DÂHİ DİKTATÖR (Celal ŞENGÖR)
Atatürk bir dâhi miydi?
Bir diktatör müydü?
Peki diktatör nedir ve Atatürk’ün diğer diktatörlerden farkı neydi?
Cevabı Celal Şengör’ün 185 sayfalık Haziran 2015 basımlı kitabında: “Dâhi
Diktatör”
“Bu küçük kitap Emrah Akkurt’un benim
Atatürk’e bakışımı kendisine anlatmamı istemesinin bir ürünüdür ve birkaç
akşamlık bir sohbetin yazıya dökülmesinden ibarettir. Ben tarihçi değilim.
Atatürk üzerine yaptığım tek inceleme de kendisinin yöntemini merak etmem
neticesinde ortaya koyduğum küçük bir çalışmadır. (Önsöz)”
*
* * * *
“Ben
bütün dünyanın aklı başında ve bilgili insanlarının paylaştığı bir görüşe
katılanlardanım: Atatürk bir dâhiydi ve bu dâhinin yaptıklarının genel
bilançosu hem kendi milleti hem de insanlık açısından çok olumludur. Aklı
başında hiç kimsenin zaten bu konuda bir şüphesi yok. Üzerinde tartışılan mevzu
Atatürk’ün diktatör olup olmadığıdır. Bence Atatürk, ilk ve kanımca en başarılı
biyograflarından Harold Courtenay Armstrong’un (1892-1943) 1932 yılında yayınladığı
Grey Wolf Mustafa Kemal-An Intimate Study
of a Dictator (Bozkurt Mustafa Kemal-Bir Diktatörün İçten Bir İncelemesi:
Arthur Barker Ltd., Londra, 352 s.) kitabının başlığında da belirttiği gibi,
bal gibi bir diktatördü, ama bir zorba değildi. Maalesef memleketimizde bu iki
kavram sıklıkla birbirine karıştırılır. (Önsöz)”
*
* * * *
“Samsun’a
çıktığı 19 Mayıs 1919 gününü Türkiye’nin kaderini eline aldığı tarih olarak
kabul edersek, ülke yönetiminin cansız parmaklarından kaydığı 10 Kasım 1938’e
kadar 19 senede Atatürk hiçbir kararını altında milletin temsilcilerinin
imzalarının da olmadığı bir bildiriyle ne milletine ne de dünyaya tebliğ etmiş
veya uygulamaya koymuştur. (Önsöz)”
*
* * * *
“Kurtuluş
Savaşının en tedirgin günlerinde, bazen milletin temsilcilerinin tehlikeyi
göremeden veya görmelerine rağmen karar alınmasını güçleştirdikleri, yani
ülkeyi ve milleti tehlikeye attıkları dönemlerde, silah arkadaşlarının
bazılarının meclisten kurtulma yönünde yaptıkları tekliflere asla iltifat etmemiş,
her seferinde ‘meşruiyetten ayrılamayız’ demiştir. (Önsöz)”
*
* * * *
“Atatürk,
özgürlüğü öğretebilmek, topluma yayabilmek için bir süre diktatörlük yapmıştır.
Bunu çocuk yetiştiren ebeveynin çocuklarına yaptığı muameleye benzetebiliriz.
Ebeveyn veya veliler, çocuklar belli bir akılcı muhakeme düzeyine erişmeden (ki
tıbben bunun aşağı yukarı 18 yaşında tamamlandığı sanılmaktadır) ve belli bir
bilgi deposunu oluşturmadan, onlar adına karar alır. (Önsöz)”
*
* * * *
“Bazı toplumlar
gelişme basamaklarında geridir; bazıları ise ileri. ‘Bunu kabul etmemek, geri
toplumları geride kalmaya mahkûm etmek demektir’ diyor Edgertan (Önsöz)”
*
* * * *
“Kitabın
amacı da Atatürk’ün milletimizi, uygarlaştırmak, refaha kavuşturmak, dünyada
saygınlaştırmak gibi asil ideallerini halkıma hatırlatmaktan ibarettir.
(Önsöz-A.M.Celal Şengör, Anadoluhisarı, 23 Ekim 2014)”
*
* * * *
“Atatürk’ün
başarısının kendisiyle ilgili iki temel bileşeni vardır: Dehası ve o dehayı verimli kullanmasına izin veren yöntemi. (Giriş)”
*
* * * *
“Genel
ifadeler doğaları gereği, doğrulanamazlar. Örneğin, ‘bütün kuğular beyazdır’
ifadesi mevcut kuğular (şimdikiler, geçmişte olanlar…) tek tek görülmeden
doğrulanamaz ki bu da mümkün değildir. Ama beyaz olmayan tek bir kuğu, ‘bütün
kuğular beyazdır’ ifadesinin yanlış olduğunu bize derhal gösterir. (Giriş)”
Kitabın bu kısmında daha çok bilim, bilginin tarihi ve bilimsel
yöntem hakkında bilgilendirmeler var. Atatürk’ün bilgiye ve akla neden bu kadar
önem verdiğini daha iyi kavramamız için aktarılan bu satırlar oldukça önemli.
“Devlet yönetiminde akıl ve bilgi neden önemlidir?” sorusunun cevabı da yine
satır aralarında gizli.
*
* * * *
“Atatürk’ün
sorun çözme yönteminin ilk basamağı çözülecek sorunun bileşenleri hakkında
mümkün olduğunca çok ve sağlıklı bilgi toplamak olmuştur. Bunun sık sık onun
‘gerçekçiliği’ veya ‘pragmatistliği’ şeklinde dile getirildiğini duyarız.”
*
* * * *
“Nutuk, yalnız Türk tarihinin veya dünya
askerlik ve politika tarihinin değil, aynı zamanda toplumbilimleri tarihinin de
kanımca en önemli eserlerinden biridir.”
Atatürk’ün sorunları çözmede kullandığı 6 basamaklı problem
çözme yöntemini kitapta bulabilirsiniz. Bu yöntemi nasıl kullandığı ise
Nutuk’tan ve hayatından örneklerle açıklanmış.
*
* * * *
“Kurmay
Mustafa Kemal, hem düşmanlarının ruh hallerini hem de gidilecek yolun fiziksel
coğrafya şartlarını hızla gözünün önünden geçirerek, Boğazın ne şekilde
tutulabileceğini de askerlik deneyimiyle tartıp, olabilecek vaziyet hakkında
bir değerlendirme yapmış ve haklı çıkmıştır. Sivas’a tek el ateş etmeden
varılmıştır.”
Celal Şengör kitabın bu bölümde Atatürk’ün hayatı hakkında en
güvenilir kaynakları belirtmiş. Bunlardan biri de Andrew Mango’nun “Atatürk”
isimli kitabı. Kitabı okurken ben de Andrew Mango’nun iyi bir kaynak taraması
yaptığını ve eserini kaleme alırken objektif davrandığını düşünmüştüm. Akılcı
ve bilimsel.
*
* * * *
Buraya kadar anlatılanları “Dâhi Diktatör”ün ilk bölümü olarak
nitelendiriyorum. “Giriş” ve “Atatürk’ün Yöntemi” üzerine verilen bilgilerden
sonra kitabın başında belirtilen sohbet bölümüne
geçiliyor: “Dâhi Diktatör”
“Pek çok ilkel toplum üzerinde çalışmalar
yapan Edgerton, ‘Hasta Toplumlar’
isimli kitabında, ‘Hasta toplumlar kendi bireylerine o kadar çok acı verirler
ki, birey o toplumdan kaçmak ister. Fırsatını bulduğunda da kaçar.’ diyor.”
*
* * * *
“Eleştirel bir düşünürdü, hazırcı değildi,
başkalarının yöntemlerini ve /veya yol haritalarını olduğu gibi tatbik etme
taraftarı değildi. Muhtelif yöntemlere ve yol haritalarına baktı ve seçici bir
yöntem izledi. Bazen aradıklarını bulamadı, yeni bir şey icat etti, bunu
denedi. Toplumunda bunun başarısız olduğunu görünce hemen vazgeçti. ‘Yenisini
deneyelim.’ dedi.”
Şengör’ün din ve ahlak olgusuna bilimsel yaklaşımları da ele aldığı
bu bölümün dikkatli ve önyargıdan uzak okunması gerektiği kanaatindeyim. Dini
bilimlerin “nakli” olduğu düşünüldüğünde ve dini bazı olgular “akli” açıdan ele
alındığında bazı kişiler için açıklamaların bir kısmı biraz rahatsız edici
olabilir. Bu noktada sahip olmamız gereken şey sunulan bilgiye “objektif”
bakabilmek.
*
* * * *
“Şimdi
Atatürk’ün yapmak istediği, medeniyetten kastı, birbirinin fikirlerine tahammül
edebilen, birbirinin fikirlerini eleştirerek, gözleme, mantığa dayanarak
eleştirerek geliştirmeyi bilen bir toplum yaratmak. Bunun için de Atatürk’ün
önündeki otoriter sistemi ortadan kaldırması lazım.”
*
* * * *
“Atatürk
şunu söylüyor: ‘Bu hurafelerin üzerine bir toplum bina edemeyiz. Sen buna
inanmak istiyorsan inanabilirsin, ama bunu dayatmana müsaade etmeyeceğim. Sizin
dayatmanızdır ki, toplumu felakete götürdü, çürüttü, yok etti. Ben bu çökmüş
toplumun çocuğuyum, yeni nesillerin bu felakete doğmasına müsaade etmeyeceğim.’”
*
* * * *
“Mustafa
Kemal burada o kadar dikkatli bir denge güttü ki, zamanı gelmeden hiçbir adım
atmadı, zamanı gelmeden hiçbir tedbiri diğerlerine söylemedi.”
*
* * * *
“Olay,
karşındakini ve muhatap olduğun vaziyeti çok iyi okuyabilmek, harp teorisini
çok iyi bilmekle ilgilidir.”
*
* * * *
“Atatürk,
taarruz tarihini Ankara’da hiç kimseye bildirmez, hatta kendi arkadaşlarına
dahi bilgi vermez. Sadece güvendiği ve kendisine güvenmesini istediği Ruslara
haber verir. ‘Birkaç gün sonra saldırıya geçiyoruz.’ der. Ruslardan çıt
çıkmayacağını, İngiliz ve Yunanların mağlubiyetini dört gözle beklediklerini
biliyordur.”
*
* * * *
“İnönü, beni
yanına alarak Mustafa Kemal’in huzuruna çıkardı. Yunan Orduları
Başkumandanlığına tayin edildiğimi bu sırada öğrendim. Atatürk beni mert bir
askere yaraşır bir şekilde kabul etti. Teessür ve heyecan içindeydim. İnönü
beni kendisine takdim etti. Gazi’nin bu esnadaki sözlerini hiç unutmayacağım:
‘Üzülmeyin General,’ dedi. ‘Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız.
Askerlikte mağlup olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size
karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi
rica ediyorum. Misafirimsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat
edin.’” Atatürk’ün bu ince ve nazik muamelesi karşısında ben de bu büyük
kumandana karşı içimde bir hayranlık duymaya başlamıştım.”
*
* * * *
“Osmanlıca
diye bir dil yok. Osmanlıca bir ‘esperanto’dur, yani bir sürü dilin bir araya
gelmesiyle yaratılmış yapay bir dildir. Osmanlıcayı layıkıyla okuyup
anlayabilmek için Türkçe bilmek lazım, Farsça bilmek lazım, Arapça bilmek
lazım. Bu üç dili bilmek lazım, zira Osmanlıca bu üç dilden sadece kelime
almakla kalmamış, buralardan birtakım kuralları da almış. Böyle dil olmaz.
Çünkü bu üç dil köylülere öğretilemez, kasabalılara öğretilemez, hatta ve hatta
layıkıyla münevvere dahi öğretilemez. Arapça ve Farsça gibi dillerin
öğrenilmesi ve öğretilmesi kolay değildir. Her ikisinin de çok zengin
tarihleri, edebiyatı var.”
*
* * * *
“Atatürk’ün
önüne geçmek istediği şey cehalettir. Ama bu canavar her defasında Atatürk’ü ve
yapmak istediklerini sırtından vuruyor.”
*
* * * *
“Atatürk
Türk şemsiyesi altında bir millet yaratmaya çalışıyor. Türk şemsiyesi altında
derken, biyolojik bir şemsiyeden söz etmiyor. Bahsettiği şey şu: ‘Türkiye
Cumhuriyetini kuran insanlara Türk halkı denir.’ Bu kadar. Atatürk’ün
‘Türkleri’ böylece Anadolu’daki herkesi içeriyor. Kendine Türk diyenlerin yanı
sıra, Lazları, Çerkezleri, Gürcüleri, Kürtleri, Zazaları, Yahudileri vs.
Kurtuluş Savaşı ve mübadele bittikten sonra onun ‘Türkler’ine Türkiye’de
yaşamaya devam eden Rumlar ve Ermeniler de dâhil olmuştur.”
*
* * * *
Kitabın bu bölümlerinde toplumu ortak bir dil ve kültür
potasında toplayıp “ortak noktalar” etrafında birleştirmeye çalışan Atatürk’ten
söz ediliyor. Yapılan devrimler, gerçekleştirilen yenilikler neden önemliydi?
Meclisin kapatılmak istenmesine karşın Atatürk neden bunu tercih etmiyordu?
Akılcı ve objektif bir bakış açısıyla okuduğumuzda pek çok
sorunun cevabını bulacağımız bir kitap.
“Atatürk
toplumdaki cinsler, etnik unsurlar, dini unsurlar arasındaki farkları mümkün
olduğu kadar törpülemeye çalışıyor ki, herkes bir potada birbiriyle konuşan insanlar
haline gelebilsin. Aksi takdirde ülkü birliği ve millet olmak mümkün değil.
Millet olmadığın zaman kendini dışarıya karşı koruman mümkün değil.”
*
* * * *
“Mustafa
Kemal kendinden önce gelen gelenekleri kullanmıştır. Osmanlı’nın bir (Mebusan)
Meclisi vardı ama kapatılmış, büyük sıkıntılar çekilmiş. Ardından İttihat ve
Terakki belası doğmuş, bunun getirdiği felaketle memleketi kaybetmişiz.
Bütün bu sıkıntıları, Atatürk’e, meclisi kaldıralım diyen insanlar da
biliyor. Ama o dâhi, kolaycılık peşinde koşan bu kısa görüşlü insanlara ve
çevresindeki herkese, meşruiyetin gerekliliğinden ve sürekliliğinden
bahsediyor.”
Türkiye Büyük Millet Meclisi |
*
* * * *
“Atatürk,
etrafındaki insanlardan çok bezgindi. Rahmetli dedem anlatırdı, ‘Herkes Atatürk
içkiden öldü zanneder. Hayır. Kahrından öldü. Derdini anlatacak adamı yoktu.’”
*
* * * *
“Bertrand
Russel’in bir sözü var: ‘Büyük bir adamın eserini incelediğiniz zaman,
incelemenizin sebebi adamın zeki olmasıdır. Ama hiçbir zeki adam her şeyi
bilemez. Eğer zeki bir adam yanlış bir iş yapmışsa mutlaka ‘o iş muhakkak doğru
olmalıdır’ diye düşünmekten ziyade o anda ona niye doğru göründü, onun peşine
düşmek lazım.’”
*
* * * *
“Mesela genç
bir subayken Mısır’a gidiyor, manevralara… Orada bir tayyareye binmek istiyor,
beraber gittiği komutanlardan biri elini tutuyor, ‘Kemal’ diyor ‘Bilmediğin aş
karın ağrıtır, otu oturduğun yerde.’ Atatürk’ün binmek istediği tayyare düşüyor
ve içindekiler ölüyor. Mesela Atatürk bu olaydan sonra hayatı boyunca hiç
tayyareye binmemiştir. Hava Kuvvetleri’ne bu kadar önem veren adam hiç
tayyareye binmemiştir.”
▬ ▬ ▬