KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)
Sanat dolu bir sayfaya hoş geldiniz.
Resim, arkeoloji, tiyatro...
“Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı tablosuyla ünlü ressam Osman Hamdi.
Öğrenim hayatı, ailesi, eserleri, çalışmaları
Dolu dolu yaşanan bir hayat
Emre Caner’in anlatımıyla bizlerle buluşuyor.
Osman Hamdi’nin “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı tablosu çocukluğumdan beri ilgimi çekmiştir. Hem tablonun renkleri, figürlerin çizimleri hem de adı. İnsan at, köpek terbiyecisi olabilir; ama “kaplumbağa” terbiyecisi olmak?!
Geçen ay kitabı öğretmen arkadaşlardan birinde görünce hiç vakit kaybetmedim ve uzun bir okuma kuyruğunda ikinci sırayı kapmayı başardım.
Eser, İrfan Orga’nın “Bir Türk Ailesinin Öyküsü” tadında bir dönem romanı. O kitapta yazarın samimi üslubu ve ayrıntıların anlatımı hoşuma gitmişti. Emre Caner’in de “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı eserinde aynı samimiyeti sağladığını düşünüyorum. Bir başkasının, özellikle de tanınmış birinin hayatını aktarmanın pek de kolay olmadığı kanısındayım. Kişinin yaşadıkları, bunların önem sırası, ayrıntıların ne kadarının aktarılması gerektiği, bunların doğruluk derecesi... Bir de bunların roman tarzında, kurgulanarak verilmesi...
Son söze baktığımızda kitabın ne kadar kapsamlı ve titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu daha net görebiliyoruz.
Artık sayfalarda dolaşmaya başlayabiliriz sanırım.
Romanın başlangıcında Osman Hamdi’nin ailesi, okul yaşamı, 1800’lü yılların ikinci yarısında Paris ve Osmanlı ile karşılaşıyoruz.
Kitap bölümlere ayrıldığı için Osman Hamdi’nin okul, çalışma, sanat ve aile hayatını kolaylıkla kavrayabiliyoruz. Böylelikle o dolu dolu yaşamın tüm ayrıntılarını daha rahat seçme imkanımız oluyor.
Resim, arkeoloji, tiyatro...
“Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı tablosuyla ünlü ressam Osman Hamdi.
Öğrenim hayatı, ailesi, eserleri, çalışmaları
Dolu dolu yaşanan bir hayat
Emre Caner’in anlatımıyla bizlerle buluşuyor.
Osman Hamdi’nin “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı tablosu çocukluğumdan beri ilgimi çekmiştir. Hem tablonun renkleri, figürlerin çizimleri hem de adı. İnsan at, köpek terbiyecisi olabilir; ama “kaplumbağa” terbiyecisi olmak?!
Geçen ay kitabı öğretmen arkadaşlardan birinde görünce hiç vakit kaybetmedim ve uzun bir okuma kuyruğunda ikinci sırayı kapmayı başardım.
Eser, İrfan Orga’nın “Bir Türk Ailesinin Öyküsü” tadında bir dönem romanı. O kitapta yazarın samimi üslubu ve ayrıntıların anlatımı hoşuma gitmişti. Emre Caner’in de “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı eserinde aynı samimiyeti sağladığını düşünüyorum. Bir başkasının, özellikle de tanınmış birinin hayatını aktarmanın pek de kolay olmadığı kanısındayım. Kişinin yaşadıkları, bunların önem sırası, ayrıntıların ne kadarının aktarılması gerektiği, bunların doğruluk derecesi... Bir de bunların roman tarzında, kurgulanarak verilmesi...
Son söze baktığımızda kitabın ne kadar kapsamlı ve titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu daha net görebiliyoruz.
Romanın başlangıcında Osman Hamdi’nin ailesi, okul yaşamı, 1800’lü yılların ikinci yarısında Paris ve Osmanlı ile karşılaşıyoruz.
Kitap bölümlere ayrıldığı için Osman Hamdi’nin okul, çalışma, sanat ve aile hayatını kolaylıkla kavrayabiliyoruz. Böylelikle o dolu dolu yaşamın tüm ayrıntılarını daha rahat seçme imkanımız oluyor.
“Osman
Hamdi koca bir imparatorluğun bütün renklerini barındıran kozmopolit bir
şehirde doğup büyümüştü. İlkokula Beşiktaş’ta gitmiş, ardından Osmanlı devlet
yönetiminde söz sahibi olan birçok kişinin devam ettiği Mektebi Maarifi
Adliye’ye kaydolmuştu. Babası İbrahim Edhem Paşa onun için sonrasını da
düşünmüştü. Oğlu hukuk okumalıydı. Hem de Paris’te. Osman Hamdi babasına karşı
her zaman büyük bir saygı beslemişti. Ne de olsa paşa, Hariciye Nazırlığı’na
kadar yükselmiş önemli bir devlet adamıydı.”
*
* * * *
“Paşa
oğlunun Paris’te nelerle karşılaşacağını çok iyi biliyordu. Çünkü İbrahim
Edhem, İmparatorluğun yurtdışına eğitim için gönderdiği ilk dört öğrenciden
biriydi. On yaşında gittiği Paris’te uzun yıllar kalmıştı. İlk önce hazırlık
okullarını başarıyla tamamlamış, sonra da üniversiteye devam etmişti. Diğer üç
arkadaşı askeri okullara yollanmışken, İbrahim Edhem madenler üzerine eğitim
alan ilk mühendis olarak ülkesine dönmüştü.”
*
* * * *
“Bütün
mumları yaktım. Haberin olsun, sonraki geceler mumları idareli kullanman
gerekecek. Eğer kitap okumak istersen şamdanın tam karşısına bir ayna
yerleştirirsin. Böylece içerisi daha aydınlık olur.”
*
* * * *
“Ardından
Müdür Barbet otoriter bir sesle tekrar konuşmaya başladı:
‘Babanız
Edhem Paşa burada öğrenciyken şimdinin meşhur bilim adamı Pasteur ile aynı
sınıftaydı. Edhem ile Pasteur arasında sınıf birinciliği için kıyasıya bir
yarış yaşandığını daha dün gibi hatırlıyorum. Edhem o kadar zekiydi ki, kıl
payı olsa da Pasteur’ü geçmeyi başarmıştı. Ödülünü de İmparator III.
Napolyon’un elinden alma onurunu yaşamıştı. Eminim babanız o günleri size uzun
uzun anlatmıştır…’”
*
* * * *
“Hukuk
fakültesinde gördüğü dersler hiç ilgisini çekmemişti. Ezberlemek zorunda
kaldığı hukuk deyimlerinden nefret ediyordu. Okula gitmektense bütün gün
pansiyondaki odasına kapanıp defterine karakalem resimler çizmeyi tercih
ediyordu. Hukuk öğrencileri için zorunlu olmayan arkeoloji derslerine girmekten
zevk alıyordu sadece.”
*
* * * *
“Hukuk
derslerinin sınavlarına giriyor ama bütün boş vakitlerini Paris’teki resim
atölyelerini dolaşarak geçiriyordu.”
*
* * * *
“1867
Mayısı’nın son günlerinde Fransız gazeteleri İmparator III. Napolyon’un Türk
sultanını Milletlerarası Paris Sergisi’ne davet ettiğini ve Abdülaziz’in bu
davete olumlu cevap verdiğini yazdı. Osman Hamdi okuduklarına bir türlü
inanamamıştı. Yüzlerce yıldır hiçbir Osmanlı sultanı savaş nedeni dışında
imparatorluk topraklarının ötesine adımını atmamıştı.”
*
* * * *
“Sultan
birkaç gün sonra sergiye ikinci bir ziyaret daha yaptı. Bu sefer resmi törenler
olmadığı için Osmanlı pavyonuna epey bir zaman ayırdı. Sergide görevli Türklere
çeşitli nişanlar verdi. Osman Hamdi de tablolarından dolayı nişana layık
görünenler arasındaydı. Genç ressam, aldığı bu ilk ödülü gururla göğsüne
iğneledi.”
*
* * * *
*
* * * *
İkinci bölümde Osman Hamdi’nin çevresi, İstanbul’a dönüşü ve kısa bir süre sonra Bağdat’a gidişi, orada yaşadıkları; aile özlemi, doğu - batı kültürüyle ilgili düşünceleri aktarılmış.
1860’lı yılların Paris ve Bağdat’ı, Doğu ve Batı kültürü arasında yer alan İstanbul bu bölümün ana ekseni.
İkinci bölümde Osman Hamdi’nin çevresi, İstanbul’a dönüşü ve kısa bir süre sonra Bağdat’a gidişi, orada yaşadıkları; aile özlemi, doğu - batı kültürüyle ilgili düşünceleri aktarılmış.
1860’lı yılların Paris ve Bağdat’ı, Doğu ve Batı kültürü arasında yer alan İstanbul bu bölümün ana ekseni.
“Midhad
Paşa on yaşında Kuran’ı hıfz etmiş ve gençliği boyunca Fatih Cami’sinde verilen
derslere katılmıştı. Daha sonra Avrupa’yı gezmiş, Batı’nın ulaştığı uygarlık
seviyesini kendi gözleriyle görmüştü. O andan itibaren de Avrupa’da edindiği
modern hayat tecrübeleri kişiliğinde baskın hale gelmişti.”
*
* * * *
*
* * * *
“Midhat Paşa
da Ahmed’e destek oluyordu. Hatta bir gün Paşa, Ahmet’e yeni bir ağabey
olabilmek için kendi adını vermeyi önerdi. Ahmed de bu öneriyi kabul etti. Genç
gazeteci, bundan böyle Ahmed Midhat olarak anılacaktı.”
*
* * * *
“Osmanlı’nın
bir parçası olan bu topraklarda yaşayanlar kimlerdi gerçekte? İmparatorluğu
coğrafi sınırlardan başka birleştiren bir güç var mıydı? Osmanlı olmak neydi
aslında? Peki ya Türklük? Yoksa ortak payda Müslümanlık mıydı bu topraklarda?”
*
* * * *
“Çöllerde
eşkıya kovalamak onun için bambaşka bir deneyim olmuştu. Yaşamını
biriktiriyordu adeta! Her gittiği ülke, tanıştığı her insan ve tanık olduğu her
olay ona farklı bir deneyim kazandırıyordu. Üstelik daha otuzuna bile
basmamıştı.”
*
* * * *
“Bu
arada Osman Hamdi Bağdat’tan döndükten sonra kaleme aldığı piyeslerin
meyvelerini toplamaya başlamıştı. İki
Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz isimli piyesinin Osmanlı tiyatrosunda oynandığı
gece ailesiyle birlikte salona gidip temsili izledi.”
*
* * * *
“Bu
arada Paris’teki öğrencilik yıllarından arkadaşı Ahmed Ali de İstanbul’da bir
sergi düzenlemek için yaklaşık bir yıldır çalışmalar yapıyordu. Mizacından
dolayı Şeker Ahmed olarak anılmaya başlayan usta ressam, Osmanlı tarihinin ilk
resim sergisini organize etmeye çalışıyordu.”
görsel: şeker ahmet paşa (otoportre) |
*
* * * *
“Yıllar
sonra tekrar Avrupa’da olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Fransa’da kaldığı
yıllarda kendisini hep öğrenci gibi hissetmişti. Babasının yolladığı
harçlıklarla yaşadığını bir an bile unutmamıştı çünkü. Şimdiyse kendi parasını
kazanan yetişkin biri olarak Viyana’nın tadını çıkartıyordu. Davetlere
katılıyor, tiyatrolara gidiyor ve müzeleri ziyaret ediyordu.”
*
* * * *
“
‘Benimle beraber İstanbul’a gelmeye razı olursan karımdan hemen boşanacağım.’
Aslında Osmanlı
hukukuna göre boşanmadan ikinci bir evlilik yapmasında hiçbir sakınca yoktu.
Ama Osman Hamdi bu seçeneği aklına bile getirmedi. Böyle bir şeyi sevdiği
insanlara yapamazdı.”
*
* * * *
“Maria,
Naile’nin erişmek, kavuşmak anlamına gelen nail kelimesinin dişil hali olduğunu
öğrendi ve o andan sonra Naile oldu.”
* * * * *
osman hamdi'nin eşi naile hanım |
İlk eşi Maria’dan ayrılan Osman Hamdi ikinci kez evleniyor ve talihin garip cilvesi ikinci eşinin adı da Maria. Naile adını alan ikinci eşi Osman Hamdi’nin tablolarında kullandığı en önemli figürlerden biri haline gelecektir.
Üçüncü bölümde Osmanlı’daki padişah değişikliği, bunun topluma ve Osman Hamdi ailesine etkileri, meşrutiyetin kuruluşu, 93 Harbi ve Osman Hamdi’nin sanat çalışmalarına yer verilmiş.
“1876
Eylülü’nün ilk günü değişiklik yine aynı yöntemle halka duyuruldu. Osman Hamdi
Abdülhamid’i ilk defa Paris’teyken görmüştü. III. Napolyon ile Sultan
Abdülaziz’i taşıyan saltanat arabasının hemen arkasındaki faytona kurulmuş o
genç şehzade Osmanlı’nın yeni padişahı olmuştu artık.”
*
* * * *
“Ülkede
parlamenter sistemin emeklemeye başladığı o günlerde Osman Hamdi de yeni görevi
için kolları sıvamıştı. Artık 6. Bölge belediye müdürü olarak anılıyordu.”
*
* * * *
“Şehir
Bizans’tan alındığından beri ilk defa kaybedilme tehlikesiyle burun burunaydı.”
*
* * * *
“Evin
taştan yapılmış giriş bölümünde bulunan kilerde stok edilmiş erzakın gitgide
azaldığını biliyordu ama durumun bu kadar kötü olduğunu hiç düşünmemişti. Evde
eski bir sadrazam ve bir belediye reisi yaşasa da savaş herkes için yokluk
demekti.”
*
* * * *
“Herkes
son aylarda yaşadıklarını bir an önce unutmak istiyor gibiydi. 93 Harbi
acılarıyla birlikte hatıralara gömüldü.”
*
* * * *
“Osman
Hamdi son on senede yaşanan bu iki olayı unutmamıştı. Humann ile Schlieman’a mı
kızsın, yoksa Osmanlı yetkililerinin vurdumduymazlığına mı yansın bilemiyordu.
Zeus Sunağı’nın Berlin Pergamon Müzesi’nde çekilmiş fotoğraflarını Alman
gazetelerinde görmüştü. Schlieman ise bulduğu hazineyle karısı Sophia’yı bir
güzel süslemiş, sonra da çektiği fotoğrafları tüm dünyaya yaymıştı.”
zeus sunağı, berlin pergamon müzesi |
*
* * * *
Dördüncü bölüm Osman Hamdi’nin arkeoloji çalışmaları üzerinde odaklanıyor. Özellikle yurt dışı kazılarında bulunan arkeolojik parçaların ülkemize getirilmesi sırasında yaşanan zorluklar ve bu konuda yapılan özverili çalışmalar oldukça etkileyici.
* * * * *
Osman Hamdi, Lagina Kazısı'nda Fransız arkeologlarla birlikte |
“Osmanlı’nın
ilk akademisinin adı Sanayi – i Nefise oldu. 1882 yılının ilk gününde
okulun yöneticisi olarak, Müze Müdürü Osman Hamdi Bey’in görevlendirildiği
açıklandı.”
*
* * * *
“Osman
Hamdi kazı ekibindeki fotoğrafçıdan bu tarihi anı görüntülemesini istemişti. Az
sonra lahit iki bin üç yüz yıl süren karanlık geçmişinden kurtulmuş oldu.”
*
* * * *
*
* * * *
Kitabın beşinci bölümünde Osman Hamdi’nin İstanbul müzelerindeki görev ve çalışmaları yer alıyor. Bu arada Osman Hamdi’nin babası hakkında ilgi çekici detaylar, aile yaşantısı ve tüm İstanbul’u etkileyen önemli bir olay yine bu bölümün ayrıntıları.
“Yıllar
önce Fransız arkeologların Sayda’da bulduğu lahitler şimdi Louvre Müzesi’nde
sergilenmekteydi. Osman Hamdi Bey ismini dünya arkeoloji literatürüne sokan
Sayda kazısında keşfedilen yeni lahitlerse doğruca İstanbul’a getirilmişti.
Osman Hamdi yıllardır süregelen bir anlayışı tersyüz ettiğinin farkındaydı.”
*
* * * *
“Avrupa’daki
müzeler genelde eski sarayların uzantılarında kurulmuştu. Oysa İstanbul’daki
bina, müze olarak kullanılması amacıyla temeli atılan dünyadaki ilk yapılardan
biri oldu.”
*
* * * *
“Birkaç
ay sonra Fransız hükümetinin Chicago Fuarı’nda sergilenmek üzere tablolarıyla
ilgilendiğini öğrendi. Önerilen para hiç de fena sayılmazdı. Kendisine yollanan
mektupta Beaux Arts geleneğini Konstantinapolis’te en iyi şekilde temsil ettiği
için teşekkür ediliyordu. Osman Hamdi bu habere çok sevinmişti. Ressamlığı ilk
defa önemli makamdan onay görüyordu.”
*
* * * *
“Osman
Hamdi müze ile Pera arasında gidip gelirken Karaköy ile Cadde – i Kebir’i
birbirine bağlayan yer altı trenine sık sık biniyordu. 1874 yılında hizmete
giren bu kısa tünel, Londra’da inşa edilen benzerinden sonra dünyanın en eski
ikinci metrosu olarak kabul ediliyordu.
* * * *
*
|
görsel: osman hamdi - ab-ı hayat çeşmesi
|
Son bölümde resim çalışmalarına ağırlık verilmiş. Yukarıda yer alan tabloların ve tabii ki “Kaplumbağa Terbiyecisi”nin çalışma aşamaları bu bölümde yer alıyor. Bu arada yaşamının büyük bir bölümünü geride bırakan Osman Hamdi’nin son zamanlarını okurken dolu dolu geçen bir yaşamın, bir Osmanlı aydınının yaptığı çalışmaların etkilerini de hissediyorsunuz.
Tarih, sanat, kültür, arkeoloji, resim, siyaset... Sıkılmadan, büyük bir merakla okuyacağınız, sürükleyici bir kitap.
Tarih, sanat, kültür, arkeoloji, resim, siyaset... Sıkılmadan, büyük bir merakla okuyacağınız, sürükleyici bir kitap.
“Sanat
çevreleri çoğunlukla bir oryantalist olarak görüyordu onu. Doğulu bir
oryantalist! Aslında oldukça tuhaf bir durumdu bu. Bir tezattı. Çizgilerinin
oryantalistlere benzediğini inkar etmiyordu. Sanatında ustası Gerome’ün etkisi
büyüktü ne de olsa. Ama onun resimleri, oryantalistlerde neredeyse hiç
görülmeyen simgesel anlatımlarla doluydu. Bir meselesi vardı çünkü. Hem hiçbir
oryantalistin yapmadığını yapıyordu. Yeri geldiğinde bir ressam olarak da
halkına modernliğin yolunu göstermek için çalışıyordu.”
*
* * * *
“O
sırada Halil ağabeyinin kulağına doğru eğilip,
‘Haşim Paşa’nın geçen gün söylediği sözü duydun mu? diye sordu.
Osman Hamdi kafasını sallayıp,
‘Evet,’ dedi, ‘Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim!’
‘Tarihe geçecek bir söz işte.’”
‘Haşim Paşa’nın geçen gün söylediği sözü duydun mu? diye sordu.
Osman Hamdi kafasını sallayıp,
‘Evet,’ dedi, ‘Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim!’
‘Tarihe geçecek bir söz işte.’”
*
* * * *
görsel: osman hamdi - kaplumbağa terbiyecisi |
*
* * * *
“Osman
Hamdi, yeni tablosunda adeta kendi hayat hikâyesini özetlemişti.
Batılılaştırmaya çalıştırdığı muhafazakâr bir toplumda eğitici rolü oynamak
gerçekten de iğneyle kuyu kazmaya benziyordu.”
*
* * * *
“İmparatorluk
yaşamaya devam edecekse şüphesiz 1908 devrimi sayesinde olacaktı bu mucize.
Osman Hamdi de umutlanmıştı. Ama kim bilir geleceğin keyfini kaç yıl
çıkarabilecekti? Çevresindekilere,
‘Tanzimat’tan üç yıl sonra doğdum. Bakalım meşrutiyet’ten kaç yıl sonra öleceğim.’ diye takılıyordu.”
‘Tanzimat’tan üç yıl sonra doğdum. Bakalım meşrutiyet’ten kaç yıl sonra öleceğim.’ diye takılıyordu.”
*
* * * *
“Osman
Hamdi daha önceleri Londra Kraliyet Sanat Akademisi üyeliğine seçilmiş, Leibzig
Üniversitesi’nden ise fahri felsefe doktoru ve sanat uzmanı payesi almıştı. Ama
yine de 1909 yazında İngiltere’den gelen bir haber onu oldukça sevindirdi.
Dünyanın en köklü eğitim kurumlarından biri olan Oxford Üniversitesi Osman
Hamdi Bey’e fahri doktora unvanı verdiğini açıklamıştı.”
*
* * * *
“Fransız
Akademisi’nin Naile Hanım’a gönderdiği telgrafta, ‘Güzel sanatların gelişmesine
canı gönülden hayatını vakfeden Hamdi Bey’in ölümünden dolayı fevkalade üzüntü
duyan akademimiz, ailesine samimi taziyelerini beyan eder’ yazıyordu.”
▬ ▬ ▬