OSMANLI MUTFAĞI (Tuğrul ŞAVKAY)
Ramazan Bayramı’nın bu son gününde öncelikle hepinizin bayramını
en içten dileklerimle kutluyorum. İftar sofralarının yerini bayram sofralarına
bıraktığı bu günler için seçtiğim kitap: “Osmanlı Mutfağı”. “Fast Food”
kültürünün tüm dünyayı sardığı günümüzde “Dünya Mutfağı” dolayısıyla “Osmanlı
Mutfağı” otel, restoran gibi belli mekânlarda ya da festival ve
fuarlarda yer buluyor genellikle.
Başta kitabı okuma konusunda kararsız kalmıştım. Ancak kitapta “Tuğrul
Şavkay” adını görünce işler değişti. “Mutfak kültürü” konusunda epey bilgi
sahibi olan Şavkay, kitabı okuma kararımı olumlu yönde etkiledi.
Eğer
bu ismi daha önce duymadıysanız ve kim olduğunu merak ediyorsanız sitesini ziyaret edebilirsiniz: Tuğrul Şavkay
“Lezzet”
dergisinin kendisiyle yaptığı röportajı okumak isterseniz: Söyleşi: TuğrulŞavkay
“Osmanlı İmparatorluğu’nun 700. , Türkiye
Cumhuriyetinin 76. , bankamızın 46. kuruluş yılında sizlere bir kültür hizmeti
olarak hazırlatılan, üç kıtada döneminin en uzun süreli gücü Osmanlı İmparatorluğu’nun
eşsiz kültürel mirası ‘Osmanlı Mutfağı’nı anlatan bu yapıtı sunmaktan onur
duyuyorum. (SUNUŞ / Dr. Hasan Basri GÖKTAN – Genel Müdür)”
*
* * * *
Tuğrul Şavkay, kitabın giriş bölümünde, gündelik hayat ve
yemeklerle ilgili olarak yararlandığı kaynaklar hakkında bilgi vermiş. Kitabın yazılış
amacı yine bu bölümde belirtiliyor.
“Bu
kitap, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunun 700. yılı kutlamaları dolayısıyla
hazırlandı.
Amaç, bir cihan
imparatorluğu kurmuş olan atalarımızın mutfak anlayışlarını bugünün kuşaklarına
aktarmaktı. Kitabın amacına ulaşacağını umarım. Bunun için mümkün olan en iyi
kaynaklara başvurmaya çalıştım. O günün anlayışını, olabildiğince tarafsız bir
biçimde, günümüze taşımaya çalıştım. Bunu yaparken en fazla dikkat ettiğim
nokta, bugünün değer yargıları ile o günün insanlarını yargılamamaya özen
göstermek oldu. (Öndeyiş / Tuğrul Şavkay, İstanbul, Eylül 1999) ”
*
* * * *
“Osmanlı
mutfağı diye bir deyim kullanıyorsak bunun anlamı, ancak başkent İstanbul’da
en seçkin biçimini alan, İmparatorluğun bütün halklarının mutfak geleneklerine
açık, buna karşılık Türk kültürünün ağır bastığı, aynı zamanda tarihten gelen
köklü mirası da barındıran bir Ortadoğu mutfağı uygulamasından başka bir şey
olamaz. (Giriş)”
*
* * * *
Kitabı iki bölümde ele alabiliriz. İlk bölümde göçebe Türklerin
ve o dönemde Anadolu’nun mutfak kültüründen başlayarak “mutfağın tarihi”
anlatılıyor. Ben de alıntıları yaparken bu dönemlerin hepsini başlık olarak
belirttim. İkinci bölümde ise yiyecek ve içecekler çeşitli başlıklar altında
toplanmış. Her bir başlık hakkında önce kısaca bilgi verilip ardından yemek
tariflerine geçilmiş. Hazırlaması kolay olanların yanı sıra “Osmanlı”nın
ağırlığına yaraşır tarifler de var. Fotoğraflar ise anlatılanlara renk katmakta.
Bugünkü
yazımda tarihe göz atacağız. Diğer ikisinde (çorbadan hamur işine, sebze yemeklerinden hoşaflara) ise yemek çeşitleri ön planda olacak. Bir
iki tane dışında, o da fikir olsun diye, yemek tariflerine yer vermedim. Çünkü tariflerin
orijinallerinde ölçü belirtilmemiş. Eski Türk mutfağı alanında usta şef Aydın
Yılmaz’dan yardım alınarak tarifler günümüzün damak tadına uygun bir şekilde
yeniden yorumlanmış.
Sözü daha fazla uzatmadan kitabımıza geçelim.
Anadolu’ya Göç Öncesi Türk Mutfağı
“Hayvancılığın
yaygın olmasının bir başka önemli sonucu da, Türkler’in tarihin o dönemlerinden
bu yana süt ve süt ürünlerine yakınlığıdır. Ünlü Amerikalı yemek tarihçisi Reay
Tannahill, Food In History / Tarihte
Yiyecek adlı kitabında, Türkler’in adını vermeksizin peyniri büyük
olasılıkla Orta Asya göçerlerine borçlu olduğumuzu söyler.”
*
* * * *
“Süt
ürünlerinden Türk mutfağı içinde büyük önem taşıyan bir diğeri de yoğurttur.
Yoğurt, aslına yalnızca Türkler’in değil, Asya’da hayvancılıkla uğraşmış hemen
bütün budunların ortak yiyeceği olarak göze çarpar. Nitekim ünlü hekim
Hippokrat’ın notlarından, Anadolu’da yaşayan İskitler’in yoğurt yaptığını
biliyoruz. Burada güncel anlamda önemli olan, yoğurdun kültürel sürekliliğinin
özellikle Türk mutfağında görülmesidir. Yoğurdun bu ölçüde yaygın kullanıldığı,
tek başına yenmesinin ötesinde yemeklere çeşitli biçimlerde katılarak
kullanılmış olması da yalnızca Türkler’e özgüdür.”
*
* * * *
Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş Döneminde Anadolu Türk Mutfağı
“Yemeklerin,
padişah dışında, her dört kişi için bir tabakta ortaya konması, yalnızca
Osmanlılar’da değil, o dönemde bütün Avrupa’da kabul görmüş bir alışkanlık idi.
Bu anlayışa göre, sofranın onur konuğu dışında – ki ona hep tek kişilik
hazırlanırdı -, en az iki kişiye, ama genellikle dört kişiye ortak bir yemek
tabağı çıkarılırdı. ‘Kuver’ sözcüğünün anlamı da burada gizlidir.”
*
* * * *
Fatih Dönemi
“Fatih
dönemi yemekleri ile ilgili en önemli bilgi, bize o sıralar büyük bir özenle
tutulan ve hemen hiçbir ayrıntıyı atlamayan mutfak defterlerinden gelmekte.
Matbahı Amire defteri olarak anılan bu kayıtlarda genellikle saraya alınan
yiyeceklerin miktarları yazılmaktaydı. Bunlar yemekler açısından ayrıntıları
içermezse de satın alınan yiyeceklerin bilinmesi bile başlı başına bir bilgi
hazinesi sayılır.”
* * * * *
“Fatih
döneminde günde iki öğün yenmektedir. Bu alışkanlık İstanbul’un alınışından
yirminci yüzyılın başına kadar hemen hiç değişmeden süregitmiş görünüyor.
Bunlar sabah ve akşam yemekleridir. Ancak, sabah yemeği bugünkü kahvaltıdan çok
farklı. Bu, kahvaltıdan çok daha doyurucu ve tok tutucu bir sabah öğününe
benziyor. Sabah yemeğinin insanı akşama kadar tok tutucu olduğu düşünülmeli.
Çünkü ikinci öğün olan akşam yemeği, ancak ikindi namazından sonra yenmekte.”
*
* * * *
Kanuni Dönemi
“Yere
oturmaları âdet olduğu gibi, yemeklerini de yerde yerler. Halılar kirlenmesin
diye sofra örtüsü olarak yere at derisinden veya at derisine benzer kalın ve
renkli bir sahtiyan sererler. Peçete ödevi görmek için de, dört kenarından
dizlerin üstüne çekilebilecek kadar geniş bir bezi, derinin üzerine yayarlar.
Komünyonlarda kilisede yapıldığı gibi. Yere serilen deriye ‘sofra’ derler. O
memlekette, bir senyörün sofrasına dahi meyve, bıçak, tuzluk, tabak konmaz.”
*
* * * *
“Nedense
bardak konusu da İspanyollar’ın ilgisini çeker. Sinan Paşa’nın ne tür bardak
kullandığı sorusuna verilen karşılık ‘Senyörlerin en çok kullandıkları porselen
bardaklardır’ yolundadır. Bunun nedeni ise, zehrin bardağı çatlatıp kendini
belli ettiği yolundaki inançtır.”
*
* * * *
Son Dönem
“Osmanlı
İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda başlayıp Tanzimat’la birlikte hızlanan Batı’ya
yaklaşma süreci, yiyecek içecek alanında da etkisini gösterir. Ancak, bu
gelişme, siyasi gelişmelerden çok daha yavaş oluştu. Ne de olsa insanlar yiyip
içme konusunda her yerde ve her zaman siyasette olduğundan daha tutucular.”
*
* * * *
“Dönemle
ilgili bir hoşluk da, çiçekler ve sebzelere yüklenen bazı duygusal anlamlar. Bu
eski bir doğu geleneğidir. Özellikle kadın erkek ilişkilerinin saklı gizli
olması, deyim yerindeyse, bu tür ‘şifreli’ haberleşmeyi bir ölçüde zorunlu
kılmışa benziyor. Tümü uyaklı olan bu sözlerin şiirsel bir havası var. Burada
başvurulan kaynak, 1887 tarihlidir. Ama bunun daha eski bir geleneğin uzantısı
olduğunu söylemek aşırı bir sav olmasa gerek.”
*
* * * *
“Yine
yazarımız, Abdülaziz Bey o dönemdeki Ramazan hazırlıklarını anlatmakta: ‘Bütün
İslam dünyasında ve Osmanlı ülkesinde Ramazan ayına çok önem verilirdi. İki üç
ay kala her evde hazırlık ve tedarik başlar. Halk sair günlere ait erzak ve ev
ihtiyaçlarına ek olarak, imkanları nisbetinde, reçeller, sucuk veya pastırma,
zeytin, peynirler, şerbetlik şekerler, şuruplar, kafi miktarda şeker ve
hoşaflıklar, güllaç, çorbalıklar alır, ayrıca hanedeki sahan, tencere, sini
gibi bakır kapların hepsi kalaylanır…”
* * * *
*
“Leyla
Saz’ın anılarında önemi bir tarih de çatalın Osmanlı Sarayı’nda kullanılmaya
başlanmasına ilişkin olanı. Saz, bunun Hicri 1276 (Miladi 1860) yılında
olduğunu belirtiyor ‘(bu tarihten) sonra çatal kullanılmaya ve sofralarda masa
üstüne konulmaya başlandı’ diyor.
▬ ▬ ▬