OKUMA SERÜVENİ (Ümit AKTAŞ)


Okumak, sizin için de bir serüven mi? İnanılmaz maceralara koştuğunuz, yeni yerler keşfedip farklı insanlarla tanıştığınız. Bazen sayfayı çevirince inanılmaz bir manzarayla karşılaşırsınız; daha önce hiç gitmediğiniz, görmediğiniz hatta belki de göremeyeceğiniz. Sayfaların arasında bir kahramanla da karşılaşabilirsiniz; olağanüstü güçleri olan, sizi bambaşka diyarlara sürükleyen. Belki de kendinizle karşılaşırsınız sayfanın birinde; ya da en yakın arkadaşınız, sırdaşınız, dostunuzla. Hangi sayfada kimle, neyle karşılaşacağımızı bilemesek de okumak serüvendir çoğu zaman.
Ümit Aktaş da “Okuma Serüveni” adlı kitabında, kendi okuma yolculuğunu aktarmış bize. Kitabın başlığını ilk gördüğümde “Okuma Zekâsı” adlı kitaba benzediğini düşünmüştüm. Tanıtım yazısını okuduğumda iş biraz değişti. Kitabı okumaya başlayınca yanıldığımı anladım.


Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm yazarın okuma macerasını, okuduğu kitapları anlatıyor bize; hayatından izleri yine bu bölümde görebiliyoruz. Otobiyografik bir anlatım söz konusu bu bölümde. İkinci bölüm ise yazarın felsefe okumalarından hazırlamış olduğu tamamıyla “felsefe” üzerine bir bölüm. Ümit Aktaş kimdir, kitapta sıralama nasıl yapılmış diyenler için kitaptan fotoğrafladığım bölümler yardımcı olacaktır sanırım.



“Okumak uzun bir yolculuktur. Bir kez bu yolculuğa başlayan biri için, artık kimlerle ve hangi serüvenlerle karşılaşacağı öngörülemez. Kitaplar… gizem ve mucize anlatıları, yalanlar ve hakikatler. Zaman akıp gitmekte ve hayatımız tükenmektedir. Okumak bu hayatı, salt seyircisi olduğumuz, akışını izlediğimiz, şu veya bu hedeflere koşulduğumuz ve çoğu kez tükenmesini beklediğimiz ve artık telafi etme şansına sahip olmadığımız hayatımızı yoğunlaştırır. Edilgenliği bükerek hayatın karşısında bir seyirci olmaktan bizi kurtarır.”

                                               * * * * *

“Bilmek özgürleştirir hem, hem de sorumlu kılar. Ama insan da ancak sorumlu olduğu ölçüsünde insandır.”

                                               * * * * *

“Kendini yorucu bir çaba için hazırlamamış olan okuyucu ise eline aldığı kitabın bir su gibi akıcı olmasını, zahmetsizce tüketilmesini yeğlemektedir. Bir avcı olmayı değil bir av olmayı tercih ettiği ölçüsünde ise okumalar, tıpkı oyun oynamak ya da TV seyretmek gibi salt zaman tüketmeye ayarlı, amaçsız bir uğraştan öteye gidemeyecektir.”

                                               * * * * *

“İşte bu kitap da, bir yandan ‘ne okumalı’, ‘nasıl okumalı’ gibi soruları cevaplamak yanında, bir yandan da bizzat bir okuma serüveninin anlatısı olarak, hem okuyucuya bir ışık tutmak, hem bir dönem Türkiye’si hakkında bilgilendirmek, hem de bu okuma serüvenini bir felsefi serüvenle besleyerek evrensel bir mahiyete dönüştürmek gibi birkaç ağır amacı bir biyografi üslubuyla sunmaktadır.”

                                               * * * * *

“Okuma serüvenim, küçük, tek sınıflı bir okulu olan Arpayazı köyünde başladı. Kışların neredeyse tek mevsim olduğu, dünyayla bağlantısı ise Philips marka pilli bir radyo ve aylar boyu kapalı kalan toprak bir yoldan ibaret olan küçük bir dağ köyünde, kitaplığında klasiklere varıncaya değin birçok kitabın bulunduğu, beş çocuk babası bir ilkokul öğretmeninin ilk çocuğu olarak dünyaya gelmekle ne denli şanslı olduğumu ancak yıllar sonra anlayabilecektim.”

                                               * * * * *

“Yıllar sonra, Tennesse Williams’dan insanın evini, mekânını kendi yüreğinde kurması gerektiğini okuduğumda, sanki kendi düşüncelerimin karşılığını bulmuştum.”

                                               * * * * *

“Aziz Nesin gerçekte bu toplumun bir aynasıydı. Başarısının sırrı da burada gizli. O, toplumun, okumayı sevmeyen, cahil, bu yüzden de bir yığın aptallıklar yapan toplumun yüzüne bir ayna tutmakta ve işte bu sensin, demekteydi. Halk ise, her canlı gibi kendinden söz edilmesinden elbette hoşlanmakta; velev ki aptallıkları da anlatılsa. Tıpkı Cemil Meriç’in Horatius’dan alıntıladığı gibi: ‘Ne gülüyorsun, bu anlatılan senin hikâyen.’”

                                               * * * * *

“Hatta bu kanı, Umberto Eco’nun ‘Gülün Adı’ adlı romanı gibi bazı önemli kitapları, çok sattıkları için okumama engel olsa da, medyanın parlattığı yıldızlara karşı ihtiyatlı tutumumu bugün de sürdürmekteyim. Tabii bununla bağlantılı olarak kendilerini reklam, medyatik ayak oyunları ve paslaşmalarla zirveye yükseltmeye çalışanlar da, bende hep tiksinti uyandırmıştır.”

Kitapta Aziz Nesin, Umberto Eco gibi bazı yazarlar hakkındaki “keskin” anlatımlar dikkatimi çekti. Keza din, toplumsal yaşam gibi ülkemizle ilgili farklı konuları kendi penceresinden aktaran yazarın söyleminden kimi zaman rahatsız olduğumu itiraf etmem gerekir. Ama satır aralarına gizlenmiş duyarlı ifadeler, keskin diyebileceğim bu söylemi göz ardı etmeme yardımcı oldu ve böylelikle kitaba devam edebildim. Özellikle 98. sayfada, bu tutuma sebep olan öğeleri daha rahat görebiliyorsunuz.

Ümit Aktaş’ın biyografisini okuduğumda gazetelerde araştırma ve düşünce yazıları yazdığını öğrendim. Gazete yazılarında beni rahatsız etmeyeceğini düşündüğüm bu sert üslup özellikle bu kitap için beni pek de memnun etmedi açıkçası. Ama bununla birlikte farklı bakış açıları elde ettiğim de inkâr edilemez.

Kitabın ikinci bölümü tamamen felsefeye ayrılmış. Yazarın felsefe okumalarından elde ettiği kazanımları okurla paylaşması hoşuma gitti; ama “felsefe” konusunda yazarın bilgi ve donanımına sahip olmadığım için bu bölümü okumakta biraz zorlandım.

“Okuma Serüveni”ni okuduğum için memnunum. Kimi zaman ılımlı kimi zaman sert bir üslup sizi rahatsız etmeyecekse; felsefeden hoşlanıyorsanız, farklı okumalara açıksanız Ümit Aktaş’ın okuma serüvenine katılmakta gecikmeyin derim.
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim kitap kendi içinde “BÖLÜM 1”, “BÖLÜM 2” ya da “KİTAP 1”, “KİTAP 2” şeklinde ayrılsa belki daha iyi olabilir. Naçizane bir öneri.

                                               * * * * *

“Bir yandan ise hayatım boyunca hep bir dağlı olmanın sıkıntı ve tedirginliği içinde yaşadım; ürkek, kuşkulu, heyecanlı ve insanlara karşı temkinli olarak. Dolayısıyla bu, yaşıtlarımla da arama bir mesafe sokuyor, arkadaşlık gruplarının oyunların genelde dışında kalıyordum. Ne eşraf-bürokrat çocukları gibi seçkin ne de esnaf-köylü-işçi çocukları gibi kaba saba ve kavgacıydım. Hiçbir yere aittim. Köklerim, toprağım ve iklimim yoktu.”

                                               * * * * *

“Yüreğimize her gün yüzlerce tohum ekiliyor ve bunların birçoğu ya unutkanlık, ya özensizlik ya da dikkatsizlikten ötürü günyüzüne çıkamadan çürüyüp yitiyorlardı. Açıktır ki hiçbir çocuk mürit, ebeveynler ise mürşit değildir. Hiçbir çocuğun büyümesi bir program çerçevesinde gelişmez; kişilik, rastlantı ve yeteneklere bağımlıdır bu büyüme. Allah’tan ki birçok adımın telafisi mümkündür. Telafisi mümkün olmayan tek şey ise yiten zamandır.”

                                               * * * * *

“Belki de ülkemizde sürdürülen eğitim tarzının oluşturduğu şu öğrenci psikolojisiyle, yani dersleri salt bir sınıf geçme ödevi olarak algılamak nedeniyle, öğrenmenin temel anlamına karşı hep duyarsız ya da dirençliydik.”

                                               * * * * *

“İbn-i Teymiyye’ye bakacak olursanız mantık öğretimi bile yararsızdır. Çünkü bir insan ya mantıklıdır ya da değildir. Şayet değilse öğretemezsiniz, mantıklı ise öğretmenize gerek yoktur.”

                                               * * * * *

“Babamın öğrenim gördüğü Köy Enstitüleri, belki de, çevrelerinde koparılan onca yaygaraya rağmen, daha sonraki yılların hiçbir somut hedefi, yönü, kültürel, dinsel veya ideolojik misyonu olmayan eğitim kurum ve politikalarından çok daha sorumlu ve nitelikli kurumlardır.”

                                               * * * * *

“Hayat, insanların hoyratça birbirlerini ezmeye çalıştığı bir yarışma gibiydi; hiçbir neden olmaksızın karşısındakini küçümseyen, ezmeye çalışan insanlar, belki de bundan tuhaf bir zevk almaktaydılar.”

                                               * * * * *

“Türkiye’deki geleneksel kurumlar da, medreseden üniversiteye, tarikatlardan kütüphanelere kadar okumayı özendirmekten kaçınmaktadırlar. Nitekim üniversiteyi bitirirken sınıf arkadaşlarım arasında yaptığım bir mülakatta, öğrencilerin çoğunun o güne değin ders kitapları dışında bir kitap okumadığına esefle şahit olmuştum.”

                                               * * * * *

“Şiir’i sevmeyen ya da şiirden, modern resimden anlamayan kimi okuyucularla, hatta yazarlarla karşılaşmıştım. Bu, elbette benim açımdan anlaşılmayacak bir şeydi. Ama daha da anlaşılmaz olanı, insanları gözümde neredeyse birer aptala, kocaman bir bebeğe dönüştüren, ileri yaşlardaki okuyucuların Milan Kundera, Woody Allen, Stephan King, Isaac Asimov, Stephen Hawking, Paulo Coelho, Aziz Nesin gibi yazarları okumalarıydı.”

                                               * * * * *

“Sanat, Ali İzzet Begoviç’in çok önemli eseri olan Doğu ve Batı Arasında İslam’da da belirttiği gibi, dinle aynı kaynaktan, insanın tanrısal duyarlılığa olan yakınlığından beslenmekteydi.”

                                               * * * * *

“Duygusal tınıların ötesinde bilimsel, sorgulayıcı, eleştirel bir tarih geleneğimiz yoktu. Belki bir tarihimiz, bir tarih bilincimiz de yoktu. Sadece bir övünç, bir yüceltme ve bir suçlama çabamız vardı.”

                                               * * * * *

“Beri yandan adlarını burada zikretmediğim, nitelik düzeyi düşük birçok başka eseri de okumadım değil. Ancak çoğu yazar veya kitap kalıcı ve derinlikli bir bakış açısı ve ufkundan o denli uzaktadır ki, neticede bir kitap okumuş oluyordunuz, ardında hiçbir iz ve tortu bırakmayan.”

                                               * * * * *

“Söylemler değil eylemlerdir insanın nihai seçimlerini ve kişiliğini ele veren. Söylemler ise daha çok bu somut kişiliğin gizlenmesi, maskelenmesi ve saptırılmasıdır. Kaçıştır. Oysa insan Tanrı önünde çırılçıplaktır.”
                                  ▬    ▬      ▬

Bu Haftaki Tercihleriniz

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

kitap performans ödevi

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

ADSIZ ÜLKE (Alain-FOURNİER)

ELA GÖZLÜ PARS CELİLE (Osman BALCIGİL)