FATİH İSTANBUL KAPILARINDA (Enver Behnan ŞAPOLYO)

Bir çağın kapanıp yepyeni bir çağın başlaması
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi
Enver Behnan Şapolyo’nun yazmış olduğu “Fatih İstanbul Kapılarında”


Yine meşhur “hazine sandığı”mdan bir kitap. Basım tarihi 1965.


Enver Behnan Şapolyo ismini daha önce duymamıştım. İnternet'te yaptığım araştırmada ünlü bir tarihçi olduğu belirtiliyor; ama anladığım kadarıyla yurt dışında daha tanınmış bir isim. Kim olduğunu merak ediyorsanız “Edebiyat ve Sanat Akademisi”nde “Enver Behnan Şapolyo ve Eserleri” adlı yazı size yardımcı olur kanısındayım.
Kitapta Fatih Sultan Mehmet’in hayatından yola çıkılarak Osmanlı’da devlet yönetimi aktarılıyor. Fatih’in İstanbul’u fethi kitabın ana konusunu teşkil ettiği için Osmanlı’nın teşkilatları devlet yapısı daha bir ön planda. Ama tüm bunlar detaya girmeden, ana hatlarıyla okuru sıkmayacak şekilde anlatılmış. 

“Yukarıda gök mavi, aşağıda yer yemyeşildi. İkisi arasında insanlar mutlu günler yaşıyorlardı. Bu devirde Türk milleti de şanlı günlerinin bahtiyarlığı içindeydi. Çünkü Osmanlı tahtında Koca Murat Gazi oturuyordu. Halk tarafından çok sevildiğinden Koca Murat Gazi diye anılırdı. O kahraman olduğu nisbette, ince ruhlu bir şairdi.”

                                               * * * * *

“Koca Murat Gazi saltanat hırsına kapılmamış bir padişahtı. Müslüman hükümdarlar olsun, imparatorlar tahtlarına dört elle sarıldıkları halde, bu Türk padişahının gözünde saltanat sürmek hevesi yoktu. Tebaası olan Hıristiyanlara fazlasıyla müsamaha gösterirdi. Komşu devletlerle barış halinde yaşamayı gaye edinmişlerdi. Barışçı ve insanlığı seven bir hükümdardı. Bu sebeple vesile buldukça komşu devletlerin elçileriyle sıkı münasebette bulunurdu.”

                                               * * * * *

“Bütün gözler kapıya dikildi. Koca Murat ağır adımlarla vakur bir tavırla salondan içeri girerek tahtına oturdu. Koca Muradın üzerinde, âdet mucibince koyu kırmızı satenden bir esvap, üstünde ise işlemeli saten yeşil renkte kürklü bir cübbe bulunuyordu. Biraz sonra elçinin koltuklarına birer çavuş girdiler. Bu âdet Murat Hüdevendigârın Kosovada şahadetinden sonra konulmuştu. Elçilerin, padişaha suikast yapmasına mâni olmak için iki koluna çavuşlar girmekte idi. Elçiyi bu şekilde hünkârın huzuruna getirdiler.”


Kitapta yer alan resimlerden birkaçı
                                               * * * * *

“Halka Şehzadenin doğduğunu bildirmek üzere kaleden yedi top atıldı. Padişahların kız evladı olursa üç top, erkek olursa yedi top atmak âdetti. Bu suretle Mehmedin doğumu Edirne halkına ilan edildi.”

                                               * * * * *

“Saray âdeti mucibince Padişahlar doğan çocuklarını beşik alayı denilen bir merasimle görebilirdi. Ertesi günü de müneccim başı arkadaşları toplarlar, doğan çocuğun yıldızına bakarak talihini tesbit ederlerdi. Buna (Zaice) adı verilirdi.”

Osmanlı geleneğindeki pek çok âdet kitapta yer alıyor. Kitabı okurken geleneğe bağlılık, büyüklere saygı, dine ve bilime verilen önem dikkatimizi çekiyor. İnsan düşünmeden edemiyor sahip olduğumuz pek çok haslet günümüzde nasıl da değişmeye başladı diye? Kültürümüz, dilimiz, dinimiz, aile yapımızın olumsuz birtakım davranış ve düşüncelerle âdeta istila edilmeye başlandığını düşünürsek bazı şeyleri görmezden gelmek, kulak ardı etmek uzun vadede pek de olumlu sonuçlar doğurmayabilir kanımca. Geçmişin olumlu yönleriyle günümüzün olumlu taraflarını bir araya getirmek ise çözüme giden yolda bir adım olabilir belki.

                                               * * * * *

“— Vezi-i âzâm padişahların vekilidir. Padişah adında devleti idare ederler.
— Nereden idare ederler?
— Divan-ı hümayundan.
— E anne bazı günde aksakallı birtakım adamlar daha geliyor. Babam Vezirlerinden ziyade onlara saygı gösteriyor. Vezirler el etek öpüyorlar, fakat bu aksakallı hoca kavuklular el öpmüyorlar, hem de babam onlara ayağa kalkıyor bunlar kim?
— Bunlar da âlimler, muallimler.
— Bunlara neden saygı gösteriyor?
— Vezirlik bir rütbedir, Padişah arzu ettiğini Vezir yapabilir lakin âlimlik ise rütbe gibi alınmaz. Uzun seneler çok okumakla elde edilir.”

                                               * * * * *

“Türk tasavvufu pek derindir. Bir kitapta da yazılı değildir, bu tasavvufu bilen ve bu emaneti taşıyan pirler vardır. Bunlar çok zeki olan müridlerine bu emaneti ancak devir ederler.
Türk milletinin her devirdeki imanlı ve kudretli olması bu Türk felsefesinden ileri gelmektedir.
Medrese uleması bu Türk felsefesine düşmandırlar.”


İstanbul'un fethi hakkındaki hadis-i şerif

                                               * * * * *

“O zamanlar şehzadelere üç hoca tutulurdu. Biri sanat hocası, biri ilim hocası, birisi de askerlik hocası idi. Her Şehzade muhakkak bir sanat öğrenir, sonra bütün ilimleri de tahsil eder. Bir de askerlik öğrenirdi.”

                                               * * * * *

“Bir talebenin göz önünde tutması lazım gelen üç şey vardır. Derslere muntazaman devam, günü gününe derse çalışmak, hocana sonsuz sevgi saygı göstermektir.”

                                               * * * * *

“Cahil olan adam olamaz, bütün dünyayı idare eden ilimdir. İlimsiz insanlar büyük işler göremezler.”

                                               * * * * *
“Ey Mehmet! Babandan sonra sen han olacaksın, bu geniş ülkelerde yaşayan insanların idaresini eline alacaksın, bunlara mesut gün yaşatmak için elindeki meşale ilim olacaktır. Cehaletle mülk idare olunmaz. İlim her şeyden üstündür. Bu sebeple çok okuyacak çok çalışacaksın.”

                                               * * * * *

“Şehzade Mehmet bu güne kadar hiçbir kızı sevmemişti. Esasen sevmek de aklına gelmiyordu fakat Naturasın kızı Eriniye gönül vermişti. Bu kızda sevilmeyecek bir şey değildi, o kadar masum yüzlü tatlı ve şirin bir kızdı ki, genç Şehzadenin aklını aldı. Fakat Şehzade Mehmet bu kızı nasıl alabilirdi? Bunun bir tek çaresi vardı, İstanbul’u fethetmek ve bu kızı da bir zafer armağanı olarak alıp evlenmekti.”

Yazımın başında verdiğim bağlantıdan Enver Behnan Şapolyu’nun hayat hikâyesini okuduysanız ülkemizin önde gelen tarihçilerinden biri olmadığı dikkatinizden kaçmamıştır. Bunun sebebini bilemiyorum; ama yukarıdaki alıntı hem anlatım tarzı hem aktarım açısından beni de tereddütte bıraktı açıkçası. Kitapta ilginç anekdotlar, tarihi bilgiler var. Özellikle kuşatma ve fetih sahnelerindeki anlatımı canlı buldum, hoşuma gitti. Fakat yukarıdaki bölümde Fatih’in İstanbul’u fethetme sebebinin Bizans tekfurunun kızıyla evlenme arzusuna indirgenmesini yadırgadım açıkçası. Aynı konuyla ilgili bu tarz anlatımlar kitabın birkaç yerinde daha var. Bütüne baktığımda kitabın başındaki bu kısımlar beni çok rahatsız etmese de bu sayfaları okuduktan sonra “Yazar hangi kaynaklardan yararlanmış acaba?”  diye kafamda soru işaretleri oluştu. Ama ne yazık ki kitapta böyle bir kaynakça bulunmuyor. Canım bu zaten “kurgu” diyebilirsiniz. Tarihi konuları ele alan kitaplarda “nasılsa kurgu” diyerek gerçeklerin, doğruların bir yana savrulması ya da farklı şekilde aktarılması pek de hoşuma girmiyor açıkçası.

                                               * * * * *

“İstanbul Doğu Roma İmparatorluğunun merkezi idi. Buraya Yunanlı muhacirler de gelip yerleşmişlerdi. Efsanevi bir şahsiyet olan (Ellinos)sın torunu (İyon)dan dolayı bu kavme Yunan denilmiştir. Fakat Yunanlılar kendilerine (Ellinostan) dolayı (Elen) diyorlardı. Ellinosun torunu (Grekus) İtalyaya göç etmişti. Buna nisbeten Avrupalılar Yunanlılara (Grek) diyorlardı.”

                                               * * * * *

“Şimdi bizlere düşen nedir? Müsrif mirasyediler gibi elimizdeki mülkü çürütecek miyiz? Atalarımızın bize bıraktıklarını mahv mı edeceğiz? Hayır, asla ve katiyen… Bunca fazilet ve meziyetlerle hiçbir yerde mağlup olmamakla kazandığımız nam ve şanı yükseltmeye çalışacağız. Atalarımıza layık olduğumuzu ispat edeceğiz. İzlerinden giderek ruhlarını şad edeceğiz.”

                                               * * * * *
“İmparator Bizanslılara asker yazılmalarını bildirdiği zaman:
— Kaç para aylık vereceksiniz, diyorlardı. Vatan müdafaasını para mukabilinde almak isteyen bir milletin akıbeti kötü olacaktı. Türk askerleri gönüllü olarak askere katılırlarken Bizanslılar ücretli asker yazılmak istiyorlardı. Bizans hazinesinde para yoktu ki, zavallı İmparator bunları para ile tutsa idi. Papazlar ise hala münakaşalarına devam etmekte idi. Hazreti İsanın resmi kiliselere konulmalı mı, konulmamalı mıdır? Bunu düşünüyorlardı, evler harap, sokaklar pislikten geçilmiyordu. Köhne Bizans başına gelecek akıbeti bekliyordu.”



                                               * * * * *

“Fatih Sultan Mehmet Birinci Deniz savaşında Rum ateşiyle yanan gemileri görünce bütün gemileri zırhlı hale getirmişti. Gemilerin etrafını bakırlarla kaplattırmıştı bu da dünyada ilk zırhlı gemiler olmuştu.”

                                               * * * * *

“Bu muharebe sıralarında vaziyeti anlayan birtakım Bizans âlimleri Jüstinyen kütüphanesinde bulunan en kıymetli eserleri alarak sahile geldiler. Orada hazırlanan küçük yelkenli gemilerle Romaya kaçtılar. Bu âlimler Bizans İmparatorlarından ve paşaların cehaletinden nefret etmişlerdi. Bunların elindeki eserler eski Yunan Filozoflarından Sokrat, Aristo, Eflatun’a ait felsefi metinlerdi. Bizans eski çağların bir hafızası halinde idi. İnsanlık tarihinin en büyük eserleri Bizansta kalmış, fakat gençler ilimden ziyade zevk ve günlük politika işleriyle meşgul oluyorlardı. Bu eserleri okuyup anlayamıyorlardı. Eğer bu eserler okunsa idi. Bizans bu hale düşmezdi. Hem de yeni bir medeniyet doğardı, nitekim bu âlimler Romaya gidince Rumcayı İtalyanlara öğrettiler.
Avrupada Rönesans denilen büyük bir devir doğdu. Bugünkü Avrupa medeniyeti meydana geldi.”

                                               * * * * *

“Ulubatlı Hasan tek başına on iki kişi öldürdüğü için bundan sonraki harplerde ‘Bir Türk askeri on iki düşman askerine bedeldir!’ imanı doğdu. Bu inanç hâlâ yaşamaktadır.”

                                               * * * * *

“Konstantin henüz 49 yaşında bulunuyordu. Burada dikkate şayan olan şudur ki, Bizansın ömrü bin iki yüz yıl sürmüştü. Bu şehri ilk kuran Konstantin, sonuncusu da Konstantin olmuştur. İkisinin de annelerinin adı (Eleni) idi.”

                                               * * * * *

“Fatihin düşüncesine göre Türk milletinin menfaatleri, fertlerden üstündü. Milletinin saadeti için kardeşleri bile olsa feda edilecektir, demişti. Türk devletinin sonsuz olarak yaşayabilmesi için milli birliğin muhafaza edilmesi muhakkak lazımdı.”

Kitabın sonunda Fatih’in Kanunnamesi’nden bölümlere de yer verilmiş. Kanunnamenin üç nüshası bulunuyor ve bunlardan biri Viyana Kraliyet Kütüphanesi'nde.
Kanunname ve Osmanlı'da kardeş katliyle ilgili bir kaynak: "Fatih Dönemi Teşkilat Kanunnamesi"



Fatih Sultan Mehmet ile ilgili önerebileceğim bir diğer kitap ise Hüseyin Tekinoğlu'nun "Fetih 1453"

                                               * * * * *

“Fatih boş zamanlarında ise şiir yazardı. O, yüksek ruhlu büyük bir şairdi. Şu şiiri ne güzeldir:




                                               * * * * *

“Rönesans devrinin en önemli ressamlarından (Bellini)yi sarayına davet ederek kendi tablosunu da yaptırdı. Yine bu devrin İtalyan heykeltıraşlarından Melzenanjeli de davet ederek, kendi heykelini yaptırmak istemişti. Fakat Papa buna müsaade etmedi.”
                                             

Bu Haftaki Tercihleriniz

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

ADSIZ ÜLKE (Alain-FOURNİER)

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

DEDE KORKUT HİKAYELERİ

ELA GÖZLÜ PARS CELİLE (Osman BALCIGİL)