EVLİYA ÇELEBİ

Bugün ünlü seyyahlarımızdan Evliya Çelebi ile uzun bir seyahate çıkıyoruz. Bizim seyahatimiz bir nev’i “zaman”da ve “mekân”da yolculuk olacak. Evliya Çelebi’yle birlikte yaşadığı döneme yani 17. yüzyıla uzanacağız. Onunla birlikte pek çok yeri dolaşacağız.
“Seyahatnâme”sinden seçmelerle “Evliya Çelebi”


Elimdeki kitap “İskit Yayınevi”ne ait, 300 sayfalık, 1962 tarihli. Üniversitede okurken “Eski Türk Edebiyatı” dersimizde Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’nden parçaları Osmanlıcasından okumak durumundaydık. Noktalama işaretlerinin neredeyse olmadığı, Arapça ve Farsça tamlamaların bol miktarda bulunduğu metinler pek çoğumuzu zorluyordu. Okumalarımda yardımcı olması amacıyla bu tarz bir kitap arıyordum. Latin harfleriyle yazılmış, ancak sadeleştirilmemiş bir Seyahatnâme metni... Neyse sözü uzatmayayım Mehmed Aksoy ve Server İskit’in derlemiş olduğu bu kitap hem benim hem de arkadaşlarımın oldukça işine yaramıştı. Derslerde okuduğumuz metinlerin bir kısmı bu kitapta da yer alıyordu ve biz Osmanlıca okumalarımızın doğruluğunu bu kitapla bir anlamda teyit etmiş oluyorduk. Hem karşılaştırmalı okuyunca yanlışlarımızı düzeltme imkânımız da oluyordu.
Nereden nereye! Seyahatnâmeyle birlikte ben de üniversite yıllarıma yolculuk yapmış oldum.


Evliya Çelebi’nin hayatı ve eseri hakkında bilgiler, Evliya Çelebi’nin hayat kronolojisi kitabın giriş bölümünde yer almakta. Daha sonra Seyahatnâme’den alınmış kısımlara geçiliyor. Evliya Çelebi’nin anlattıklarıyla ilgili kısa bilgiler ve aktarılan görüşler esere samimi bir hava katmış. Alıntıları genellikle bu bölümlerden seçtim. Elimdeki kitapta “sözlük” diye bir bölüm yer almıyor. Bu oldukça ilgimi çekmişti. Çünkü bugün pek çok kişinin kitaptaki sözcükleri anlaması zor. Ama belki de kitabın basıldığı yıllarda insanlar Arapça-Farsça sözcüklere daha vâkıftı ve bu da anlamalarını kolaylaştırıyordu.


Giriş bölümünde Evliya Çelebi ve eseri hakkında bilgiler verildiğinden söz etmiştim.




Evliya Çelebi'nin hayatı ve eseriyle ilgili ayrıntılı bilgi Türk Tarih Kurumu'nun sitesinde yer almakta. Hatta Seyahatnâme'nin her cildinde nelere yer verildiği de ayrıntılı biçimde aktarılmış. Bakmak isterseniz: "Evliya Çelebi"
Konuyla ilgili daha genel bilgi ise İslâm Ansiklopedisi'nde: "Seyahatnâme"
2011 yılının "Evliya Çelebi" yılı olması sebebiyle Hacettepe Üniversitesi'nden Ülkü Çelik Şavk da Evliya Çelebi'nin farklı yönlerini ele alan güzel bir çalışma hazırlamış: "Sorularla Evliya Çelebi

Evliya Çelebi'nin nüktedan, hoş anlatımıyla farklı diyarlara yolculuk etmek, çeşitli maceralarda ona eşlik etmek, ilginç yöreleri gezip oraların kültürel özelliklerini öğrenmek istiyorsanız "Seyahatnâme"yi okumanızı tavsiye ederim.


“Evliya’nın yazdığı şeyler öyle garip rivayetlerdir ki, hakikat neresinde başlar, rüya ve mübalağa neresinde sona erer belli değildir. Asıl dikkate şayan olan tarafı, en olmayacak şeyleri tatlı tatlı bir rüya gibi anlatabilmesinde ve sizi de peşinden sürükleyip düşündürmeye vakit bulamadan inandırmasındadır. ”

                                               * * * * *

“Sultan Murad, Evliya’dan hoşlanmıştı. ‘Bu kürk sana uzundur, babana gönder. Bizi duadan unutmasın’ diyerek Evliya’ya başka bir kürk hediye eyledi ve kendi eliyle başına bir kalpak giydirdi.”

                                               * * * * *

“Evliya’nın çok kereler olanı değil, düşündüklerini yazdığı muhakkaktır. İfadeleri bu tesiri yapar. Fakat o, bunlara yaşamış kadar saffet ve vecdle inanmıştır.”

                                               * * * * *

“Evliya’nın himmeti hakikaten büyüktür. 150 hamamı bir bir gezip görmek kolay değildir. O, bazı mühim hamamlar hakkında biraz daha tafsilat vermektedir:
Sadece bu hamamlardan Fatih’in yaptırdığı “Çukur hamam” gayet musanna’ ve rûşen (sanatlı ve aydınlık) olduğu gibi diğer hamamlardan da büyüktür. Sade camekânı beş bin adam alır! Yüz on kurnalıdır. Nısfı bölünüp keçecilere tahsis edilmiştir. Bundan biraz küçük hamam, Mahmutpaşa hamamıdır… Lakin cümleden rûşen Haydarpaşa, Süleymaniye, Balde ve Küçükhavuzlu hamamlarıdır. Ayasofya, Sofular, Abbasağa, Tavaşî (hadım) Mehmedağa hamamlarının her şey pak ve temiz olduğundan âyan ve eşraf hamamları sayılır.’”

                                               * * * * *

“ ‘Hezar’, Farsçada ‘bin’ demektir. ‘Hezar fen’ de ‘Bin marifetli kimse’ manasına gelir. Herkesin yapamayacağı şeyleri yapabilen, elinden her iş gelen kimselere de ‘Hezarfen’ denilir. Evliya Çelebi bu tip adamların hal tercümelerini tetkike ve marifetlerini yazmaya meraklıdır.”

                                               * * * * *

“Ahmed Çelebi, Galata kulesinden Üsküdar’da Doğancılar meydanına kadar uçamasa bile böyle cüretli bir tecrübeye kalkması dahi havacılık tarihimizde mühim bir hadisedir. Ne yazık ki devrin padişahı bu cidden şayan-ı takdir tecrübeyi beğenmiş ise de, nedense Hezarfen Ahmed Çelebi’den korkmuş ve onu ta Afrika’da Fizan’a sürmüştür. Tarihlerimizde bu değerli adamdan bahsedilmez. Esasen Evliya Çelebi de orada öldüğünü yazar.”

                                               * * * * *

“On yedinci asırdaki Osmanlı – Türk yaşayışını, eğer Evliya’nın Seyahatnamesi olmasaydı bugünkü kadar yakından tanıyamazdık. Bu bakımdan on yedinci asır, bir Evliya Çelebi’ye malik olmak bakımından diğer asırlardan daha bahtiyardır.”



                                               * * * * *

“Amma mübalağaya olan meylini burada da göstermekten hali kalmadı. Mesela Arap lisanı hakkında şöyle söylüyor:
Lisan-ı din-i mübindir. Cenab-ı Hak cem’i melaikelere lisan-ı Arabı söylemeyi emretmiştir… Öyle vasi bir lisandır ki had-dü payanı yoktur. Bir mana için yetmiş lügati vardır. Nitekim Mekke’nin bu kabilden olarak üç yüz ismi vardır (!). arslan için üç yüzden fazla isim vardır. Fevkalade vasi, beliğ, tumturaklı bir lisan-ı fasihtir… Arabistan gibi bir arz-ı vası’da kavim ve kabilenin had-dü payanı olmadığından lisan-ı Arabî on iki kısımdır…’”

                                               * * * * *

“Şu anlatışa göre o devirde Kâğıthane’deki safa hakikaten görülmeye değerdi. Evliya biraz sonra o zamanın hokkabazlarını saymaktadır ki oyuncu nevilerinin çokluğu hakikaten insanı hayrete düşürür:
Her gün, her meydanda hokkabaz, ateşbaz, sihirbaz, zorbaz, resenbaz, perendebaz, kasebaz, kumarbaz, ayı, maymun, himar, köpekbazlarla kuklabaz, şebbaz, matrakbaz, şimşirbaz, mührebaz, tasbaz… Hâsılı üç yüz altmışı mütecaviz pehlivanlar (pehlivan, burada canbaz manasındadır) cem olup… Kâğıthane nehrinde niceleri de şinaverlik ederlerdi (yüzerlerdi). Bu cemiyet-i urefa hiçbir tarihte olmamıştır.’”

                                               * * * * *

“Bitlis’teki hanlık kütüphanesinin o zamana göre havsalaya sığmayacak derecede kıymetli eserlerle dolu olmasına bakılırsa Şeref Han’lar sülalesi Doğu Anadolu’da yaşadıkları asra göre küçük bir irfan merkezi kurmuşlardır denilebilir. Mesela bilahare yağmaya uğrayan bu zengin kütüphaneden, Abdal Han’ın Türkçeye çevirttiği (Mecmua-tüs sanayi) adlı ve o zamana göre birçok güzel sanatların sırlarını ve teknik tariflerini anlatan kitabı sonraları Viyana kütüphanesine geçmiştir.”

                                               * * * * *

“Evliyamız, İran illerinde dolaştığı sırada Kâşan şehrine de uğramıştı. Bu şehrin ve kalesinin bütün evsafını yazdıktan sonra akrepleri hakkında şu malumatı vermektedir:
Bu şehirde akrep çok olmakla bazıları Şehr-i Gezdüm (Akrep Şehri) diye yad etmişlerdir. Öyle akrep olur ki her biri güya, bahr-i Rum’da olan yengeç hayvanı kadar olur. kuyruğunu kec kılup (çarpık yapıp) zeminde olan haşeratı saydetmeye gittikte keler gibi seğirdüp şikari avlar. Katırı tırnağından, deveyi tabanından soksa aman ve zaman vermez, helak eder.’

                                               * * * * *
“Vakıa Evliya zamanında cesurdur ama kalabalığı ve tehlikeyi görünce de lüzumsuz kabadayılık yapmaz. Mademki hayatı tehlikede.. kaçmakta bir mahzur görmez.”
                                  ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ