üslubdur; İttihatçıların kendilerine göre vatan sevgileri
vardı, kendilerine göre cesurdurlar. Örgütlenmeyi çok iyi bilen adamlardı,
komitacıydılar ve aralarında bağ vardı. Ama hepsi aynı derecede ilkeli
değildi.”
*
* * * *
“1881’de
doğan Atatürk’ün ömrünün ilk 28 yılı, Sultan II. Abdülhamid’in idaresine denk
gelmiştir. Devletin büyüklerinin, hatta Cumhuriyet’in kurucusunun, yani Kemal
Atatürk’ün Sultan Abdülhamid hakkındaki ifadelerini etraflıca araştırmak lazım
gelir. Sanıldığının aksine çok kötü ve menfi şeyler yoktur. Abdülhamid’in
yaptıkları, yapmak zorunda oldukları ve yapamayacaklarının nedenini araştırmışlardır
ki bunun üzerinde durulması gerekir.”
*
* * * *
“Balkan
Savaşları esnasında, maalesef yanlış politikalar ve diplomasinin
kullanılamaması yüzünden, Balkan devletleri ilk ve son defa olarak bizim
karşımızda birleştiler.”
*
* * * *
“Balkan
Savaşları bizim tarihimizin en acı sayfalarındandır. Orada imparatorluk hazin
ve hatta utanç verici bir geri çekiliş yaşamış ve esasında bir vatan
yitirmiştir. Mesela Atatürk, memleketini kaybetmiştir. O sırada Trablusgarp
Cephesinde idi ve Derne’den İstanbul’a gelince gözleri yaşlarla dolu olduğu
halde Selanikli bazı asker arkadaşlarına, ‘Selanik’i, o güzel yurdumuzu düşmana
nasıl teslim ettiniz de buraya geldiniz?’ diye sitem emiştir. Trakya
Cephesi’nde göreve başlamıştı ve Tahsin Paşa’nın Selanik’i kolayca teslim
etmesini affetmediğini açıklamıştır.”
*
* * * *
“Harbte,
beceriksiz ve zayıf müttefik düşmandan daha büyük yüktür, yani felakettir.”
*
* * * *
“Birinci
Dünya Savaşı esasında bir Avrupa savaşıdır. Ama ilk defadır ki cephe gerisinde
halk bu kadar büyük sıkıntılara uğramış ve bir yanı ile de çektikleri bu sıkıntılar
ve kıtlık dolayısı ile dünyayı değiştirecek olaylara katılmışlardır. Harbin
sonunda Avrupa ve dünya çok değişecektir.”
*
* * * *
“Enver
Paşa bir dâhiden ziyade, sebepsiz hayallerin adamıydı ve Genç Türk neslinin
umumi kusuruna fazlasıyla sahipti; toplumu ve tarihi kendine göre değiştirmeye
hazırdı. Bilmeden, göremeden, etrafla fazla konuşmadan, birilerini dinlemekten
çok kendini dinletme eğilimindeydi.”
*
* * * *
“Türkiye
yenikti, bitkindi ama herhangi bir Orta Doğu veya koloni ülkesinde olmayan bir
büyük özelliği vardı; eski bir devletin ve askeri bir toplumun yüksek ve hızlı
örgütlenme kabiliyeti.”
*
* * * *
“23
Nisan 1920’de açılan TBMM’nin bazı çarpıcı özellikleri vardır. Yabancı dillerde
devlet Türk İmparatorluğu diye, coğrafi olarak vatanımız Türkiye diye
anılmasına rağmen, devletimizin ismi ilk defa, ‘Türkiye’ olarak zikredilmiştir
ki bu çok önemlidir.”
*
* * * *
“Meclisin
açılış töreni ve takip ettiği politika itibariyle bugünkü muhafazakâr
çevrelerin neden 23 Nisan’a cephe aldığını anlamak zordur. TBMM cuma günü, cuma
namazı sonrasında dualarla açılmıştır.
Bu
sözde tarihçi tenkitlerinin altında ideoloji değil, başka türlü sebeplerin yer
aldığı düşünülmektedir.”
*
* * * *
“Din
eğitiminin kapasitesi, kalitesi, din görevlilerinin niteliği bir toplum için
fevkalade önemlidir. Bunu İstiklal Savaşı’ndaki ayaklanmalar sırasında daha iyi
görüyoruz.”
*
* * * *
“İnkılab
rejimleri gelecek nesle önem verir. Aslında 19. ve 20. yüzyıl dönemecindeki tüm
Şark dünyası böyledir. İnkılabçılar çocuklarla ve kadınlarla çok alakadar olur.
bu yüzden Milli Egemenlik Bayramı’nı, Meclis çocuklara bağladı. Dünya tarihi ve
kültürü içinde enteresan bir unsurdur, bize özgüdür ve yer etmiştir. Mustafa
Kemal Paşa, TBMM’nin açılışından bir yıl sonra 23 Nisan 1921’de bugünün bayram
olarak kutlanmasına karar verdi. 23 Nisan 1927’de ilk kez ‘Çocuk Bayramı’
olarak da kutlanmaya başladı.”
*
* * * *
“23
Ağustos ile 13 Eylül arası, yani 22 gün 22 gece süren savaş 900 yıllık Türkiye
tarihi açısından en kanlı ve en inatçı direnişti. Fatihlerin torunları ana
yurdu savunmayı da bilmiştir.”
*
* * * *
“Memlekette
sağdan soldan, ‘30 Ağustos’u kaldıralım’ veya ‘Lozan zafer değil hezimet’
deniyor. Birinci Dünya Savaşı’nın son barış muahedesiyle, 26 Ağustos’ta Büyük
Taarruz ile başlayıp 30 Ağustos’ta elde edilen zaferi bu şekilde değerlendirmek,
abes bir hükümdür. Lozan’da zafer olmaz, çünkü diplomatlar birbirine süngüyle
saldırmıyorlar. Lozan’da şartların elverişliliği ölçüsünde bir uzlaşma söz
konusudur. Lozan’da savaşın süngüyle çizdiği sınırı onaylattık; tek kazanç
kapitülasyonların gürültü ve kavgayla kaldırılışıdır. Kimsenin kimseye fazla
diretecek gücü yoktu, bütün Avrupa ve Türkiye yorgundu. ‘30 Ağustos’ bir
zaferdir. Çok ülkede böylesi yoktur; böylesine sahip olanlar da bunu kutlar.
Fransa’nın zafer günlerini (L’armistice 1918) ve Rusya’nın zafer günlerini (7
Mayıs 1945) onlar kutlar, başkaları da tebrik eder.”
*
* * * *
“1
Eylül’de Başkumandan emri ordulara ilk hedef olarak Akdeniz’i gösteriyordu,
yani sonradan adı Ege Denizi’ne çevrilen denizin kıyılarını…”
* * * * *
“Biz
coğrafyayı bilmek zorundayız. Cumhuriyet idaresinin, etnik temizlik için
mübadele tertiplediği iddiası ne tarihidir ne de ahlakîdir!”
*
* * * *
“Uzun
yıllar hanedan reisi ve en kıdemli şehzade olan Osman Ertuğrul Efendi cumhuriyete
taraftardı ve cumhuriyeti kabul ediyordu. ‘Bu olay bizim aile için iyi olmadı
ama memleket için iyi oldu’ demişti.”
*
* * * *
“İki
asırdır Batı orduları karşısında savaşabilmek ve direnebilmek için yeni
ilimleri, teknikleri öğrenmek zorundaydık. Nitekim öğrendik ve geliştirdik.
Batılılaşmak için Batılılaşmadık, ayakta kalmak için Batı’nın kurumlarını aldık
ve devam ediyoruz. Bugün de bu kurala uymak, Batı-Doğu kavgasından kaçınmak
zorundayız.”
*
* * * *
“Latin
harflerini sadece Türkçenin imlasına ve ses uygun olduğu için benimsedik; yoksa
bazılarının ifade ettiği gibi bir medeniyet değişimi ve savaşı değildir. Alfabe
ile milliyetçilik olamaz.”
▬ ▬ ▬