SÜPERMEN TÜRK OLSAYDI PELERİNİNİ ANNESİ BAĞLARDI (Ahmet Şerif İZGÖREN)
Kaç yaşına gelirse gelsin, bir Türk annesi için evladı her zaman
“çocuk”tur. Herhalde başka hiçbir toplumda çocuğuyla bu kadar ilgilenen, onun
üzerine titreyen, onun için pek çok fedakârlığı yapan anne profili
göremezsiniz.
Dolayısıyla “Süpermen Türk Olsaydı Pelerinini Annesi Bağlardı”.
Dolayısıyla “Süpermen Türk Olsaydı Pelerinini Annesi Bağlardı”.
Ahmet Şerif İzgören’in bu kitabını ilk duyduğumda – herhalde
isminden ötürü – bir “kara mizah” örneği sanmıştım. Halbuki bu bir “kişisel” - daha
doğrusu “toplumsal” - gelişim kitabı.
“Çünkü
kitapların da bir ömrü var, insanlar gibi.
Çok az kitap sonsuza dek yaşar.
Ömrü
sizin ona ayırdığınız vakittir.
Aslında
her bir nüshanın kaderi, okuyanın zekâsı kadardır.
Bu
kitabı kişisel gelişmeyin diye yazdım, toplumsal gelişin.
Etrafa da gram katkınız olsun.
İçerideki
başlıkların ne ifade ettiğini kitabın sonunda anlayacaksınız. (Önsöz) ”
*
* * * *
“Süpermen
Türk olsaydı pelerinini kesin anası bağlardı.
Bir de uçarken arkasından bağırır:
– Varınca çaldır oğlum.
Bırak
uçsun artık! (Önsöz)”
*
* * * *
“Gelelim,
kitapta neler var?
Öncelikle ben neredeyse hiç yokum, kendimle ilgili hiç övünme yok.
Düşündüğümde övünecek bir şey de bulamıyorum zaten. İçeride ‘Aile şöyle bir
dert yaşıyordu, eğildim kulaklarına şunu söyledim, şimdi mutlular’ ya da ‘Şöyle
bir laf ettim, çocuğun hayatı değişti’ gibi bir şey yok, çünkü öyle bir ermişliğim
olmadı. (Önsöz)”
Yukarıda da belirtildiği gibi aslında hiç kimse için sihirli
formül yok. Biri için “nektar” olan bir başkası için “zehir” olabiliyor.
Herkesin duygusu, düşüncesi, yaşantısı farklı. Ama herkesin duyguları, düşünceleri, acıları, kederleri, mutlulukları; kendince bir yaşamı var. Ortak noktamız: Hepimiz insanız ve insanın tüm hallerini içimizde barındırıyoruz. Ve her bir yaşam bir diğeriyle mutlaka bağlantılı.
Her
birimizin yaptığı, yapmadığı; söylediği, söylemediği pek çok şey bir diğerinin
hayatına – çoğu zaman bunu fark etmesek de – değiyor, onu etkiliyor,
değiştiriyor, yeniliyor. Bundan dolayıdır ki olumlu ya da olumsuz; bireydeki
her değişiklik topluma da ister istemez yansıyor. Ne de olsa toplum da
fertlerden meydana gelmekte.
*
* * * *
“Anadolu’nun
bir köyüne ilk meyve ağacı 1960’larda dikilmiş, köy yüzlerce yıllık ama kimse
uğraşıp didinip de bir meyve ağacı dikmemiş. Köyün adı Sivrialan, Sivas’ın
Şarkışla ilçesine bağlı.
Ağacı dikense Âşık Veysel!
Binlerce adam yaşamış, göçmüş o köyden.
İlk
meyve ağacını dikenin gözleri görmüyor.
Sizce kimin gözleri görmüyor? (Girişimcilik)”
*
* * * *
Kitapta bizim toplumumuzdan örnekler, gerçek hayat hikâyeleri
var. Fotoğraf ve karikatürlerle renklenen kitabın bölümlere ayrılmış olması da
okunmasını kolaylaştırıyor.
“Ben bir
halt ezberleyemediğim ve modern matematiği falan anlayamadığım için her
girdiğim matematik dersi sonrası ‘angutsun oğlum sen’ diye kendime kızdım.
Oysa iyi bir sporcuydum. Haftada altı saat
matematik, bir saat beden eğitimi göreceğime bir saat matematik, altı saat
beden eğitimi görseydim, hatta onu da atletizm pistinde, futbol sahasında
görseydim, ülkeye faydam daha fazla olurdu. (Girişimcilik)”
*
* * * *
“Siz
şimdi şaşırmışsınızdır. Kitabın bu sayfası geldi, hala size ‘forwardlanan
e-mail’ yabancı öykülerden yok, hala Amerika’dan örnek yok. Bütün örnekler
Türkiye’den. Anlatılanların hepsi bu topraklar kokuyor. Kusura bakmayın, böyle
de gidecek elinizdeki kitap. ‘O beyzbol topu, James’in bütün hayatını
değiştirdi’, ‘Obama böyle başardı’ gibi örnekleri göremeyeceksiniz. Olur da
buradan bir hikaye size elektronik postayla ulaşırsa bilin ki Şerif Hoca
internetten almadı, internet Şerif Hoca’dan aldı. (Girişimcilik)”
Kitabın en beğendiğim özelliği, tüm hikâye ve örneklerin bizden
olması. Hem de her yönüyle “biz”den. Çünkü bazı kitaplarda örnekler, hikayeler
Amerikalılara ait olmakla birlikte isimler Türkçeleştiriliyor. Jane “Jale”, Jim
ise “Cem”e dönüşüyor. İsimler aynı kalsa örneklerin toplumumuza ait olmadığını daha iyi görebiliriz en azından. Ama
olaylarla isimler birbirini tutmayınca – kültür farklı; kafa yapısı, dünyaya
bakış açısı farklı – komik bir söylem çıkıyor ortaya. Bu da kitabın inandırıcılığını azaltıyor.
*
* * * *
*
* * * *
“Bizimkiler
gitti Almanya’ya, etkilendiler mi Alman disiplininden? Heyhat! Yıllar önce Türk
– Alman işadamlarına bir konferans vermek üzere Almanya’ya çağırdılar. Almanlar
tam vaktinde geldi, bizimkiler yarım saat geç.
‘İçtenlikle tebrik ediyorum. Almanya’nın
ortasında, otuz – kırk yıl geçmiş, milli benliğimizi kaybetmemişiz’ dedim.
Gülüştük.
(İş Kalitesi)”
*
* * * *
“Kendini
acayip ciddiye alıp işini ciddiye almayan insanlar topluluğu olduk. Keşke
ciddiye aldığımız şey kendimiz değil, işimiz olsa.
Dikkat edin, gram yetkisi olan bir adamda bir surat, bir hava. İşin
kalitesi o çünkü. (İş Kalitesi)”
*
* * * *
“Muhabbetçi
bir taksiciyle karşı karşıyayız. Beş dakika konuştuk. İngiltere’de
profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin beş dakikada
öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler.
(Dürüstlük)”
*
* * * *
“Yurt
sevgimizi, hoşgörümüzü, girişimciliğimizi, iş kalitemizi, dürüstlüğümüzü adım
adım törpüledik.
Çocuklarımız da
bizim gibi yetişirse bittik. Onları kurtarırsak şahane.
Sizce hangisi
olacak?
Öncelikle kişisel gelişmeyi bırakın, toplumsal gelişin. (Dürüstlük)”
*
* * * *
“Adı
Alim Gerçel değil de James George Brown olsaydı internetten on defa hikâyesini
dolaştırır, okuyup dururdunuz ‘Vay be, Amerika’dan ne adamlar çıkıyor’ diye…
(Dürüstlük)”
*
* * * *
“Anadolu
insanı bu hikayelerle büyüdü. O yüzden hâlâ dürüsttür, hâlâ insandır, hâlâ
ihtiyacı olana yardım eder.
Peki, böyle güzel bir ülkede, biz bu üzüntüleri, bu yolsuzlukları niye
yaşıyoruz? Daha da kötüsü, niye alıştık dersiniz? (Dürüstlük)”
*
* * * *
“Önünüze
koydukları on tane cinayet, kötülük haberinin karşısında, aslında okumadığınız,
görmediğiniz binlerce iyilik ve dürüstlük haberi var bu ülkede.
Ama neyi daha çok duyarsak onu gerçek
zannediyoruz. Hele çocuklara neyi daha çok gösterirsek, çocuk onu öğreniyor.
(Dürüstlük)”
Yukarıdaki satırlar büyük önem taşıyor.
Televizyonda, basında ve internette verilen olumsuz örneklerin, vahşet dolu
görüntülerin çokluğu çocuk ve gençlerimizi tahmin ettiğimizden de fazla
etkiliyor – hatta bizi de –. Bu kadar haber ve görüntü bombardımanı altında
olumsuzlukları kanıksıyor, bir süre sonra da doğal karşılamaya başlıyoruz.
Duygularımız, vicdanımız, merhamet duygumuz kısacası insani yönlerimiz dumura
uğruyor adeta.
Tabii
ki bunları görmezden gelmeyelim; ancak paylaşımlarımızda iyi haberlere, güzel
görüntülere de yer verelim. Bunları daha çok paylaşalım. Ne de olsa çocuk ve
gençler gördüklerini uygulama, örnek alma eğilimindeler.
*
* * * *
*
* * * *
“Bir
yabancı işadamı gelmiş Türkiye’ye pazar araştırması yapıyorlar. İşadamı sormuş
kendini gezdiren mihmandara:
– Gezdiğimiz bütün dükkânlarda bir firmanın logosu var, ne iş yapıyor o
şirket?
– Bir
gösterir misin?
Girmişler bir dükkâna, göstermiş Avrupalı yazıyı. Kocaman ‘MAŞALLAH’
yazıyor.
– İşte bu
şirket.
Mihmandar
düşünmüş düşünmüş, cevaplamış:
– Türkiye’nin en büyük sigorta şirketi. (Yurt Sevgisi)”
*
* * * *
“Üç tür
adam vardır.
Birinci tür, hep başkalarının üzerinden geçinir.
İkinci tür, sırf kendisi için çalışır. (Sistemin yetiştirmeye çalıştığı
insan grubu bu.)
Üçüncü tür,
kendisi ve ülkesi için çalışır. (Yurt Sevgisi)”
*
* * * *
*
* * * *
“Benim
yaşıtlarım bilirler, bu ülkede, beş-on yılda bir, sağcıyı solcuya, Sünniyi
Aleviye, Türkü Kürde hep düşürürler. Yüzlerce yılın taktiğidir bu, bir ülkeyi
ancak böyle durdurursun.
Sakın yemeyin
kardeşlerim.
Girişimci,
işini iyi yapan, dürüst insanlar, bu güzel vatanda kardeş gibi yaşamaya devam
ederiz, kimseye kanmadan. (Hoşgörü)”
*
* * * *
“DPT’den,
zamanında Mustafa Güzelgöz’den kitap alıp okumuş bir köylü çocuğu Dünya Barış
Gönüllüleri ‘İnsanlığa Hizmet Ödülü’ne Mustafa Güzelgöz’ün projesini yollar.
Bizimkinin haberi bile yoktur. Arkasında üç eşek, üç katır, iki de at, kar kış
dolaşmaktadır köyleri. 77 ülke yarışır. Finale Küba ile Türkiye kalır ve ödülü
Türkiye kazanır. 21 Kasım 1963 günü, Mustafa Güzelgöz ödülünü John Fitzgerald
Kennedy’nin elinden alır; bir de jip hediye ederler kütüphaneye. (Sonsöz)”
Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)
Ahmet Şerif İzgören kitabın bazı yerlerinde, anlatmak
istediklerini keskin bir dille ifade etmiş. Özellikle topluma faydalı olmayan, üstüne üstlük bundan rahatsızlık duymayan kişiler yazarın hedef tahtasında. Bu kısımlar bazı
kişilere biraz sert gelebilir. Bu anlatımlar bazı noktalara dikkat çekebilmek
adına yapılmış kanımca. Çünkü kitabın genelinde sevgi, hoşgörü hâkim.
Kitabın dikkat çekici noktalarında biri de sonunda “Uğur Böcekleri”
projesine yer verilmiş olması. Uygulanan proje hakkında bilgi verilerek katkıda
bulunanlardan söz edilmiş. Bu bölüm yine fotoğraf destekli.
Bu arada her genç arkadaşımın bir
STK’da (sivil toplum kuruluşu) en azından bir dönem aktif gönüllü olarak yer
alması taraftarıyım. Bu çalışmalar insana yeni ufuklar açıyor, farklı bakış
açıları kazanmasına yardımcı oluyor.
Kitapla ilgili olarak “Buraya Yaz”da Mehmet Emre Baş kitabı tavsiye etme
sebebini aktarmış. “Ahmet Özyapıcı” kitap hakkında genel fikirlerini belirterek
toplumsal gelişimin öneminden söz etmiş. “Neverland Hikâyeleri”nde ise “Kitabı okuması gereken kim?” sorusunun cevabı
yer almakta.
▬ ▬ ▬
2.Küçük Şeyler – Üstün Dökmen
3.CehenneminDibine Git – Erdal Demirkıran
İlginizi
çekebilir:
1.AdamDediğin Benim Gibi Olur – Erdal Demirkıran2.Küçük Şeyler – Üstün Dökmen
3.CehenneminDibine Git – Erdal Demirkıran