SEVGİDEN ÖTE SÜREKLİ ÖLÜM (Gabriel Garcia MARQUEZ)
Bir Gabriel Garcia Marquez, nam-ı diğer “Gabo”, kitabı: Sevgiden
Öte Sürekli Ölüm. Nereden başlasam, nasıl anlatsam bilemiyorum. Yazmaya devam
ettiğim müddetçe muhtemelen devamı gelecek, kitap kendini size anlatacak diye
umuyorum.
Elimdeki baskı Cem yayınevi’ne ait. Kitap 246 sayfa ve 17 hikâyeden oluşuyor. Tüm Gabo anlatılarında olduğu gibi yine masal, hayal,
efsanelerin büyülü dünyası ön planda. Her bir anlatı diğerinden bağımsız gibi
görünse de kullanılan bir isim, anlatılan bir olay, tasvir edilen bir nesne,
mekân ya da kişi bizi diğer öykülere – hatta Gabo’nun diğer kitaplarına –
bağlayıveriyor. Ben bu yeri, kişiyi vs. nereden hatırlıyorum sorusu hep
zihnimizin bir köşesinde. Hikâyelerin ilginç isimleri daha okumaya başlarken
kafamızda sorularla bizi de anlatıya dâhil ediyor.
İlk öykü, “Nabo, Melekleri Bekleten Zenci”. Bu başlığı okuyup da burada
ne anlatılıyor acaba, diye düşünmemek mümkün mü? Hikâyeler deseniz başlıktan
daha ilginç. Örneğin ilk bu ilk anlatıda at teptiği için ahırda yatan Nabo ile
karşılaşıyoruz. Nabo ne zamandır orada, hâlâ hayatta mı; hayattayken hayal mi
görüyor yoksa hayal oldu da “hayattayım” mı zannediyor? Ne oldu, kafanız mı
karıştı? Gabo okumalarında ne olduğunu anlamaya çalışmak yerine sadece anlatıyı
takip etmek daha uygun galiba.
“Nabo
yine adama baktı. «Beni bir at tepti,» dedi. Adam: «Yüzyıllardır aynı şeyi
söylüyorsun, oysa koroda biz seni bekliyoruz,» dedi. Nabo yine başını salladı,
yaralı alnını yine samanlara gömdü ve birdenbire her şeyin nasıl olduğunu
hatırlar gibi oldu. «İlk defa bir atın kuyruğunu taramağa kalkışmıştım,» dedi.
Adam dedi ki: «Koroda bizimle birlikte şarkı söyleyebilesin diye biz her şeyin
böyle olmasını istedik.» Nabo: «O tarağı satın almamalıydım,» dedi. Adam:
«Tarağı nasıl olsa bulacaktın. Tarağı bulmana ve atların kuyruğunu taramana biz
karar verdik,» dedi. Adam hâlâ son derece sakindi, sabrından hiç kaybetmeden
devam etti: «Hayvanın arkasında durdun, o da seni tepti işte. Ancak böyle bize
koroya gelebilirdin.»”
*
* * * *
İkinci anlatımızın ismi, “Isabel’in Maconda’da Yağmuru İzlerken
Kendisiyle Konuşması”. Zaman üzerine bir hikâye. Mayıs ayındaki yağmurlu ve
fırtınalı birkaç günün başarılı bir tasviri ve tüm olanların hamile bir kadında
bıraktığı izlenimler.
“Yağmur
bizi sersemleştirmiş, uyuşturmuş, elimizi ayağımızı bağlamıştı, sanki gönüllü
bir katlanma duygusu içinde doğanın çöküşüyle karşı karşıya kalmıştık. Akşama
kadar yerinden tek kımıldayan, bahçedeki inek oldu. Birdenbire derinlerden
gelen bir gümbürtü hayvanın iç organlarını sarstı, tırnakları daha büyük bir
ağırlık altında çamura battı. Arkasından yarım saat kadar cansız bir yaratık
gibi hiç kıpırdamadan durdu, ama yere düşemiyordu, hayatta kalma alışkanlığı,
yağmurun altında aynı biçimde beklemek alışkanlığı yere yıkılmasına engel
oluyor, hayvan sanki alışkanlıklarının bedeninden daha güçsüz düşmesini
bekliyordu.”
*
* * * *
“O Günlerden Birinde” adlı hikâyede diplomasız bir diş hekimi ve diş çekimine
gelen bir belediye başkanı. Dört sayfalık kısa bir diş çekim hikâyesi.
“Bu
Kasabada Hırsız Olmaz”da bir bilardo salonu hırsızlığı söz konusu.
Damaso salondan üç bilardo topu çalıyor, bir de kayıp 200 peso söz konusu.
Suçluluk duygusuyla kıvranan Damaso neler hissediyor, suçunu itiraf edecek mi?
“Kız:
«Bilardo salonuna hırsızlar girmiş, her şeyi çalmışlar,» dedi.
Olayı bütün ayrıntılarıyla biliyor görünüyordu. Bilardo salonunu nasıl
boşalttıklarını inceden inceye anlattı, bilardo masasını bile sürükleye
sürükleye götürdüklerini söyledi. Öyle inandırıcı konuşuyordu ki, Damaso bütün
bunların gerçek olmadığını hatırlamakta zorluk çekti.”
*
* * * *
“Kasabada
konuşulan tek konu buydu. Ana olayın ayrıntılarını birbiriyle çelişen değişik
biçimlerde öğrendi.”
*
* * * *
“Damaso,
büyük bir hevesle çabucak tasarladıklarını aynı hevesle çabucak unutma erdemine
sahip kişilerdendi.”
*
* * * *
“Dul Montiel”. Hikâyemiz kasabalı tarafından hiç de sevilmeyen
Don Jose Montiel’in cenaze töreniyle başlıyor. 62 yaşında dul kalan eşi, Montiel’in ölümünden oldukça üzüntülü. Onsuz bir hayatın nasıl olduğunu bilemediği
için eşi ölünce kendini tabir-i caizse “sudan çıkmış balık” gibi hissediyor Dul
Montiel.
Peki,
Don Jose Montiel’in kasabada sevilmemesinin nedeni neydi? Bu kadar hızlı zengin
olmasının? Yoksa belediye başkanının ajanı mıydı? Kişinin insanlığını anlamak
için eline güç, para, yetki vermek mi gerekiyordu acaba?
“Onun
ölü numarası yapmadığına bütün kasabayı inandırmak için önce tabut kapağının
kapatılıp vidalarla sıkıştırılması, sonra da muhteşem aile kabrindeki yerine
konup kilitlenmesi gerekiyordu.”
* * * *
*
“Yirmi
yaşındayken ailesinin isteği üzerine kendisini ancak on metreden görmesine izin
verilen yegâne talibiyle evlendirilen batıl inançların kurbanı olmuş bu hassas
kadın, gerçek dünya ile hiçbir zaman doğrudan doğruya yüzleşmemişti. Kocasının
cenazesi evden kaldırıldıktan üç gün sonra artık kendi kendini savunmak zorunda
olduğunu gözyaşları içinde kavradıysa da yeni yaşamına verecek yön bulamadı. En
baştan başlamak zorundaydı.”
*
* * * *
“Cumartesiden Sonraki Günlerden Biri” adlı hikâyede bir başka
dul karşımıza çıkıyor bu sefer. Dul Senora Rebeca. Parçalanan sineklikler, ölü
kuşlar; zarara uğramış bir kadın.
“Peder
beş dakikadan fazla kalmadı. Sonra Rebeca bu karşılaşmayı kendisinin kısa
kestiği görüşündeydi. Oysa bu karşılaşmayı kısa kesen aslında Aziz Pederdi. Dul
hanım eğer o sırada hafızasını yoklayacak olsaydı, Pederin bu kasabada yaşadığı
otuz yıl süresince hiçbir zaman bu evde beş dakikadan daha uzun kalmamış
olduğunu düşünebilirdi. Ev sahibesi piskoposun uzak ama gerçek akrabalarından
biri olduğu halde salonun aşırı müsrif bir sergileme tutkusu belirten döşenişi
hanımın mülkiyet hırsını gösteriyor, bu durum da Pederin gözünden kaçmıyordu.”
*
* * * *
“Sonra
oğluna dönüp onun hamağında her şeyden kopuk, ilgisiz, vurdumduymaz büyümekte
olduğunu görünce: «Büyüyünce anlayacaksın,» derdi. Ama o büyüyünce bir şey
anlamadı.”
* * * * *
“Eğer
yenilikler karşısında kapıldığı karanlık korkular yüzünden bu kasabada kök
saldığını sezmemiş olsaydı, pılı pırtısını naftalinledikten sonra bir sandığa
yerleştirir ve anlatılanlara göre büyükbabasının babasının yaptığı gibi dünyaya
doğru yelken açardı.”
*
* * * *
“Yapma Güller”de kör ninesiyle yaşayan Mina’yla karşılaşıyoruz.
İlk Cuma ayinine gidecek; ama elbisesinin takma kolları kurumadığı için mi
yoksa bambaşka bir sebepten mi ayine gitmiyor.
“Beyhude Zamanlar Denizi” adlı
anlatının ardından “Hanım Ana’nın Cenaze
Töreni”ndeyiz. Hanım Ana’nın hikâyesi ölüm döşeğinden yola çıkılarak
anlatılıyor. Devlet yönetimi, toprak mülkiyeti, veraset sistemi gibi konular
Hanım Ana üzerinden ayrıntılı biçimde aktarılmış.
“Gün
geçtikçe bulanan, uçuk bir hal alan, dalgınlaşan ve ancak sıcak akşamüzerleri
yoğun sardunya kokularından boğulan balkonunda görülebilen Hanım Ana, kendi
efsanesi içinde eriyip gitmekteydi.”
*
* * * *
Tren yolculuğu yapan bir kadın ve on iki yaşındaki kız çocuğu
nereye ve neden gidiyorlar “Salı Öğle Üzeri”nde.
Baltazar’ın
yöre zenginlerinden birinin oğlu için yaptığı kafes, “Baltazar’ın Yaşadığı
Acayip Öğle Sonrası”nın merkezinde yer alıyor.
“Yaşadığı
hayat ona hep tetikte olmak gerektiğini her fırsatta göstermişse de, korkarak
yaşamak için bir neden göstermemişti.”
*
* * * *
“Aslında
Jose Montiel göründüğü kadar zengin değildi. Bununla birlikte, göründüğü kadar
zengin olmak uğrunda her şeyi göze alabilecek yaradılıştaydı.”
*
* * * *
Kendini şifacı olarak tanıtan bir panayır şarlatanıyla başlayan hikâye
“Mucizeler Satıcısı İyi Blacaman”.
“O bir
astronomu bile şubat ayının göze görünmez bir fil sürüsü olduğuna
inandırabilecek yetenekte biriydi, ama talih ona sırtını dönünce yüreği
katılaştı.”
*
* * * *
Sizin de gördüğünüz gibi hemen tüm hikâyelerin ilginç isimleri
ve konuları var. “Boğularak Ölenlerin En Yakışıklısı”yla devam ediyoruz. Bu
hikâye kıyıya vuran bir cesetle başlıyor.
“Onu
kayalıklardaki geçitten omuzları üzerinde yokuş yukarı taşımak için
birbirleriyle yarışır, kimlerin taşımak hakkına öncelikle sahip olduğunu
tartışırken ilk defa olarak erkekler ve kadınlar boğulmuş adamın gösterişi ve
güzelliği karşısında sokaklarının zavallılığını, avlularının çoraklığını,
düşlerinin daracıklığını fark ettiler.”
*
* * * *
“Hayalet Geminin Son Seferi”nde “felaket tahtını köye getiren
dul kadının oğlu”nun hikâyesi anlatılıyor. Batan transatlantiği arıyor. Bu
hikâyeyi okurken Karayip Korsanları’yla Hayalet Gemi’den kesitler izliyormuşum hissine
kapıldım. Altı sayfalık tek bir cümleden oluşan hikâyede ifadeler, noktalama
işaretleri ve bağlaçlarla birleştirilmiş.
“Koskocaman
Kanatlı Çok Yaşlı Bir Bey”de fırtına ve ardından gelen selin sonunda kasabanın
hali anlatılıyor. Üstüne üstlük fırtına sırasında gökyüzünden düşen kanatlı
yaşlı bir adam da hikâyeye dâhil oluyor. Acaba kim bu adam? Batıl inançlara
sahip kişilerin bu inançları gerçekleşebilir mi, ya gerçekleşirse o zaman ne
olur?
“Avluyu
pazar yerine çeviren kalabalığın yerlere attığı çöpleri aralıksız süpürmekten
sırtı kamburlaşan Elisenda’nın aklına birden, dışarıdan gelenlere avluyu
kapayıp meleği görmek isteyenlerden beş Centavo giriş ücreti almak gibi parlak
bir fikir geldi.”
*
* * * *
Son iki hikâyedeyiz artık. Bunlardan biri kitapla aynı adı
taşıyor – her ne kadar kapak başlığıyla hikâyenin başlığı farklı aktarılsa da –
“Sevgiden Aşırı Hep Bir Ölüm”. Bir senatör, ölümüne altı ay kala seçim
kampanyaları sırasında hayatının kadınına rastlıyor ve bu bir suçlunun kızı.
“Aslında
kırk iki yaşını henüz doldurmuş, metalurji dalında Göttingen’de başarıyla
doktorasını yapmış olan bu adam, İspanyolcaya kötü çevrilmiş Latin
klasiklerinin ısrarlı, ama pek mutlu denemeyecek okurlarındandı. Güzelliği ve
canlılığıyla gözleri kamaştıran bir Alman kadınıyla evliydi, ondan beş çocuğu
vardı, kurdukları yuvada hep birlikte mutluluk içinde yaşarken, hatta içlerinde
en mutlu olan kendisiyken, üç ay kadar önce gelecek Noelde mutlaka öleceği ona
kesin olarak bildirilmişti.”
*
* * * *
Son anlatı “Saf Yürekli Erendira İle Taş Yürekli Ninesinin
Acıklı ve İnanılmaz Hikâyesi” sadece başlığıyla değil hacmiyle de kitapta en
geniş yere sahip. On dört yaşındaki Erendira ve ninesi her yerden, herkesten
uzakta bir evde yaşıyorlar. Evleri Erendira’nın bir hatası sonucu yanıyor. Nine,
yangının bedelini ödetmek için Erendira’yı bir adama satıyor. Ardından
başkalarına… Bu sırada tanıştığı Ulysess gönlünü Erendira’ya kaptırıyor.
“«Yatmadan
önce bütün çamaşırları güzelce ütüle ki, vicdanın rahat uyuyabilesin.»
«Peki nine.»
«Dolaplardaki elbiseleri bir bir gözden geçirmeyi unutma, çünkü rüzgârlı
gecelerde güvelerin açlığı azar.»
«Peki
nine.»
«Kalan zamanda da çiçekleri hava alsınlar diye avluya çıkarırsın.»
«Peki nine.»
«Devekuşunun da yemini ver.»
Kadın çoktan uykuya dalmış olmakla birlikte emirlerini okumağa aynı
hızla devam ediyordu. Uykudayken uyanık gibi yaşamağa devam etme erdemini torun
nineden miras almıştı.”
Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)
Gabo’nun bu kitabıyla ilgili internet ortamında pek bir bilgiye
rastlamadım. Ağırlık “Yüzyıllık Yalnızlık” ve “Kırmızı Pazartesi”
romanlarındaydı. Bizde öykü/hikâye yerine roman daha çok tercih ediliyor
galiba. Kitaba gelince bir Gabo klasiği. Hayal nerede bitiyor, gerçek nerede
başlıyor ayırt edemiyorsunuz. Zaten bu tarz kitaplarda böyle bir zorunluluk da
yok. Anladığınız değil, hissettiğiniz önemli. Beğendiğim hikâyeler olmasına rağmen benim için yine - özellikle
“Yüzyıllık Yalnızlık”ta olduğu gibi -
bir koşuşturmaca söz konusuydu. Oradan oraya geçişler, başka hikâye ve
kitaplara göndermeler… Efsane, masal tadında hareketli anlatılardan hoşlanıyorsanız
ilginç başlık ve konularıyla hikâyeler ilginizi çekebilir.
Gabo anlatıları bana
biraz uzak düşse de – “Kırmızı Pazartesi” romanını beğenmiştim – sizin belki daha
çok hoşunuza gider.
Bu
kitabı okurken fark ettim ki Gabo’yla iyi bir iletişim içinde olmanız için
Latin Amerika edebiyatı, insanı, kültürü hakkında da bilgi sahibi olmanız
gerekiyor. Yoksa anlatılanların çoğu kalabalığın içinde kaybolup gidiyor. Tabii
bu hususta Aziz Nesin’in yazısını okumanızı da tavsiye ederim. “Sevgiden ÖteSürekli Ölüm” kitabıyla ilgili okuma notlarını bizlerle paylaşmış.
Müthiş
bir hayal gücü, babaanneden dinlenen masallarla birleşince ortaya büyülü bir
atmosfer çıkıyor. Ve bu kitapta bir
kahramanı için kullandığı şu ifadeler bundan böyle benim Gabo tanımlamam
olacak galiba: “O bir astronomu bile şubat ayının göze görünmez bir fil sürüsü
olduğuna inandırabilecek yetenekte biriydi.”
▬ ▬ ▬