KARA KIZ (Bernard SHAW)

Bernard Shaw adını ilk defa lise yıllarımda duymuştum. İngilizce derslerinde kendisine atfedilen anekdotlar ilgimi çekmişti. "ne kadar da sivri dilli biri" diye düşündüğümü hatırlıyorum. 
Bu anılar, hikâyeler ya da sözler sonraki yıllarda da ara ara karşıma çıktı ve ben şunu fark ettim ki Bernard Shaw'ın ismini bu kadar duymama ve anekdotları ilgiyle okumama rağmen merak edip de bir eserini okumamışım. Sıra mı gelmedi, zamanı mı değildi bilmiyorum ama Shaw'ın "Kara Kız" adlı eseriyle bu zinciri kırmanın vaktidir dedim.



Kitap Hakkında

Bernard Shawla ilgili anekdotların bahsi geçti ya, birini daha önce Çetin Altan'ın "Uçuk" adlı kitabından aktarmışım. Belki siz de okumak istersiniz diye bağlantıyı veriyorum.

"Kara Kız" nasıl bir eser derseniz, kitap hikâyelerden oluşuyor. Elime ilk aldığımda kitabı roman zannetmiştim; ama  "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" adlı eserde olduğu gibi bu sefer de yanıldım. Tanıtım yazısında da sadece "Kara Kız" adlı ilk hikâyeye yer verilmiş olması böyle düşünmemde etkili oldu sanırım.




Kitapta on dört hikâye var. Yazarın sivri dili, keskin zekâsı tüm satırlara yansımış. Eleştirinin, kara mizahın ağır bastığı, zaman zaman tüm bunların doz aşımına uğradığı bir eser "Kara Kız". 

Giriş bölümünde Bernard Shaw'ın önsözüne yer verilmiş. Eserle ilgili açıklama ve bazı ipuçları yönünüzü tayin etmenize yardımcı oluyor diyebilirim. İncil'in eğitim ve bilim açısından tarihi; koyu dinciliğin tehlikeleri yine bu uzun girizgahta yer almakta.

Hikâyelere bakacak olursak...
Kara kızın her şeyi sorgulayan biri olması hoşuma gitti.
Kendine anlatılan, dayatılan şeyleri doğrudan kabul etmiyor. Araştırıyor, soruyor, öğrenmeye çalışıyor. Alamadığı cevaplar sorulardan vazgeçmesine değil, cevap alabileceği yeni kişiler aramasına yol açıyor. Gerektiğinde bilgisiyle kör inancın üzerine  gidip onu, kitaptaki deyimiyle,  toz haline getirebiliyor.
Bu hikâyenin üslubu bana biraz doğu hikâyelerini biraz da Gabriel Garcia Marquez'in bazı anlatılarını çağrıştırdı.

"Hava Futbolu: Yeni Oyun"da trafik kazasında ölen, biri piskopos iki kişinin öte dünyaya yolculukları konu edilmiş. 
Bazı hikâyelerde  Hristiyanlıkla ilgili tabir ve göndermeler benim için fazlaydı. Bu sebeple dikkatimin dağıldığı noktalar oldu. 

Burada tek tek tüm hikâyelere yer vermeyeceğim; ama şöyle bir göz atacak olursak...

Hoşuma gidenlerden biri "İmparatorla Küçük Kız"dı. İngilizlerle Fransızlar Almanlar'a karşı savaşıyor. Bir gece Alman İmparatoru savaş alanını dolaşırken küçük bir kızla karşılaşıyor. Savaşın acımasız yüzüne ikisinin diyaloglarıyla bir kez daha tanıklık ediyoruz. "Ay Işığı Sokağı"nda Fransız albayın bir de Rus savaş esirinin anlatıldığı hikâyeleri hatırlattı bana.

"Geleceğin Tiyatrosu", 1900'lü yıllarda Londra'daki tiyatro ve tiyatro seyircisi hakkında. Tiyatroya ilgi duyanların es geçmemesi gereken hoş bir hikâye.

Kitapta benim en beğendiğim hikâye ise "Giyinme Odasındaki Sır" oldu. Kıyafet balosu için kostümlerin satıldığı bir mağaza ve konuşan bir Shakespeare büstü. Büst yani Shakespeare yazdığı eserler ve bu eserlerdeki karakterler hakkında yorumlar yapıyor. Ve ilginç bir son.

Don Giovanni oyunundan dönen, son trene son anda yetişen bir kadının kompartımanda karşılaştığı bir hayalet. Acaba kimin hayaleti? İlgimi çekenlerden.

Frankly Barnabas ise diyaloglardan meydana gelmiş. Evlilik, ayrılık, aldatma üzerine kurulu olsa da tipik İngiliz yaşamını, olduğu gibi yansıtan bir hikâye. Sahneler, diyaloglar o kadar başarılı aktarılmış ki kendimi İngiltere'de bir ailenin evinde, onların sohbetine tanıklık ediyorum gibi hissettim. Bu hikâyeyi tiyatro eseri olarak izlemeyi çok isterdim. Kostümlerle, dekorla zengin ve keyifli olurdu kanısındayım.

Toparlayacak olursam bazılarına hayran kaldığım, kimisinde hüzünlendiğim hikâyelerle ara sıra düşündüğüm, zaman zaman gülümsediğim çok yönlü bir okuma oldu benim için.

                                               * * * * *
Okur Kitlesi

İngiliz edebiyatına, tiyatro oyunlarına ilgisi olanlar; hikâye okumaktan hoşlananlar; düşünmeyi, sorgulamayı sevenler ve bunun eleştirel bir mizah çerçevesi içinde ele alınmasını tercih edenler kitabı ilgiyle okuyabilirler. 

                                               * * * * *

Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)

"Kara Kız - Tanrı'yı Arayış" başlığı altında, kitaba adını veren "Kara Kız"la ilgili olarak ayrıntılı bir yazı sizi bekliyor. Bu yazıda sadece tek hikâye ele alınmış.
"Dilsiz mütercim"de ise Meryem Rabia Taşbilek "Tanrı'yı Arayan Kara Kız" yazısında metinlerin alt mesajlarına yer verirken düşüncelerini aktarmada kullandığı edebi üslup ise yazısına ayrı bir zenginlik katmış.

                                               * * * * *
Kitaptan Alıntılar

s.5 / “Bernard Shaw’un Önsözü”nden


“1932 yılında, İngiltere’nin kışına rastlayan Afrika yazında Knysna’da beş haftalık bir gecikmeyle kaldığım sırada aklıma esti bu öyküyü yazmak. Niyetim, bir oyun yazarı olarak çalışmalarımın normal gidişi içinde bir oyun yazmaktı; ama bir de baktım, oyun yazacağıma kara kızın öyküsünü yazmaya girişmişim ben.”

                                               * * * * *

s.6 / “Bernard Shaw’un Önsözü”nden

“«Temiz su bulmadan kirli suyu atma.» Bu öğüt, «Sana ayrıca şunu söyleyeyim ki, temiz suyu bulunca da kirli suyu mutlaka at ve her ikisinin karışmamasına özellikle dikkat et.» öğüdüyle tamamlanmadıkça, şeytanın ta kendisidir.
İşte bu bizim hiçbir zaman yerine getiremediğimiz şeydir. Temiz suyu kirli suyun içine boşaltmakta ayak direriz, kafalarımızın hep bulanık oluşu bundandır.”

                                               * * * * *

s.10 / “Bernard Shaw’un Önsözü”nden

“Bir din gerçekle arasındaki bağları kopardı mı, tam anlamıyla afyon haline gelir. Bozuk siyasal sistemlerde halk tabakalarındaki çalkantıları yatıştırmak için bu afyon, yöneticilere yararlıdır (tiranlar bundan dolayı papazlara çok önem verirler); ne var ki uygarlık eninde sonunda ya namuslu gerçeğe dönmek, ya da yok olmak zorundadır.”

                                               * * * * *

s.19 / “Bernard Shaw’un Önsözü”nden

“Oysa, pratik çalışmalarda ne kadar güçlü olursa olsun, bir kafanın aşağılık ve esasta anlayış yeteneğinden yoksun olduğunu ortaya koyan en kesin belirti, metafiziği hor görmektir. Kişi, son derece üstün yetenekli bir matematikçi, bir mühendis, taktiği güçlü bir meclis üyesi ya da bir sisteme dayanarak rulet oynayan bir kumarbaz olabilir; ama eğer bu kişi evreni bütün hayatı boyunca, «Yahu, bütün bunların anlamı nedir?» diye bir kere bile sormadan seyretmişse, o (erkek ya da dişi), Calvin’in haklarındaki hükmünü, onları alınyazılarının önceden lanetlediği kişiler sınıfına sokmakla verdiği insanlardan biridir.”

                                               * * * * *

s.36 / “Kara Kız”dan

“«Geçmişi biliyor musun?» dedi genç adam. «Gerçekten var olmuş bulunan geçmişi bilmezken, henüz var olmamış bulunan geleceği bilmeyi nasıl umabilirsin?»”

                                               * * * * *
s.51 / “Kara Kız”dan

“Kara kız, «Eğer sen başkalarının gelip de işleri düzeltmesini beklersen,» dedi; «sonsuza dek beklersin.»”

                                               * * * * *
s.59 / “Kara Kız”dan

“Aslan ve fil, toprağı bizimle paylaşırdı. Onlar bedenlerimizi yedikleri ya da ezdikleri zaman, ruhlarımıza dokunmazlardı. Yeteri kadar yediler mi, daha fazlasını istemezlerdi. Ama sizin açgözlülüğünüzü hiçbir şey doyuramaz.”

                                               * * * * *

s.97 / “İmparatorla Küçük Kız”dan

“Küçük kız, «Ne düşünür?» diye sordu. O da bütün genç yaratıklar gibi, insanlar hakkında çok az şey bildiği için, annesinin sık sık, «Soru sorma, o zaman sana yalan söylemezler,» demesine rağmen, her rastladığına o kadar çok soru sorardı ki, bazen ona fazla meraklı olmamasını söylerlerdi.
İmparator, «Eğer kayzerler ne düşündüklerini söyleseler, o zaman yaptıkları şey düşünme olmazdı, değil mi?» dedi. «Konuşma olurdu.»”

                                               * * * * *

s.102 / “İmparatorla Küçük Kız”dan

“«Bu benim elimde değil,» dedi İmparator.
«Niye?» dedi kızın sesi.
«Çünkü alışılmış bir şey değil.» dedi imparator. «Alışılmamış bir şey yapan imparator ise, kaybolmuş demektir, zira bir imparator kendisi neyse o değil, alışılagelmiş neyse odur.»”

                                               * * * * *

s.138 / “Geleceğin Tiyatrosu”ndan

“Buenos Aires’te hiç tiyatroya gitmişliği yoktu. Oyunları anlayışla da okumaz, hatta bayağı laf salatalarını, en derin, en sağlam karakter çözümlemelerinden ayıramazdı bile, meğer ki, gerek bu laf salataları, gerek derin çözümlemeler uyaksız ölçüyle yazılmış ola. Tumturaklı boş laflara bayılırdı; bunlar ona, başka hiçbir şeyin veremediği bir büyüklük izlenimi verirdi.”

                                               * * * * *

s.216 / “Yine Bebek Evi İçin”den

“Dost kulağı, düşman ağzının panzehiridir.”

                                               * * * * *

s.232 / “Franklyn Barnabas’ın Ev Hayatına Kısa Bir Bakış”tan

“CONRAD: Aman, sen de! Biraz modası geçmiş bir deyim bu, öyle değil mi? Cambridge’de okuyan kadın öğrencilerin bunun anlamını bile bildiğini sanmam. Bu zamanda bir kadının kafasını eğitmeye, kültür sahibi olmaya çalışmasına itiraz mı ediyorsun yoksa?
FRANKLYN: Hiç öyle bir itirazım yok. Hiç kimse de etmez: Hiç değilse bizim gibiler takımı içinde. Malûmatfuruş kadın, kafası eğitilmiş ya da kültürlü bir kadın demek değildir.
CONRAD: Ya nedir?
FRANKLYN: Malûmatfuruş kadın, zerre kadar zekâsı olmadığı halde, zekâ isteyen konulara delice merakı olan kadındır.”

                                               * * * * *

s.281 / “Franklyn Barnabas’ın Ev Hayatına Kısa Bir Bakış”tan

“Köklerim geçmişte, umutlarım gelecektedir.”
                                            

Bu Haftaki Tercihleriniz

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

YALNIZLIK PAYLAŞILIR (Halil CİBRAN)

DEDE KORKUT HİKAYELERİ

ADSIZ ÜLKE (Alain-FOURNİER)