BİR DİNOZORUN ANILARI (Mîna URGAN)

Mîna Urgan’ın seksen yaşından sonra yazmaya başladığı kitap: “Bir Dinozorun Anıları” 
Her insan yaş alır, yaşlanır da aslında kimler ihtiyarlar?
Bir döneme tanıklık eden gözler, yaşadıklarını hangi sözlerle açıklar?
Sadece hoşgörü müdür insanı insan yapan, yoksa başka değerler de mi var? ...

Mina Urgan
“Anılarımı yazmaya başlarken seksen iki yaşına bastım. Bu işi tamamlamaya ömrüm vefa eder mi bilemem. Ama bunu deneyeceğim mutlaka. Çünkü belleksiz bir toplum olmamızı önlemek için, herkesin anılarını yazmasını yararlı buluyorum. Köşedeki bakkal gördüklerini kaydetse, sokağındaki evlerin nasıl apartmanlaştığını, orada oturanların ne gibi değişimlere uğradığını, kendi bakkaliyesinin nasıl markete dönüştüğünü anlatsa, bunlar bile ilginç olur bana kalırsa.”

                                               * * * * *

“Anılarıma başlarken, her şeyden önce, gençliğin bir mutluluk, yaşlılığın ise bir mutsuzluk dönemi olduğu mitosunu yıkmak istiyorum. Gençliğin mutluluğu, gençlerin kendileri dışında nerdeyse herkesin inandığı koca bir yalandır. Hiçbir gencin ‘genç olduğum için aman ne mutluyum’ dediği duyulmamıştır. Ama her nedense ihtiyarlar ‘Ah! Gençken ne mutluydum!’ diyerek kendilerini avutup dururlar.”

                                               * * * * *

“Gençler, ihtiyarlarla birlikte olmak gereğini hiç duymazlar. Bunu duymaları için de hiçbir neden yoktur zaten. Gelgelelim ihtiyarlar, gençlerle birlikte olmaya can atarlar. Doksan yaşına gelince, dadım Gülüstan Hanımı, kendi isteği üzerine, Bakırköy’de bir huzur evine yerleştirdim. Tek kişilik odası, TV’si, eski ve çok yakın bir dostu vardı orada. Gelgelelim, bir ay sonra, ‘Ben ne yapayım burada? Hepsi ihtiyar’ diyerek, kıyametleri kopardı, eve geri döndü. Çocuklarımın arkadaşları gelince, en güzel giysilerini giyer, takılarını takar, süslenir püslenir, oturma odasında bir koltuğa yerleşirdi. Kendi lafa karışmadan, gençlerin söylediklerini ilgiyle dinlerdi.”


                                               * * * * *

“Bir çocuğu küçükken evlat alırsanız onu ha doğurmuş, ha doğurmamışsınız hiç fark etmez bence. Çünkü çocuğu benim etimdir, benim kanımdır diye değil, ona emek verdiğiniz için, onun kahrını çektiğiniz için seversiniz aslında.”

                                               * * * * *

“Ne var ki, gençlerle iletişim kurabilmek için, iç dünyanızın genç kalması gerekmektedir. Benim iç dünyam genç olmasına genç de bugünün gençliğinin iç dünyasıyla ne derece uyum içinde bilemem. Çünkü günümüzün çoğu gençleri siyasal ve toplumsal sorunlara tamamıyla ilgisiz. Bol para kazanmak tek amaçları.”

                                               * * * * *

“Tüketim toplumunun kültürden yoksun bir ortamda egemenlik kurmasının doğal bir sonucu olan bayağılık, faşizm kadar çirkin, faşizm kadar tehlikeli benim gözümde. Belki bu da bir dinozorluk belirtisi sayılacak ama davranışta, konuşma üslubunda, kılık kıyafette, müzikte, her konuda bayağılılığa şiddetli bir tepki içindeyim. Son yarım yüzyılda ülkem de dünya da daha da bayağılaştığı için, tepkim de gittikçe şiddetleniyor.”

                                               * * * * *

“Ben öteden beri yalnızlıktan hoşlandığım için, tek başına kalmayı yaşlılığın felaketlerinden biri saymıyorum. Çocukluğumda bile, evde yalnız kalmanın keyfini sürerdim. Annem ve dadım sokağa çıkınca, ‘Oh! Ne güzel! Yalnızım!’ der, şarkılar söyleyerek evde dolanırdım. Yalnızlıkların en kötüsü, başkalarının arasında çekilen yalnızlıktır bence.”

                                       * * * * *


“İnsanlar şaşırtıcı, hem de çok şaşırtıcıdırlar. Yakından tanıdığınız, bencil ve aptal sandığınız bir kişi günün birinde, öyle güzel bir şey yapar, öyle duyarlı, öyle derin bir söz söyler ki, afallayıp kalırsınız. Bunun tam tersi de olur ne yazık ki. Duyarlı ve zeki sandıklarınız, aklın alamayacağı kötülükler ya da aptallıklar yapabilirler. Hele tanımadıklarınızın dış görünüşlerine hiç ama hiç aldanmamalı.”

                                               * * * * *

“Bir dostluğun devamı için az çok aynı çizgide fikir birliği olduğu sürece, ayrı kentlerde ya da ayrı ülkelerde yaşamanız, yıllarca birbirinizi görmemeniz dostluğu hiç zedelemez. Buluşur buluşmaz, iletişim yeniden kuruluverir dakikasında.”

                                               * * * * *

“Hepimizin bildiği gibi, yaşayabilmek için bir amaç edinmek, o amaç uğruna çalışmak şarttır. Çalışmak değil, stres altında çalışmaktır insanı mahveden. Oysa bir emekli stres altında değildir artık. İstanbul’un o korkunç trafiğinde, sokaklarda koşuşarak, belirli bir saatte belirli bir yere ulaşmak zorunda da değildir. Canı istediği zaman, canı istediği kadar çalışır ve bu onu ayakta tutar. Bir insanın gençliğinde işkolik olması ne denli yıkıcıysa, yaşlılığında tembel tembel oturması da o denli yıkıcıdır.”

                                               * * * * *

“Mîna, Arapça değil, Farsça bir sözcük ve şarap kadehi ya da mavi anlamına geliyormuş.”

                                               * * * * *

“Annem hiç okula gitmediği, bugün bildiğimiz anlamda düzenli bir eğitim görmediği, bu yüzden de mesleği olmadığı için, başka alanlarda kullanamadığı tüm yeteneklerini güzel konuşma sanatına vermişti. Dilinden yararlanacağına kaleminden yararlansaydı, iyi bir yazar olurdu herhalde. Ama ne yazık ki, bunu yapamadı.”

                                               * * * * *

“Psikolojik açıdan kadın erkek ayrımını tamamıyla yanlış buluyorum. Çünkü gerçek bir insan, kadınla erkeğin uyumlu bir karışımıdır. Kafa yapısı ve ruhsal yapısıyla salt erkek olan bir kişi, gerçek bir insan sayılamayacağı gibi, kafa yapısı ve ruhsal yapısıyla salt kadın olan bir kişi de gerçek bir insan sayılamaz. Ancak kadınlara özgü bilinen niteliklerle erkeklere özgü bilinen nitelikleri kendi benliklerinde uyumla kaynaştıranlar gerçek insanlardır. Cinsel açıdan değil, ama ruhsal açıdan biraz hermafrodit olmak gerekir, gerçek bir insan sayılabilmek için.”

                                               * * * * *

“Kaldı ki, Cevat babasını severdi. Bir akşam, ‘Sen daha doğmamıştın, onu tanımadın’ diyerek, uzun uzun ve sevgiyle ondan söz etmişti. Cevat bana bir katil görünmedi hiçbir zaman. Hiç kan dökmedikleri halde, ondan bin kat daha katil insanlarla dolu yeryüzü.”

                                               * * * * *

“Çocukluğumdan beri tek değişmeyen yanım kitap okumamdır. Okumak bir çeşit organik gereksinimdir bende. Günde hiç olmazsa iki üç saat okumayınca, afyondan kesilmiş bir bağımlıya döner, bir ‘yoksunluk nöbeti’ geçiririm.”

                                               * * * * *

“Çocukluğumun ve gençliğimin 600.000 nüfuslu İstanbul’u, Yeşilköy’de başlar, Şişli’de biterdi. Boğaz’ın Rumeli yakası Sarıyer’de, Anadolu yakası da Beykoz’da biterdi. Boğaziçi’nin sırtlarında, yapılanma yok, birbirinden güzel korular, erguvan ağaçları vardı sadece.”

                                               * * * * *

“Anadolu’dan göç, ancak 1950’de başladı ve gittikçe ivme kazandı. Şişli’den sonra, Mecidiyeköy, Etiler filan gibi yerleşim merkezleri bulunmadığından, 1926’da Şişli’ye kurtlar inmişti. O kış, büyük soğuklar olmuştu. Tuna’dan gelip Boğaziçi’ni dolduran buzların üstünde yürüyerek, Anadolu yakasından Rumeli yakasına yaya geçenler vardı. Bu olayı, ömrümde ancak bir kez daha, 1954 kışında gördüm.”



                                               * * * * *

“Ahmet Haşim yakışıklı bir erkek değildi. Yanağında bir Halep çıbanının büyükçe bir izi vardı. Gelgelelim, zekâ eksikliği çok yakışıklı bir erkeği dakikasında çirkinleştirdiği gibi, Haşim’in gözlerinden fışkıran zekâ, onu dakikasında güzelleştirirdi.”

                                               * * * * *

“Benim açımdan Abidin Dino’nun arkadaş olarak en değerli yanı yaşamı güzelleştirmesi, zenginleştirmesiydi. Ne yazık ki, çoğumuza hiç nasip olmayan bir yetenektir bu. Ne yapıp yapıp, en güzel şeyleri bile sıradan bulmanın, hatta çirkinleştirmenin bir yolunu buluruz çoğumuz. Abidin ise bir yaşam ustasıydı. Bir kır gazinosunda yenilen kötü bir omletle söğüş domates, içilen ılık bira, onun bu yeteneği sayesinde görkemli bir şölene dönüşürdü. Öyle şeyler görür, öyle şeyler söylerdi ki, Karaköy’den Kadıköy’e vapurla bir geçiş, Pasifik Okyanusu’nun adaları arasında bir yolculuk kadar olağanüstü bir hal alırdı.”

                                               * * * * *

“Neyzen Tevfik’in benim açımdan en şaşırtıcı yanı, böylesine hüzünlü bir müzik yaratabilen bir insanın, aynı zamanda siyasal ve toplumsal olayları yakından izleyen bir taşlama ustası olması; çok ince bir duyarlılıkla keskin bir gülmece yeteneğini kişiliğinde birleştirmesiydi. Ney üfler, dinleyeni ağlatır; sonra peşpeşe espriler patlatır, insanı katıla katıla güldürürdü.”

                                               * * * * *

“Sait Faik, kılık kıyafeti ve davranışlarıyla, yazarçizer takımının aydınlarına hiç mi hiç benzemezdi. Koltuğunun altında kitap taşımaz, okuduklarını anlatmaz, düşüncelerini iddialı iddialı savunmaya kalkmaz, kişiliğini ikide birde ileri sürmez, kendinden hiç söz etmezdi.”

                                               * * * * *

“Çağımıza uymak zorundayız palavrasına da hiç mi hiç inanmıyorum. Eğer yaşadığım çağın en yüce ideali köşeyi dönmekse; eğer yaşadığım çağ toplumsal adaletsizlik üstüne kuruluysa; eğer yaşadığım çağ inandığım her şeyi yadsıyorsa; eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense, ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım? Tam tersine, başkaldırırım, direnirim böyle bir çağa karşı.”

                                               * * * * *

“İnsanları, doğayı, yaşamı sevmeyeceksen, yaşamanın ne anlamı var ki? Birçokları, birtakım çirkin gerçeklere bağlı kalmayı, onları bir an olsun gözden kaçırmamayı bir marifet sayarlar. ‘Biz gerçekçiyiz’ diye diye, zamanla hem kendi kişiliklerini çirkinleştirirler, hem de o çirkin gerçeklerin gittikçe daha derin kökler salmasını, giderek neredeyse kutsallaşmasını sağlarlar. Ben o çirkin gerçeklere boyun eğmemeye kararlıyım. Bu yüzden yaşadığım sürece romantik tekmeler atıp duracağım o çirkin gerçeklere. Canları isterse, hayalperest diye küçümsesinler beni. Buna hiç bozulmam; çünkü bir insanın ancak düş gücünden yararlanarak hayal kurabildiği sürece gerçek bir insan olduğuna inanıyorum.”

                                          ▬     ▬    ▬                               

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ