DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR (Ece TEMELKURAN)

Dört kadın, dört ayrı hikaye. Yollarının kesiştiği noktada yeni bir hikaye başlıyor. Ece Temelkuran “Düğümlere Üfleyen Kadınlar 

“Birbirlerine zıtlıkları mizaçlarını belirginleştiriyordu.”   
     
                                               * * * * *

“Belli ki dünyayla başa çıkabilen ama kalbiyle baş edemeyen bir kadındı.”

                                               * * * * *

“Hareketleri yavaş gibi görünüyor, ama daha ziyade biz yaştakilerin boşlukları doldurmak için fazladan yaptığı hareketlerden kaçınıyor.”

                                               * * * * *

“İnsan, o da eli iyi gelmişse, hayatta kendini, bir kere bütünüyle görür. Ömrün gerisi ya o sahneye yeniden kavuşmak için geçer ya da ondan kaçmakla.”

                                               * * * * *

“Bakışlarını hiç beğenmiyorum, çünkü ne kastettiğini bir türlü anlayamıyorum.”

                                               * * * * *

“Dışarıdan görünenin aksiydi her şey. Sığınan sığındığını var ediyordu. Korunmaya ihtiyacı var gibi görünen, aslında koruyandan daha kudretliydi.”

                                               * * * * *

“Maryam’in Amira’ya bakan yüzünü gördüm. Amira’nın kıymetini bilmeyen bütün insanları, ama öncelikle gece Gilda ile yatıp sabah Rita ile uyanınca giden erkekleri öldürmek ister gibi bakıyordu.”


                                               * * * * *

“Başka kadınların çaresizliklerine öfkelenen kadınlar muhakkak kendi çaresizliklerine öfkeleniyordur Maryam Hanım.”

                                               * * * * *

“Böyle oluyor işte. Bazen kaldıramayacağım kadar tuhaf olaylar olunca yaşananlar benim başımdan geçmiyormuş da bir film izliyormuşum gibi.”

                                                * * * * *

“Madam Lilla, başında eflatun şifon örtüsü, takmış takıştırmış, arabayı kullanan Eyüp Bey’in yanında. Eski kadınlar bizim gibi eşofmanlı değil, yolculuğa ve yolun ihtimallerine saygı duyuyor.”

                                               * * * * *

“Hanımlar, bu yolculukta öyle hadiseler cereyan edecek ki sersemleyeceksiniz. Sersemlemek iyidir. Zihniniz bulanır, kalbiniz böylece berraklaşır. Yapmanız lazım gelenler ortadan kalkınca, olmanız lazım gelen kadınlar olacaksınız. Etrafınıza bakın. Göreceksiniz ki hayat bizim nefesimizde.”

                                               * * * * *

“Ne ki siz, tanıdım artık sizleri, kendi tercihlerinizi makus talihiniz, kahırlı kaderiniz sanıyorsunuz. Bu yolun kendi tercihiniz olduğunu kabul etmediğiniz için kahraman gibi değil, kurban gibi yürüyorsunuz.”
                                               * * * * *

“Onlar kabul ediyorlar. Sen anladığın için iman ediyorsun”

                                               * * * * *

“Ah! Amira’cığım, şunu o güzel kafalarınıza sokun. Kimse sizi ömürlük almaz. Sizin gibileri kimse almaz. Alanlar da… Muhakkak kendine lüzumundan fazla güveniyordur.”

                                               * * * * *

“Yeteneğiniz yüzünden size ihtimam göstermek, sizi korumak yerine yerle bir etmek isteyecekler. Sizi kıymetsiz olduğunuza inandırmaya çalışacaklar. Buna yenilmemek için sizi bir şeyin, birinin çok sevdiğine inanmanız lazım. Bu yüzden bir tanrıçaya, bir tanrıya inanmalısınız. İnsan kendini durup dururken sevemez. Palavra o işler. İnsan kendini ancak bir tanrı onu severse, birinin onu sevdiğine inanırsa sevebilir. İnanmalısınız yoksa delirirsiniz…”


                                               * * * * *

“Bizim gibiler hep kendi kendini iyileştirmek zorundadır. Kimse gerçekten yardıma ihtiyacımız olduğuna inanmaz.”

                                               * * * * *

“Gönlü kurakları biçeceksin ki kökünden, daha da kimseye zarar veremesinler. Yara açmaları mümkün olmasın bizim gibilerde.”
 
                                               * * * * *

“Güç ve zarafetten kurulu kızlarımı sevebilecek kadar bilge erkeklerin olabileceğine inandır onları.”

                                               * * * * *

“Ben, kurban olmadım. Ben, kalpsiz de olmadım. Bunu söylüyorum zira ekseriyetle kadınlar, kurban olmayan kadınları kalpsiz sanırlar.”

                                               * * * * *

“En büyük avcıları en büyük avcı yapan şey, avın tereddüt ettiği anın kokusunu almalarıdır.”

                                               * * * * *

“Bir  es veriyor, bir iş çevirecek, sessizliğinin iyiye alamet olmadığını biz anlıyoruz ama Amerikalı – haber işini bilip insan işinden hiç anlamayan gariban cevval – coşkuyla devam ediyor gazeteciliğe.”

                                               * * * * *

“Affet diye değil, ama anla diye söylüyorum. Biz vurmayı dokunmak, kırmayı sevmek, öfkelenmeyi inanmak sanan çocuklardık. Ne kadar sevilsek tamir olmayız.”

                                               * * * * *

“İnsanların yüzlerindeki izlerle ilgili soru sormazsanız nezaket gösterdiğinizi değil, yüzlerini görmediğinizi düşünürler.”

                                               * * * * *

“Ortadoğu, insan hayatının kıymetli olmadığı yerdir, diye düşünüyorlar. Değil. Ortadoğu bazı insanların kıymetsiz, bazılarının ise lüzumundan fazla kıymetli olduğu bir yerdir.”

                                               * * * * *

“Beni bekleyen kimse yok ki. ‘Kal’ diyen olmadığına göre ‘Gel’ diyenle gidiyorum ben de.”

                                               * * * * *

“İyi olmak kaderiydi, öyle bir kadındı. Yumuşacık. Var ile yok arası. Varlığı ancak yokluğuyla fark edilen o kadınlar vardır ya.”

                                               * * * * *

“Madam Lilla’nın anlattığı adam bu değildi. Bu adam Madam’ın anlattığı adamın kötü bir müsveddesi bile değildi. Bir altın çakmağı olmuş değil, bir altın çakmak görmüş bir adama bile benzemiyordu.

                                               * * * * *

“Bir yol hikâyesi yazmaya karar verdiğinizde de sonunu muhakkak yol yazar.”
                                      ▬       ▬      ▬


Kitapla ilgili yorumum:
Kitabın adını ilk duyduğumda bende “büyü, nazar…” gibi çağrışımlar uyandırmıştı ve hikâyenin de bu çerçeve etrafında oluştuğunu düşünmüştüm. Bu sebeple kitabı elime ilk aldığımda hemen arka kapağı okudum hikâyenin ne olduğu hakkında bir fikir edinebilmek için. Ancak kitabın konusunun tahmin ettiğimden farklı olduğunu gördüm. Bu kitapta “düğümlere üflemek” , “sorunları çözmek “ olabilirdi belki. Başlığı bırakıp kitabın konusuna gelecek olursak… Kitabın konusunu beğendim mi? Evet. Farklı hikâyeleri olan kadınların yaşamın bir noktasında buluşmaları ve ortak bir hikâyede yol almaları hoşuma gitti.
Yazarın üslubunu beğendim mi? Evet. Özellikle bazı söz ve deyimlerin kullanım tarzının anlatıma zenginlik kattığını düşünüyorum.
Peki bu hikayede bu üslubu beğendim mi? ….. Bu konuda biraz tereddüdüm var. Hikâyenin, kahramanlar ve coğrafyadan ötürü doğulu bir havası olsa da üslup batılı kalmış sanki. Gerçi olayın günümüzde geçmesi ve gazeteci bir kahramanın olması, batılı tarzda deyim ve ifadelerin kullanılması için yeterli gerekçeyi sağlıyor gibi görünse de ben pek sevemedim. Doğu coğrafyasında geçen hikâyelerde galiba daha şiirsel, daha edebi bir dil tercih ediyorum.
Bu kitap için herhangi bir öneride bulunmuyor ve kendiniz için doğru seçimi yapmanız umuduyla okuyup okumama kararını sizlere bırakıyorum.

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ