AY IŞIĞI SOKAĞI (Stefan ZWEIG)
Stefan Zweig ile “Ay Işığı Sokağı”nda gezintiye var mısınız?
Biraz kasvetli biraz merak uyandırıcı; hüzünlü, acıklı… Yoo, öyle hemen içiniz
kararmasın. Edebiyatın o büyülü dünyasında dolaşmak istiyorsanız Stefan Zweig
imzalı hikâyeler sizi bekliyor.
Stefan Zweig imzalı diyorum; çünkü yazar hakikaten de hikâyelere
imzasını atmış. Hemen hepsinde ölümün o soğukluğunu, ürperticiliğini
hissedebiliyorsunuz. Eşiyle birlikte intihar etmiş bir yazarın karmaşık iç
dünyasını yapıtlarına yansıtmış olması pek de şaşırtıcı olmasa gerek.
Kitapta beş hikâye var. Kitaba adını veren “Ay Işığı Sokağı”.
“Leporella”, “Nişan”, “Leman Gölü Kıyısında Olay” ve “Avare”.
Fransa’nın bir liman kentinin denizci mahallesinde gezinirken
duyduğu arya söyleyen sesi izleyerek tanımadığı insanların marazi hayatlarına
dalan bir gezgin
Gezgin, limanın gürültü ve kargaşasından, kalabalığından sıkılıp
kendini arka sokaklara bırakıyor. Hiç tanımadığımız, bilmediğimiz bir yerde
arka sokaklarda dolaşıp bambaşka hayatlara dâhil olmak; heyecan verici belki
ama aynı zamanda tedirgin edici.
“Bunca
gürültülü karmaşadan bir anda başım döndü ve kendimi kurtarmak için adına bile
bakmadan bir yan sokağa saptım, oradan da anlamsız gürültünün ağır ağır
kaybolduğu daha küçük bir sokağa girdim; sonra kılcal damarlar gibi dallara
ayrılmış dar sokakların labirentine amaçsızca dalıp ilerledim; ana meydandan
uzaklaştıkça bu dar sokaklar gitgide daha derin bir karanlığa gömülüyordu.
Geniş bulvarların mehtabı olan dirsekli büyük elektrik lambaları yanmıyordu
artık ve zayıf aydınlatmaların üstünden sonunda yıldızlar görünmüş, bulutlarla
kaplı gökyüzü yeniden belirmeye başlamıştı. (Ay Işığı Sokağı)”
*
* * * *
“Bu
küçük yan sokaklar büyük kentin çukurluklarında yer bulup saklanmak zorundadır,
çünkü içlerinde yüzlerce maske takmış kibar insanlar barındıran tertemiz camlı
aydınlık evlerin neleri gizlediğini küstahça ve yılışıkça söyler onlar. (Ay
Işığı Sokağı)”
*
* * * *
“Genel
durumuna baktığımda yorgun, hiçbir şey hissetmeden alışkanlıktan yaşamayı
sürdüren bir insan algılıyordum. Çekinerek ve korkarak ortaya bir soru attım.
Yüzüme bakmadan kayıtsızca, dudaklarını neredeyse hiç oynatmadan, donuk bir
ifadeyle yanıt verdi. İstenmediğini hissettim. Arkamda meyhaneci kadın esnedi;
öteki kız bir köşede oturmuş bize bakıyor, adeta onu çağırmamı bekliyordu.
Aslında çekip gitmek istiyordum, ama her yanım kurşun gibiydi; bu yoğun, için
için yanan havaya gömülmüştüm, tayfalar gibi oradan oraya sendeliyordum,
merakın ve dehşetin boyunduruğu altındaydım; çünkü bu kayıtsızlığın insanı
cezbeden bir yanı vardı. (Ay Işığı Sokağı)”
*
* * * *
Patronuna kölece bağlılığı yüzünden korkunç bir eyleme
sürüklenen karanlık, itici ve yabani bir hizmetçi
39 yaşında bir hizmetçi. Kendi halinde, garip biri. Değişik bir
ruh haline sahip. Patronuna duyduğu bağlılık onu nasıl bir duruma sürükleyecek.
Aydınlığa mı yönelecek yoksa başkalarını da karanlığa mı dâhil edecek?
“Düşünürken
yorulur, yavaş kavrardı: Her yeni düşünce, zor geçiren bir elekten damla damla
akarcasına zihninin derinlerine ulaşırdı, ama yeni bir şeyi sonunda içine
çektiyse, bunu inatla bırakmaz sımsıkı tutardı. (Leoporella)”
*
* * * *
“Cerescenz
orada sabahın beşinde kalkar, gece yarılarına kadar çalışır, silip süpürür,
ocağı yakar, yerleri fırçalar, ortalığı toplar, yemek pişirir, hamur yoğurur,
ovalar, ütü yapar, çamaşır yıkar, halı döverdi. Asla izin istemez, kiliseye
gitmek dışında sokağa ayak basmazdı: Ocağın o yuvarlak harlı ateşi onun güneşi,
yıllar içinde kestiği binlerce ama binlerce odun da ormanıydı. (Leoporella)”
*
* * * *
“Gelgelelim
rastlantının matkap uçları elmastandır ve içinde bolca tehlikeli tuzak
barındıran kader, hiç umulmadık bir yerden kendine bir kapı bulmayı bilir ve
kaya gibi sert mizaçları bile temelinden sarsarak darmadağın eder.
(Leoporella)”
*
* * * *
“Crescenz,
çocukluğundan beri ilk kez şarkı söylemeye çalışıyordu ve yılların üzeri örtülü
karanlığından güçlükle gün ışığına doğru yükselen bu ürkek notalarda insanın
içini acıtan bir şey vardı. (Leoporella)”
*
* * * *
1810 yılında
İspanya’daki savaşta yaralanan, düşman bir ülkede amansız bir hayatta kalma
mücadelesine girişen bir Fransız albay
Ürpertici bir hikâye daha. İnsanın vahşiliğinin sınırları var
mıdır? Bir savaş sırasında, insanın vahşi ve karanlık yüzü ne derece ortaya
çıkar?
“Hiç
bilmediği bir ormanda, düşman topraklarında yapayalnızdı. Kılıcının ışıldaması,
çalılıklardan bir hışırtı duyulması onu ele verebilir, isyancıların
işkencelerine savunmasız maruz kalacak bir ava dönüştürebilirdi. (Nişan)”
* * * * *
1918 yılının bir yaz gecesi Leman gölünde bulunup kurtarılan,
ancak sonra yüreğini kavuran yurt özlemine yenik düşen bir Rus savaş esiri
Savaşmak için uzak diyarlara gönderilen; ancak savaş sebebiyle
ülkesine dönemeyen birinin hüzünlü hikâyesi.
Yaşıtları üniversiteye giderken hâlâ liseye devam eden avare bir
gencin öğretmeninin otoritesine isyan ettikten sonra ödediği ağır bedel
*
* * * *
Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)
Stefan Zweig daha önce “Satranç” kitabıyla yer almıştı “kitap
pınarım”da. İlgiyle ve beğenerek okuduğum bir kitaptı. Son zamanlarda ismini
sıkça duyup gördüğüm, ilgimi çeken yazarın tek bir kitabıyla yetinemezdim. Kitabın
kapağını ve ismini beğendiğim için tercihimi “Ay Işığı Sokağı”ndan yana kullandım
ve iyi ki bu kitabı seçmişim. Kitaptaki öykülerin hepsi de çok hoşuma gitti.
Özellikle anlatımı benim için çarpıcıydı. Öykü türünün kısalığı, yoğunluğu ve
etkileyici yönü tüm hikâyelere yansımış kanımca.
Leporella
başta olmak üzere hikâyelerdeki kahramanların psikolojik tahlilleri; çevre ve
kişi tasvirlerini başarılı buldum. O kadar yoğun bir anlatımı var ki hikâyeler
üzerinde müthiş çözümlemeler, tahliller yapılabilir diye düşünüyorum.
Bilinmeyene gebe anların verdiği tedirgin edici ruh hali kitap boyu benimleydi.
Karanlık, ürpertici… Gecenin getirdiği bilinmeyenle insanın karanlık yönlerinin
getirdiği/getireceği bilinmezlik. “Şimdi ne olacak?” sorusu zihnimi hep meşgul etti. Tıpkı bir gerilim filmi izler gibi.
"Ay Işığı Sokağı - Kitap İncelemesi"nde kitabın farklı yayın evleri tarafından basıldığına değinilmiş.
Remzi Kitabevi'ne ait baskıyla ilgili yorum için "Yorum Atölyesi"nden Esma Tezgi'nin "Ay Işığı Sokağı" adlı yazısını okuyabilirsiniz.
Yukarıda bağlantılarını verdiğim yorumların dışında da birkaç yorum/değerlendirme daha okudum. Bunların çoğunda hikâyelerin kısalığından, konunun ya da karakterlerin ayrıntılı şekilde işlenmediğinden söz edilmiş. Derslerde "hikâye" ve "roman" türlerini işlerken vurguladığımız iki noktadan biri:
Hikâye romana göre oldukça kısa, zaman zaman birkaç sayfalık bir türdür.
İkincisi: Hikâyede kişi ve yerle ilgili uzun tasvirlere ve açıklamalara yer verilmez.
Gelin görün ki "roman" türünü daha fazla seven bir toplumuz galiba. Bu da "hikâye" türüne bakış açımızı ister istemez etkiliyor.
Hikâye, roman fark etmez, sevdiğimiz türde eserler okumaya devam edelim. Arada yeni türlere de şans verelim.
Kitap okumayı ve hayata gülümsemeyi unutmayalım.
▬ ▬ ▬