KÖRLÜK (Jose SARAMAGO)
Portekizli yazar José Saramago’dan gördüklerimiz; görmediklerimiz
ya da göremediklerimiz; belki de görmek istemediklerimiz hakkında ilginç bir
roman: “Körlük”
Bir süredir ismini sıkça duyduğum, Nobel ödülü almış bir yazar José
Saramago. Okuldaki arkadaşlardan bazıları da kurdukları okuma grubunda
listelerine yazarın “Körlük” adlı romanını dâhil etmişler. Ocak ayının favori
kitabıydı onlar için. İlginç bulacağımı söyleyip duruyor, “Mutlaka okumalısın”
diyorlardı. – bu arada çok istediğim halde “okuma grubu”na katılamadım.
Belirlenen sürede, belirlenen kitabı okumak pek bana göre değil. Ama arkadaşlar
sağ olsunlar okudukları kitaplar hakkındaki düşüncelerini bizlerle de paylaşıp grup
dışındakilere de fikir veriyorlar. -
Başta
kitabı okumak istememiştim açıkçası. Kitapta paragraflar çok uzun, hatta bazen
birkaç sayfa, cümleler keza öyle. Bir de üstüne üstlük kitabın konusu üzerine
arkadaşların yorumları - daha doğrusu nidaları - : “O neydi ya!Midem bulandı”, “Bir topluluk bu kadar kötü olabilir mi
gerçekten?”,“İnsan bir başkasına bunu yapabilir mi?” …
Neyse uzatmayayım beni ve gruba dâhil olmayan iki arkadaşı daha
ikna ettiler. Şubat tatilinde artık biz de bir José Saramago okuruyduk.
“Bakabiliyorsan,
gör. Görebiliyorsan, fark et. (Nasihatler
Kitabı)”
*
* * * *
“Sanki o
adam gördüğü son resmi, bir trafik lambasındaki kırmızı, yuvarlak ışığı
beyninin ta içinde saklamak istercesine, görülecek ne varsa hepsini ani bir
hareketle, sıkılı iki yumruğunun arkasına gizlemişti.”
*
* * * *
“Kör adam, ellerini gözlerine doğru kaldırdı,
oynattı, Hiçbir şey görmüyorum, yoğun bir sis içinde gibiyim, bir süt denizine
düştüm sanki Ama körlük böyle bir şey değil ki, dedi öteki, körler her şeyi
kapkara gördüklerini söylerler; Ama ben her şeyi bembeyaz görüyorum,”
Kitap başta bir körlük hikâyesi görünüyor; ancak burada her yeri siyah değil
beyaz görüyorsunuz. Bir karanlık değil, aydınlık söz konusu başka bir deyişle.
İnsana kuvvetli ışığı, beyazı çağrıştırıyor. Zaman geçtikçe herkes kör olmaya
başlıyor. Bulaşıcı bir körlük ama sebebi ve neden beyaz olduğu belli
değil.
Bu ilk sayfalarda alışmaya çalıştığım şey kitabın yazımıydı. Karşılıklı
konuşmalar tırnak işaretiyle belirtilmemiş. Virgül ve konuşma başında büyük
harf kullanımının yardımıyla sorunu bir nebze gidersem de başlarda biraz
zorlandığımı itiraf etmeliyim.
Alıntılarda
bunu siz de fark ediyorsunuzdur zaten. Örneğin yukarıdaki alıntı dört beş satır
daha virgülle bağlanarak devam ediyor. Neyse ki olayların aktarımı hoşuma
gittiği için ben de kitapla bağımı koparmadan devam edebildim.
*
* * * *
“Hatta
körlerin içinde yaşadığı karanlığın sonuçta sadece ışığın yokluğu anlamına
geldiğini, körlük dediğimiz şeyin, varlıkların ve nesnelerin görünüşünü
örtmekle sınırlı kalıp, onları bu kara perdenin ardında el değmemiş bir halde
bırakan bir şey olduğunu da düşünmüştü zaman zaman. Şimdiyse, aksine, öylesine
aydınlık, öylesine kesintisiz bir beyazlığın içine gömülmüştü ki, bu beyazlık
sadece renkleri değil, nesneleri ve varlıkları da emmekle yetinmiyor, yutuyor,
onları iki misli görünmez hale getiriyordu.”
*
* * * *
“Dokununca
eline yapış yapış gelen kan midesini bulandırdı, ama bu duygunun kanı
göremediği için uyandığını düşündü, kendi kanı, ona ait olsa da bir biçimde
yabancı, tehditkâr, renksiz, yapışkan bir sıvıya dönüşmüştü.”
*
* * * *
“Kör
adam, deneyimle biliyordu ki, otomatik sayacın tik taklarını işittiği sürece
merdivenin ışığı sönmeyecekti, dolayısıyla, ses kesildikçe düğmeye bastı. Işık,
arada yanan bu ışık onun için bir sese dönüşmüştü.”
*
* * * *
“,Ve
bunun aniden olduğunu söylüyorsunuz, Evet, doktor bey, Kapatılan bir ışık gibi,
Daha doğrusu yanan bir ışık gibi,”
*
* * * *
“Bize
gelince, kör adam, sonuçta sahte iyilikseverin ikinci teklifini kabul etmiş olsaydı
– ki o son anda adamın iyilik yapma isteği ağır basabilirdi - , yani karısı
gelinceye kadar yanında kalmak teklifinden söz ediyoruz, bu şekilde bahsedilen
güvenin sonucu olan ahlaki sorumluluğun etkisinin onun suça eğilimini
dizginleyip dizginlemeyeceğini, böylelikle de en sefil ruhlarda bile her zaman
rastlanabilecek parıltıyı ve soyluluğu yüzeye çıkarıp çıkarmayacağını kimse
bilemez.”
Yukarıdaki bölümde kör adamla – kitapta hiç isim kullanılmamış.
İnsanları meslekleri ya da belirgin özellikleriyle ayırt edebiliyorsunuz – bir
araba hırsızı arasında ki henüz kör olmamış, yaşananlar aktarılıyor. “Suç
nedir?”, “Suçlu kimdir?”, “Suç işleyen insanların iyi yönleri de var mıdır?”
gibi sorular burada ve pek çok yerde kafanızı kurcalıyor.
Kitapta
anlatılanlar için belirleyebildiğim temel soru ise “Bulunduğu şartlar ve ortam
insanın suç işleme ya da iyilik yapma potansiyelini nasıl etkiler?”
*
* * * *
“Oto hırsızını evine bir polis memuru
getirdi. Bu ihtiyatlı ve merhametli memur, tökezleyip düşmemesi için
kolundan tuttuğu adamın aslında kaçmaması için koluna sıkı sıkı yapışması
gereken bir suçlu olduğunu hayal bile edemezdi."
* * * *
*
“, sadece
ellerini uzatıp aynaya değdirdi, kendi görüntüsünün orada olduğunu ve kendisine
baktığını biliyordu, görüntü onu görüyor, ama o, görüntüyü görmüyordu.”
*
* * * *
“, Sizce
olup biteni bakanlığa iletmemiz gerekmez mi, Bence şu an için erken, bu tür
havadislerin halkı telaşa düşüreceği kanısındayım, işin içinde ne olursa olsun,
körlük bulaşmaz, Ölüm de bulaşmaz, buna rağmen herkes ölür,”
*
* * * *
Artık körlük iyice yayılmaya başlamıştır ve tüm körler hastalığı
bulaştırmamaları için bir yerde toplanmalı toplumdan tecrit edilmelidir.
“Bu fikir bakanın kafasından çıkmıştı.
Hangi açıdan incelenirse incelensin başarılı, hatta kusursuz bir fikirdi,
yalnızca sağlık açısından değil, olayın toplumsal etkileri ve bunların siyasal
sonuçları bakımından da. Hastalığın nedenleri aydınlanmadıkça, daha doğrusu,
uygun bir dille ifade edersek, kulağa hoş gelmeyen bu körlük sözcüğü yerine
hayal gücü geniş bir danışmanın esinlenip bulduğu deyimle, bu beyaz felaketin
nedenleri açıklanamadıkça, yani hastalığı tedavi ve iyileştirme yöntemlerinin,
hatta yeni vakalara engel olacak bir aşının bulunması geciktikçe, körlüğe
yakalanmış herkes ve de bu kişilerle fiziksel temasta bulunmuş ya da bu
kişilerin yakınına gelmiş insanlar toplanıp tecrit edilecek, böylelikle
hastalığın başkalarına bulaşmaması sağlanacaktı,”
*
* * * *
“, bu
fiziksel kusurun söylenmesinden hoşlanmamıştı, sanki, hakkı da vardı, çünkü
bunun gibi, dikkatli bakmadıkça fark edilmeyen kusurlar, sadece söz edildiğinde
gerçekte olduklarından daha kötü görünürdü göze.”
*
* * * *
“Hayatımda
duyduğum en güzel söz bu, dedi taksi şoförü, tombaladan hiç işimize yaramayacak
tek doktor çıkmış, Yine tombaladan bizi hiçbir yere götüremeyecek bir de taksi
şoförü çıkmış, dedi koyu renk gözlüklü genç kız, sesi alaycıydı.”
Herkes aynı yerde tecrit edilmiş durumda. Suçlu-suçsuz,
eğitimli-eğitimsiz fark etmiyor. Toplum içindeki konumları, durumları
sıfırlanmış bir halde. Tek ortak noktaları “ beyaz körlük” yaşıyor olmaları.
Birbirlerini tanımak için isimlerini değil sadece mesleklerini söylüyorlar; ama
şu durumda mesleğin de bir önemi yok. Gözleri görmüyorken taksi şoförlüğü mü
yapacaklar, polis memurluğu mu ya da göz doktorluğu mu?!
*
* * * *
“Her
hareketimizden önce bütün sonuçlarını tahmin etmeye çalışsak, bunları ciddi
olarak düşünsek, önce kesin sonuçları, sonra rastlantısal sonuçları, daha sonra
da hayali sonuçları düşünmeye kalksak, kımıldayamayız bile, tek bir adım
atamayız.”
*
* * * *
“, şimdi
kasaları taşıyan körlere merdivene geri dönmeleri için buyruklar veren çavuşun
sesi duyuluyordu, ama onun söyledikleri sadece kasaları taşıyanlar için bir
anlam ifade ediyordu, çünkü istenen yere gidebilmek, öncelikle nereden
geldiğini bilmeyi gerektiriyordu.”
*
* * * *
“, Tam
anlamıyla insan gibi yaşamıyorsak, en azından tam anlamıyla hayvan gibi
yaşamamak için elimizden geleni yapalım, defalarca bunu tekrarladı ki
yatakhanenin geri kalanı özünde basit olan bu sözleri sonunda bir düstura,
hükme, doktrine, yaşam kuralına dönüştürdüler.”
*
* * * *
“Doktorun
karısı, belli etmeden, saatini ayarlayıp kurdu, saat akşamın dördüydü, aslında
saatin bunu dert ettiği yoktur, birden on ikiye kadar gider, gerisi insanların
kuruntusudur.”
*
* * * *
“Bu akıl
hastanesinde bozulan barışı onarmaya, adaleti güçlendirmeye, sükûneti geri
getirmeye kalkışacak bir yetkili bulmak gibi saçma bir umutla davranan kör bir
kadın, ana kapıya olabildiğince yaklaşarak havaya bağırdı, Yardım edin bize,
bunlar yiyeceklerimizi çalıyor. Askerler işitmiyormuş gibi yaptılar, çavuşun
burayı denetime gelen bir yüzbaşıdan aldığı talimat katı ve kesindi,
Birbirlerini öldürmeleri daha iyi, hiç olmazsa azalırlar.”
*
* * * *
“,
Doktor bey iyimsersiniz, İyimserlik değil bu, sadece bu yaşadıklarımızdan daha
kötüsünün olabileceğini hayal edemiyorum, Bense, kötü yürekliliğin ve kötülüğün
sınırı olabileceğine güvenmiyorum,”
*
* * * *
Kitabın üçüncü bölümüne geldik diyebiliriz. Koğuşlardan
birindeki kör bir kadının çıkardığı yangın sonucu bina yanmış artık hepsi dışarıya
çıkmıştır. Evlerine dönme özlemindirler. Ancak sorunlara bir yenisi ekleniyor:
Dışarıda kurulmuş olan düzene uyum sağlayabilme. Ne de olsa onlar uzun zamandır
içeride olan körlerdi. Bir de dışarıdakiler var. Salgının yayılmasından
dolayısıyla sayılarının artmasından ötürü tecrit edilemeyen, dışarıda kalan ve
kendi düzenini kuran körler. Diğerlerinin de buna uyum sağlaması gerekiyor
artık.
“, eve
dönmeyi başardığımızı varsaysak bile, orayı kendi evini bulamamış başka bir
grup işgal etmiş olabilir, bizler, dönüp duran bir bostan dolabı gibiyiz,
başlangıçta bu yüzden anlaşmazlıklar oldu, ama uzun sürmedi, şunu anladık ki,
biz körler aslında, adeta bizim diyebileceğimiz hiçbir şeye sahip değiliz,
üzerimizdekiler hariç,”
*
* * * *
“, işte
uygarlığın kusuru bu, evimizin musluğundan akan suyun rahatlığına alışıyor ve
bunun olabilmesi için dağıtım vanalarını açıp kapatan birilerine, elektrik
enerjisiyle çalışan barajlara, suyun debisini ve rezervini düzenleyen
bilgisayarlara ihtiyaç duyulduğunu ve bütün bunlar için gören gözler bulunması
gerektiğini unutuyoruz.”
*
* * * *
“, hayattaki
her şey gibi, zamana zaman tanırsanız her şeyi çözümler.”
*
* * * *
“, o da
kadının yaşadığı gibi yaşamış olsaydı, ne kadar uygar davranışı kalırdı
görürdük.”
*
* * * *
“, bu
kandil üretildiğinden beri ilk kez işe yarayacaktı, ilk başta üretilirken böyle
kullanılacağı kimsenin aklına gelmemişti, ama hiçbirimiz, ne kandiller, ne
köpekler, ne de insanlar, dünyaya nasıl bir amaçla geldiğimizi başlangıçta
bilemeyiz.”
*
* * * *
“, Sen
hiçbir zaman bu kadar güzel olmamıştın, dedi ilk körün karısı. Kelimeler
böyledir işte, fazla gizlerler kendilerini, birbirinin peşine takılırlar,
nereye gittiklerini bilmez görünürler ve ansızın, ikisinin, üçünün, veyahut
dördünün birden, kolayca ortaya çıkmasıyla, bir kişi zamiri, bir zarf, bir
fiil, bir sıfatla, karşı konulamayan bir heyecan tenimize ve gözlerimize
yükselir, duygularımızın sükûneti bozulur,”
*
* * * *
“, ama
ben onu gayet iyi tanırım, böyle bir şey yapmaz o, İnsanların neler yapacağı ya
da yapmayacağı önceden bilinmez, beklemek gerekir, zamana zaman tanımak
gerekir, zaman hükmeder, zaman, kumar masasında karşımızda oturan oyuncudur ve
oyunun bütün kartları onun elindedir,”
Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)
Kitabı okumaya başlamadan önce, arkadaşlar yorumlarken
“Anlattıklarınız bana Sineklerin Tanrısı’nı çağrıştırdı” demiştim. Kitabı
okuyan ya da filmini izleyen arkadaşlar da bu görüşe katıldıklarını zaten pek
çok kişinin de aynı fikirde olduğunu belirttiler.
(Körlük kitabıyla ilgili diğer yazım: körlük kitabının hatırlattığı film ve kitaplar)
Kitapta
ilgimi çeken önemli noktalardan biri kitabın yazım tarzıysa diğeri de yer ve
kişi isimleri kullanılmaması. İkisinin de kitabın etkisini artırdığı
yadsınamaz. Uzayıp giden cümleler, paragraflar kitabın ürkütücü konusunu daha
da vurucu hale getiriyor. Söylenmeyen isimler ise sanki sokaktaki herhangi
birinden söz ediyor izlenimini uyandırdı bende. Hatta öyle ki çoğu zaman göz ardı etsek de aslında isimlerin, mesleklerin, unvanların ne kadar boş olduğunu
düşündüm. Kitapta sadece ve sadece “insan” olarak varsınız. Bu insanlığı iyi/ye
ya da kötü/ye kullanışınızla.
Kitapta sadece bir kişinin gözlerinin görmesi ve olayları anlatması; siyah yerine beyaz bir körlük
yaşanması ve roman kahramanlarından birinin göz doktoru olması ironik bir
durumdu. Bunun da kitaba ayrı bir renk kattığını düşünüyorum.
Bu
kitap da tabii ki herkes için farklı anlamlarla yüklü. Örneğin öğretmen
arkadaşlardan biri “İnsanlar bu kadar kötü şartlar da yaşayabilir mi?” derken
diğeri “Umarım insanlık uzun zaman sonra manevi bir körlük yaşayıp bu hale
gelmez.”diyordu. Bir başkası ise özellikle kadınların karşılaştığı insanlık
dışı davranışlardan söz açıyordu.
İnternet ortamına göz atacak olursak;
“Kitaplarım Olmadan Asla” bloğunda Emine Öztürk kitabın geniş bir özetini vermiş. Kendisi de tıpkı benim ve arkadaşlarım gibi “Sineklerin Tanrısı”na atıfta bulunmuş. Sarsıcı ve sorgulatıcı bir kitap olduğu konusunda da kendisiyle hemfikirim.
“Dikkat Çekiyorum”da Abdullah Özer, öncelikle kitabın yazım tarzını ve karakterlerin isimlerinin olmayışını garipsediğinden söz etmiş. Kitabın özetini verirken kitaptaki şiddet ve taciz içeren bölümleri de tüm çıplaklığıyla anlatmış. Yazısında da belirttiği gibi “Acaba olaylar nasıl sonuçlanacak?” sorusu kitap boyunca kafanızı kurcalıyor.
Bu kitapla beraber şunu bir kere daha fark ettim ki önyargılı davranmamalıyız. Yazımından ötürü kitabı okumayabilir ve Jose Saramago gibi usta bir yazara teğet geçebilirdim.
Yazarın eserleriyle ilgili bilgiyi Arka Kapak'ta Tuğba Coşkuner'in yazısında okuyabilirsiniz: “Kehanetlerin Yazarı Jose Saramago”
Yazarın kendisiyle yapılan bir röportaj içinse Oggito'daki yazıya bakmanız yeterli. Mart 1997'de Jose Saramago'nun kendi evinde yapılmış bir söyleşi. “Körlük” kitabının nasıl ortaya çıktığını ve yazarın bu kitabı hakkındaki düşüncelerini de içeren yazıyı merak ediyorsanız: “Aslında kötümserim; ama...”
▬ ▬ ▬