VEBA (Albert CAMUS)
Albert Camus’nün bir kitabını okumak uzun zamandır aklımdaydı;
ancak nedense bir türlü denk düşüremedim. En sonunda “Artık bu kadar da olmaz”
deyip meşhur hazine sandığımda uzun zamandır beklemekte olan “Veba”yı okumaya karar verdim. Kitabın ismi
ve konusu benim için pek de iç açıcı olmamasına rağmen sayfaları çevirmeye
başlamıştım bile.
Adından da anlaşılacağı gibi kitap bir veba salgını hakkında. Öncelikle salgının gerçekleştiği şehri ve insanlarını tanıyoruz.
Kafamızda şekillenen Oran kenti ve halkı bizi hikâyeye hazırlıyor adeta.
“Bu
hikâyeye konu olan garip olaylar 194…da Oran’da geçti. Genel kanıya göre,
benzeri her zaman görülebilecek çeşitten olmayan bu olaylar, kendilerine uygun
bir yer bulmuş da sayılmazlardı. Çünkü Oran’ın ilk bakışta, gerçekten de
Cezayir kıyılarında herhangi bir Fransız ilinden, herhangi bir şehirden farkı
yoktur.”
*
* * * *
“Şehrimizin
insanları pek çok çalışır. Tek hedef, zengin olmaktır. En çok ticaretle
ilgilenir, bu alanda didinirler, kendi deyimleriyle işlerini yürütürler.”
*
* * * *
“Şehrin
eşi bulunmaz bir manzaraya hâkim olduğunu, ışıklı tepelerle çevrili, ön tarafı
güzel çizgilerle çizilmiş bir koya bakan çıplak bir yaylanın ortasında
kurulduğunu da eklemek gerek.
Yalnız, üzülecek nokta, şehrin
bu koya sırtını çevirerek kurulmuş olmasıdır. Öyle ki isteyip aramadan denizi
fark etmeniz mümkün değildir.”
*
* * * *
Şehirde böyle bir salgın neden başlamıştı? Alınan tedbirler
yeterli miydi? Halkın, sağlık personelinin ve idari makamların salgın
karşısındaki duruşu nasıldı? Yoksa salgın bir felakete mi dönüşecekti?
“Ama
felaket her zaman gelip geçmez, insanlar gelip geçer, hele korunma tedbirlerini
almamış oldukları için önce hümanistler!.. Şehrimizin insanları başka yerdekilerden
daha suçlu değillerdi, sadece alçakgönüllü olmayı ihmal etmişlerdi, o kadar;
her şeyin kendileri için mümkün, felaketlerin ise imkânsız olduğunu
düşünüyorlardı. İşler çevirmeye devam ediyorlar, yolculuklara hazırlanıyorlardı,
kendilerine göre fikirler besliyorlardı. Geleceği gidiş-gelişleri, tartışmaları
yok eden bir veba salgınını nereden akıllarına getirebilirlerdi? Kendilerini
hür sanıyorlardı, oysa felaketler var oldukça kimse hür değildir.”
*
* * * *
“Rieux
sonunda valiye telefon etti:
— Alınan tedbirler yetersizdir.
— Sayıları gördüm,
dedi vali, sahiden de insanı endişelendiriyor.
— Artık endişelendirmekten çok, apaçık bir gerçeği belirtiyor, dedi
doktor.”
*
* * * *
“Arabaya
bindiler, Rieux motoru işletti.
— Yarın koruyucu aşıyı yaptırmak için hastaneye gelmelisiniz, dedi.
Fakat bu serüvene atılmadan önce son olarak söyleyeyim, bu işten sağ salim
çıkabilmek için ancak üçte bir şans bulunduğunu kabul etmelisiniz.
— Böyle tahminlerin hiçbir anlamı yok, doktor, bunu siz de benim kadar
bilirsiniz. Yüz yıl önce bir veba salgını İran’da bir şehrin bütün insanlarını
öldürmüş, yalnız işini görmekten bir an geri durmayan ölü yıkayıcı kurtulmuş!”
*
* * * *
“Dünyada
her kötülük, hemen daima bilgisizlikten gelir, bilgiye dayanmayan iyi niyet de
kötülük kadar zararlı olabilir. İnsanlar kötü olmaktan çok iyidirler, fakat ana
sorun bu değildir.”
*
* * * *
Salgın, insanların ruh halini nasıl etkiliyordu? Tüm umutları
tükenmiş miydi? Hastalık yalnız yoksulu, güçsüzü mü hedef almıştı yoksa herkese
eşit mi davranıyordu? Peki ya kayıtsızlık, alışkanlık? Çabalarının karşılığını uzun
süredir alamayan sağlık çalışanları daha ne kadar dayanabileceklerdi?
“Bunu
iyice belirten başka bir şey de, şehir hapishanesinde mahpuslar kadar,
gardiyanların da vebaya karşı borçlarını ödedikleridir. Vebanın yüksekten
bakışları önünde müdüründen en son mahpusuna kadar herkes mahkûmdu. İlk defa
hapishanede tam bir adalet hüküm sürmekteydi.”
*
* * * *
“Rieux
ve dostları o sıralarda ne derece yorgun düştüklerini anlamaya başlıyorlardı.
Gerçekten, sağlık örgütünde çalışanlar artık yorgunluklarını gizleyemez bir
hale gelmişlerdi. Doktor Rieux, kendisi ve dostları üzerinde garip bir
kayıtsızlığın hızla ilerlediğini fark etmeye başlamıştı. Örneğin şimdiye kadar
vebaya dair her türlü habere karşı o kadar aşırı bir düşkünlük gösteren bu
adamlar, artık onunla ilgilenmiyorlardı bile.”
*
* * * *
“— Bu
sözlerinizde samimi misiniz?
Tarrou, omuzlarını
kaldırdı:
— Benim yaşımda bir insan ister istemez samimi olur. Yalan söylemek, çok
yorucu bir şeydir.”
*
* * * *
“—
Olabilir, dedi doktor, fakat size şunu söyleyeyim ki, o ermişlerden çok
mağluplara daha yakın buluyorum kendimi. Galiba kahramanlık ve ermişlikten
fazla bir tad almıyorum ben. Beni en çok ilgilendiren, insan olabilmek.”
*
* * * *
“Hepsinin
kalbinde ancak bir tek, çok eski ve çok kasvetli umuttan başka şeye yer yoktu.
Bu insanların, kendilerini ölüme terk etmelerine engel olan kuvvet, yaşamaya
karşı duyulan inattan ibaretti.”
*
* * * *
Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)
Yazımın başında da belirttiğim gibi kitabın konusu benim için
ilgi çekici değildi. Dolayısıyla kitaba biraz önyargıyla başladım diyebilirim.
Özellikle kitabın ilk kısımlarında ortamın, hastalığın ve hastaların tasviri
“Acaba okumasam mı?” diye düşünmeme sebep oldu. Yazılarımı takip edenler bilirler,
olumsuz durumların, olayların tüm ayrıntılarıyla aktarılmasından pek
hoşlanmıyorum. Hadi o bölümleri okumayayım desem o zaman da kitabın bütününe
haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Neyse ki bu tasvirler kitapta gereği kadar yer almış
– ama okurken ben bunu bilmiyordum ve bir sonraki sayfada beni ne bekliyor diye
tedirginlik içindeydim –. Konu meselesinin dışında – ki bu benden
kaynaklandı – kitaptaki anlatıcı kafamı biraz karıştırdı. Hikâyenin içerisinde
zaman zaman farklı anlatım kişilerine geçilmesi dikkatimin dağılmasına yol
açtı. Belki bu da benden kaynaklanmıştır, bilemiyorum. Bu kitap için iyi bir
okur olamadım galiba.
Peki beğendiğin yönler nelerdi, derseniz… Yazarın gözlem gücünden kaynaklanan
betimlemeleri başarılı buldum. Zaten öyle olmasa bazı bölümleri okumakta
zorlanmazdım diye düşünüyorum. Hastalığın seyri, ev ve sokakların durumu
başarıyla tasvir edilmiş. Yazarın felaketler ve bununla başa çıkmaya çalışan
toplum hakkındaki saptamaları çarpıcı. Halkın, idarecilerin ve sağlık
personelinin olaylar karşısında ve süreç içerisinde sergiledikleri tavrın
aktarımı da beğendiğim unsurlardandı. Jose Saramago’nun “Körlük” kitabını beğendiyseniz
bu kitap da hoşunuza gidecektir sanırım. Sadece salgın bir hastalığın anlatıldığı bir
kitap değil, gerek bireysel gerek toplumsal birçok çözümlemeye açık bir roman.
İyi ki okumuşum, dediğim kitaplardan biri oldu yine.
Camus'nün diğer kitaplarını da okuyan birinin görüşünü merak ediyorsanız "Paullende Okuyor" kitapla ilgili düşüncelerine yer vermiş yazısında: "Albert Camus: Veba". Başta o da önyargıyla yaklaşmış romana; ama sonrasında...
"Yağmur Tozu" yazısında çevirinin kendini zorladığını vurgulamış. Gerçi "Can Yayınları"nı beğenirim ama kitabı farklı bir çeviriden okuduğum için yorum yapamayacağım. Benim okuduğum "Cem Yayınları"na ait Oktay Akbal çevirisi. Yağmur Tozu'nun yazısını okumak isterseniz: "Veba-Albert Camus"
Kitabın detaylı bir incelemesini okumak isteyenlere: "Umudun ve inancın romanı 'Veba'"
"Bir Efsane Roman Veba ve Esin Kaynakları" Öğretim Görevlisi Dr. Fuat Boaycıoğlu'nun araştırma yazısı.
"Yağmur Tozu" yazısında çevirinin kendini zorladığını vurgulamış. Gerçi "Can Yayınları"nı beğenirim ama kitabı farklı bir çeviriden okuduğum için yorum yapamayacağım. Benim okuduğum "Cem Yayınları"na ait Oktay Akbal çevirisi. Yağmur Tozu'nun yazısını okumak isterseniz: "Veba-Albert Camus"
Kitabın detaylı bir incelemesini okumak isteyenlere: "Umudun ve inancın romanı 'Veba'"
"Bir Efsane Roman Veba ve Esin Kaynakları" Öğretim Görevlisi Dr. Fuat Boaycıoğlu'nun araştırma yazısı.
▬ ▬ ▬