İSTANBUL'DAN SAYFALAR (İlber ORTAYLI)


Bugün yine bir İlber Ortaylı kitabıyla birlikteyiz. “İstanbul’dan Sayfalar”. Adından da anlaşılacağı gibi yedi tepe, iki kıta üzerine kurulu İSTANBUL’u geziyoruz bu kitapta. Belki de bu kitapla demeliyim; çünkü okudukça merak ediyorsunuz. Kitabı elinize alıp İstanbul’u sokak sokak dolaşmak geliyor içinizden.

ivan konstantinovich aivazovsky (1817-1900)
İstanbul tabloları

Kitabın ilk baskısı Hil Yayınları’ndan ve 1986 yılına ait. Elimdeki baskı ise 2017 tarihli. İnkılâp Kitabevi’ne ait, 15. Baskı. Çeşitli baskıların önsözleri kitabın ilk sayfalarında yer alıyor.


“1984 YILINDA CUMHURİYET gazetesinin haftalık ekine devamlı olarak İstanbul semtlerini tanıtan yazılar kaleme almak için gazetenin o zamanki genel yayın yönetmeni Hasan Cemal istekte bulundu. Derhal yerine getirdim. Uzun zamandır İstanbul’da sokakları arşınlayacak kadar yerleşik değildim. 1983’te üniversiteden ayrılıp İstanbul’a yerleştiğim bu yılda, 1950’lilerin sonundaki çocuk merakım ve 1960’lı yıllardaki daha sistemli gözlemlerim gibi İstanbul’u arşınlayarak semt semt yazmaya başladım. Alışılmış rehber kitapları gibi olsun istemiyordum. O yıllarda devamlı çalıştığım Başbakanlık Arşivi’ndeki ilginç bilgileri de katmaya başladım. Önce Hil Yayınevi makaleleri derlemeyi teklif etti ve kitap okuyucunun iltifatına mazhar oldu. Bugün 13. baskısına geçiyoruz. Değişen İstanbul’u gezmeye ve görmeye havadan helikopterle bile devam ettim. Gördüklerim iç açıcı şeyler değil, ama baskılar yenilendikçe kaleme almam kaçınılmaz olacak. (On Üçüncü Baskıya Önsöz – İlber Ortaylı, 27 Ocak 2015)”

                                   * * * * *

“İstanbul Türklerin mülküdür, Türkiye’nin ikinci başkentidir, ama bütün insanlığın zenginliğidir. Bu iki bin yıllık dünya metropolünü gözümüz gibi sakınmalıyız. (Dördüncü Baskıya Önsöz – Eylül, 1999)”



                                   * * * * *

“İstanbullular şehirleriyle ilgilenmeye başladı; fakat sorun kendini İstanbullu hissedenlerin az olması, daha doğrusu İstanbul’un bu yurdun ve tarihin en önemli unsuru olduğunu anlayanların az olmasında toplanıyor. (Üçüncü Baskıya Önsöz)”

                                   * * * * *

“İstanbul göz nuru dökülmemiş bir bilim dalıdır. Bu şehirde uygarlık tarihinin her anından, her bucağından kalıntılar, renkler vardır ve bugün de ilginç bir değişimin içindedir. Biz İstanbul’da yaşasak da onu tanımıyoruz. Yöneticilerimiz onu New York gibi gökdelenlerle bezemek istiyor. Yönetilenlerimiz ise yeşilliğine, sokaklarına yabancı veya kayıtsız. (Sunuş – İlber Ortaylı, 24 Mayıs 2007)”


                                   * * * * *

Kitap gazete ve dergi yazılarından oluşuyor. Alıntıları aktarırken fikir edinmeniz açısından yazı başlıklarını da belirttim. İstanbul’la ilgili aklınıza gelebilecek pek çok şey bu kitapta yer alıyor. Zaman zaman detaylara da yer verilmiş.
Kitabı okurken kendimi İstanbul tarih turunda hissettim. Bilgiler derli toplu aktarıldığı için rahat okuduğum bir kitap oldu. Özellikle tarihi, siyasi kitaplarda daldan dala atlamaktan pek hoşlanmıyorum. Bir düzen içinde olsun, kafam karışmadan rahatlıkla takip edeyim istiyorum.
Eski İstanbul resimleri ve son bölümde haritalarla zenginleştirilmiş kitap, tam bir Osmanlı panoraması. Mahalleleriyle, ahşap evleri ya da saraylarıyla; çeşitli mekânları, farklı etnik gruplarıyla her yönüyle İstanbul.  İlber Ortaylı’nın kitaba da yansıyan engin tarih bilgisi ve İstanbul sevgisi okumayı daha da keyifli hale getiriyor. İyi okumalar, keyifli yolculuklar.


“İsimleri çoktu büyük şehrin; Asitane, Deraliyye, Dar-ül hilafet’il aliyye, Dar’üssaadet veya Dersaadet (Saadet evi – Saadet kapısı); İslambol gibi… İstanbul ‘Stinpolis – şehre doğru’ deyiminden gelir. Nedense Konstantinopol isminden bucak bucak kaçanlar, bu kelimeyi Türkçe sanırlar. (İstanbul Albümünden Parçalar – Mimarlık, 1984)”

                                   * * * * *

“Hangi şehrin böyle bir silueti var ki? İstanbul’un dışı cihanı yakar, içi bizi, 50 senedir onu çirkinleştirmek için her şey yapıyoruz, gene de güzel… (İstanbul Albümünden Parçalar – Mimarlık, 1984)”


                                   * * * * *

“Hünkâr sefere çıkarken altın zırhlar kuşanıp, mücevherli sorguçlar takardı. II. Osman (Genç) sade giyindiği için ahali kızardı kendisine; ‘Osman Çelebi’ diye hafife alırlardı. (İstanbul Albümünden Parçalar – Mimarlık, 1984)”

                                   * * * * *

“Şehir, ekmekle etin dışında sebzenin sıkıntısını, Birinci Dünya Savaşı’nda bile pek çekmedi. Çünkü sebze deposu bostanlar şehrin içinde ve dışında serpilmişti. (İstanbul Albümünden Parçalar – Mimarlık, 1984)”

                                   * * * * *

“Osmanlı toplumunda insanların asalet düşkünlüğü de, asalet kurumu da yoktu; bildiğini, öğrendiğini kaydedip saklama alışkanlığı da. (İstanbul Albümünden Parçalar – Mimarlık, 1984)”

                                   * * * * *

“Ahşap evlerin her biri sanat eseridir, hoştur, zarif şeylerdir; doğru… Bu evleri koruyalım ve onaralım; çok doğru. Zaten koruyup onarmaya da başladılar. Ama insanın içi cız ediyor. çünkü bu semtlerin etrafında itfaiyeyi boşuna arıyorsunuz. Ahşap mahallelerin her köşesinde ayrı özle depolu bir yangın musluğu, hortum, alarm düzeni olması lazım. (Eski İstanbul Evleri – Siyaset 85, 8 Eylül 1985)”

                                   * * * * *

“İmparatorluğun başkenti ahşap bir metropoldü. İstanbul’un profilini seyreden biri; yeşillikle iç içe geçmiş ahşap şehrin ortasında yükselen, taş işçiliğinin harikası camileri, bedestenleri görünce büyülenirdi. (Eski İstanbul Evleri – Siyaset 85, 8 Eylül 1985)”


                                   * * * * *

“Komşuda yanan evin kirişlerinden fırlayan kızgın çiviler, bir yangın bombası gibi etrafa yağar ve birkaç ev ötedeki hane halkını sokakta bırakırdı. Onun için Fatih’te yangın çıksa; Aksaray, Dizdariye’dekiler derhal alarma geçerdi. Öyle ya, rüzgârın elini ne kadar çabuk tutacağını kimse bilemezdi. (Eski İstanbul Evleri – Siyaset 85, 8 Eylül 1985)”

                                   * * * * *

“Evlerin ses geçiren ince duvarlarından dolayı yüksek sesle konuşmak, tartışmak pek adet değildi. Dedikoduya fırsat vermeyecek biçimde yaşamak, hareket etmek ve konuşmak İstanbul halkına bu evlerin getirdiği bir alışkanlıktı. (Eski İstanbul Evleri – Siyaset 85, 8 Eylül 1985)”

                                   * * * * *

“Betonlaşma kaçınılmaz bir gelişme; ama bu süreç, akademik bir estetikle, sağlıklı kent planlamasıyla birlikte yürütülemedi. (Eski İstanbul Evleri – Siyaset 85, 8 Eylül 1985)”

1973 ve 2015 yıllarında çekilmiş iki İstanbul fotoğrafı
                                   * * * * *

“Kuşkusuz Sultanahmet yeni bir çehre kazanıyor, ama eski nitelik ve işleri de tarihe karışıyor. artık Atmeydanı ismi unutuluyor, çünkü at koşturan yok. Oysa iki imparatorluğun büyük spor alanıydı. (Sultanahmet Meydanı Dünyanın Başlangıç Noktası – Siyaset 85, 30 Haziran 1985)”

                                   * * * * *

“Sultanahmet Meydanı’nın değerini bilmezlik, bazılarının sandığı gibi son otuz kırk yılın hastalığı değil. Osmanlı kendi maddi mirasına Cumhurşyet dönemi kadar sahip çıkamamıştır. Son güne kadar padişahların tahta çıktığı, yani cülûs töreninin yapıldığı, öldüklerinde gasl edilip kefenlendikleri Topkapı Sarayı, bir harabe halinde Cumhuriyet yönetimine devredildi. (Sultanahmet Meydanı Dünyanın Başlangıç Noktası – Siyaset 85, 30 Haziran 1985)”

                                   * * * * *

“Bir zamanlar Bayezid, sadece sahaflar değil, cami avlusundaki hattatlar, arzuhalcilerle ülkenin yazılı kültürünün merkeziymiş. (Bayezid Meydanı – Siyaset 85, 2 Haziran 1985)”

                                   * * * * *

“İstanbul’da hayır olarak yaptırılan sıbyan mekteblerinin sayısı hayli kabarık. Bizim toplumumuzun insanları çocuklara okul açıp, hoca tayin etmekle, çocuk eğitimi sorununun çözüleceğine ötedenberi inanagelmiştir. Ama ailede çocukla uğraşmak, babanın çocuğuna bir şeyle anlatması, gezdirip göstermesi gibi bir gelenek yoktur. Aslında çocuk edebiyatımızın dünden bugüne fakir ve gelişmemiş olması da, bu noksan eğitim anlayışının bir göstergesidir. (Ulema Semtlerinde Gezinti – Tarih ve Toplum, Haziran 1986)”

                                   * * * * *

“Ayasofya Ayasofya’dır, Süleymaniye de Süleymaniye: İkisi birbirini gölgelemez, İstanbul’un niçin büyük olduğunu belgelerler sadece. Onlar İstanbul’un ihtişamını, İstanbul’da onların güzelliğini arttırır. (Ulema Semtlerinde Gezinti – Tarih ve Toplum, Haziran 1986)”


                                   * * * * *

“Osmanlı Türk toplumunda çağdaş feminizm hareketinin ilk temsilcilerinden biri, Batı ve Doğu dillerini çok iyi bilen, iyi yazan Fatma Aliye Hanım ve kız kardeşi Emine Seniye Hanım’dır. İkisi de kazasker Cevdet Efendi’nin (Cevdet Paşa) kızlarıdır. (Ulema Semtlerinde Gezinti – Tarih ve Toplum, Haziran 1986)”

                                   * * * * *

“İstanbul halkı şehirlerini ne kadar sever ve idareye ne kadar yardımcı olurlardı? İstanbullu şehirlerini lafta çok severdi. Ama onu sahiplenip, külfetini yüklenme konusunda bugünkünden daha iyi olduklarına dair pek işaret yoktur. (Şehrin Yönetimine Katılmamış Bir Halk Bizans’tan Osmanlı’ya Kalan Miras – İstanbul, 1994)”

                                   * * * * *

“Metropolün özelliği, çok şikâyet eden ama idareye asla katılmayan bir halktı, bu hiç değişmedi. (Şehrin Yönetimine Katılmamış Bir Halk Bizans’tan Osmanlı’ya Kalan Miras – İstanbul, 1994)”

                                   * * * * *

“Tanzimat’ın yönetici, uzlaştırıcı sadrazamlarının dönemi geçmişti; birlikte çalışma ortamı kaybolunca, zeki insanlar sadece birbirini yemeye başladılar ve yerlerini yeteneksizlere bıraktılar. (Bâbıâli’den Aydın Portreleri – Siyaset 85, 12 Haziran 1985)”

                                   * * * * *

“1714’de sefir Pyotr Tolstoy İstanbul’dan görevini tamamlamış yorgun bir diplomat olarak ayrıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, askeri, toplumsal durumu hakkında kaleme aldığı, bazen yüzlerce sayfaya ulaşan raporları bugün tarihçiler için önemli kaynaklardandır. (Pera’da Rus Sarayı – Skylife, Eylül 1993)”

                                   * * * * *

“Kitabı; ekmek, su, gömlek ve taşıt aracı derecesinde gerekli görmeyen, gazete bilgisiyle yetinen bir toplumda kütüphaneciliğin ve kütüphanelerin gelişmesi konusunda pek ümitli olamayız. (İstanbul’un Kütüphaneleri ve Kitapseverleri)”


                              ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ