BAŞKA ZAMAN KÜTÜPHANELERİ (Zoran ZİVKOVİC)
Bir dinginlik, sessizlik, huzur ortamıdır kütüphaneler. Zamana meydan
okuyan bir halleri vardır. Dünyanın tüm bilgisi, duygusu, tecrübesi onlarda
gizlidir sanki. Geçmiş, an, gelecek hepsi oradadır.
Ne de olsa her kitap bir başka dünya saklar içinde.
Ne de olsa her kitap bir başka dünya saklar içinde.
Zoran Zivkovic’in “Başka Zaman Kütüphaneleri” tam da bu sebeple
ilgimi çekti: Kütüphaneler ve kitaplardan söz ettiği için.
“Zoran
ZIVKOVIC, 1948 yılında Yugoslavya’nın (bugünkü Sırbistan’ın) başkenti
Belgrad’da doğdu. 1973 yılında Belgrad Üniversitesi Filoloji Fakültesi’nde
edebiyat kuramlı genel edebiyat bölümünden mezun oldu. Yine aynı okulda 1979
yılında yüksek lisansını ve 1982 yılında da doktorasını tamamladı. 2003’te, Başka Zaman Kütüphaneleri adlı kitabıyla
Dünya Fantezi Ödülü’nü aldı.”
Ödüllü kitaplara temkinli yaklaşmama rağmen “İyi ki ödül almış”
dediğim kitaplardan biri oldu benim için. Yalnız ödülün adı/kategorisi kafama
takıldı. Bu konuya aşağıda “Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?” bölümünde değinmek
üzere devam ediyorum.
“Yemekler nasıl ki bedenimizi
besliyorsa kitaplar da ruhumuzu besliyor.” deriz kimi zaman. Yazar da muhtemelen bu fikirden yola çıkarak her öyküsünde farklı bir tat bulmuş. Bizi de bu güzel şölene davet ediyor adeta.
İlk öykümüz Rus salatası tadında.
İlk öykümüz Rus salatası tadında.
“Sanal Kütüphane”yle başlıyoruz.
“Resmin
altında, ekranın sol tarafında, kısa bir biyografi buldum. Tüm bilgiler
doğruydu, sonundakiler dışında. Kanım donmuş bir halde, kendimle ilgili hiç
bilmediğim bilgileri okuyordum.”
*
* * * *
“Şimdi,
bir yandan kafam karışmıştı, bir yandan da öfkelenmeye başlamıştım. Kendimi, olaylardan
çok çabuk etkilenerek tezgâha gelen salağın teki gibi hissettim.”
*
* * * *
“İzahatı
olmayan şeyleri, özellikle de işin içine bilgisayar girdiğinde kabullenmeye
başlamak ne kadar da tuhaf bir şeydi.”
Hikâyede merak unsuru ön planda. İnsanın bilgisayarla bağı,
geleceğe duyduğu merak hikâyenin ana eksenini oluşturmakta. Hikâyeleri okurken
hissettiğim gerilim daha ilk öyküde kendini belli ediyor.
*
* * * *
İkinci öykü etli şehriye çorbası tadında. “Acaba ne olacak?”
sorusu hikâye boyunca kafamızı kurcalıyor. Bütün dünya edebiyatına evimizde yer
verebilir miyiz, ne dersiniz? Cevap “Ev Kütüphanesi”nde.
“Uzun
yıllar önce, bu dünyanın açıklanamayan mucizelerle dolu olduğunu fark etmiştim.
Bu tür şeyleri açıklamaya çalışmanın hiçbir yararı olamazdı. Açıklamaya
çalışanı da büyük bir mutsuzluk bekliyor demekti. Ayrıca bir insan neden
gereksiz yere mutsuz olsundu ki? Olağandışı şeyler, hiçbir açıklamaya
gidilmeksizin, oldukları gibi kabul edilmeliydiler. Bu tür şeylerle yaşamanın
en kolay yolu da buydu.”
*
* * * *
“Saçma
sapan meselelerle uğraşmayı bıraktığım an, uykularım düzeldi, eski iştahıma
kavuştum ve hayata karşı ilgisizlikten, tükenmişlikten de kurtuldum. Tek bir
kararın insanı bir anda böyle baştan yaratabilmesi beni şaşırttı.”
*
* * * *
“Ayrıca
kitapların çok yer kapladıkları da bilinen bir gerçektir. Bu yasayı tersine
işletemezsiniz. kitaplara ne kadar çok yer verirseniz verin, asla yetinmezler.
Önce, duvarları işgal ederler. Ardından adım attıkları her yeri işgal etmeye
başlarlar. Kitapların işgalinden nasibini almayacak evin tek köşesi, tavanlardır.
Yeni kitaplar eve gelmeyi sürdürürler ve siz tek bir eski kitabı bile
başınızdan atma fikrine tahammül edemezsiniz.”
*
* * * *
Sıra ana yemekte. Biber dolması tadında bir öykü: “Gece
Kütüphanesi”
“Çok
zaman önce okumanın televizyon önünde ömür törpülemekten çok daha işe yarar ve
zevkli bir şey olduğunu keşfetmiştim.”
*
* * * *
Bir hafta sonu halk kütüphanesinde kilitli kalsanız ne yaparsınız?
“Ne
oluyordu burada? Kimdi bu adam? Bu adamın gece bekçisi olmadığı artık kesindi.
Aslında adamın gece kütüphanecisi olduğu iddiası da bana şüpheli gelmişti. Bu adam
her kim olursa olsun, benim dikkatli olmam gerekirdi. Kapkaranlık bomboş bir
kütüphanenin içine bu adamla birlikte kilitlenmiştim.”
*
* * * *
Esrarengiz bir adam. Kahramanımız gibi kütüphanede kilitli
kalmış. Peki, kim bu? Meraklı bir kitap tutkunu mu yoksa geceleri çalışan bir
görevli mi?
“Ben de
adama gülümsedim ve cildi aldım. Oldukça ağır sayılırdı. Kapakta adım ve doğum
tarihim, büyük, mavi harflerle yazılıydı. Diğer tarih yeri boştu”
*
* * * *
Gece kütüphanesinde “hayat kitapları” var. Yeryüzünde yaşamış ve
yaşayan tüm insanların hayatları anlatılıyor bu kitaplarda. Henüz hayatta
olanların kitapları ciltsiz. Ne de olsa hikaye/hayat devam ediyor.
“Sayfaları
en geriden öne doğru, yani geçmişe doğru sabırsızlık içinde çevirmeye başladım.
hayatımdaki özel günleri, benden başka kimsenin bilmediği, ya da bilmesi
gerektiği, ya da bilme mecburiyeti olduğu ve zaten yine de bildikleri olayların
meydana geldiği tarihleri aradım. Her şey, savcılık iddianameleri gibi soğuk
gerçekler önümde yazılı bir halde duruyordu. Sadece başkalarından değil, kendimden
bile sakladığım her bir sır yazılıydı burada. Kendimi umarsız ve anadan doğma
üryan hissettim: İşlediğim suçlar ansızın kamuoyuna açıklanan gaddarlaşmış bir
sabıkalı gibiydim.”
*
* * * *
Sırada çok lezzetli vişneli bir pasta var. “Cehennem
Kütüphanesi”nin tadı neden vişneli pastaya benzetildi acaba?
“Tabii,
böyle bir yerde, nesnelerin doğal niteliğinin sürdürülebilir olmasını
bekleyemezdim. O dönem artık ilelebet bitmişti. Kim bilir beni hangi olağandışı
deneyimler bekliyordu. Çok daha kötü şeylere hazırlıklı olmaya mecburdum.”
*
* * * *
“Her
çağın kendi cehennemi vardır. Bugün bu cehennem kütüphanedir.”
Bir kitabın, yazının ya da paragrafın başından ortasından ve
sonundan yakaladığımız üç cümleyle bütünü kavradığımız (!), okumaya üşendiğimiz
bir çağda yukarıdaki cümlenin anlamı?!
*
* * * *
Yemeğin sonuna yaklaşıyoruz yavaş yavaş. Bir sütlü kahve iyi
gider demiş Zivkovic ve yeni bir hikaye dökülmüş kaleminden: “En Küçük
Kütüphane”
Büyük Köprü’nün altındaki Sahaf’larla birlikteyiz. Elimizde, her açıp
kapadığımızda içindeki anlatıların değiştiği bir kitap var. Sahaflar tam da bu
noktada bizi bekliyor.
“Birçok
kereler, sohbete başka mekânlarda devam etme önerim reddedilmişti. Her nedense,
başka bir mekanda yapacağımız sohbetin aynı olamayacağı gibi bir his vardı
içimde. Gerçekten de, bu adamlar sanki buradan başka bir yerde var olmayacak
gibiydiler.”
*
* * * *
Son hikayedeyiz. Sanki bütün tatları bir arada barındırıyor
gibi. “Soylu Kütüphane”
Evinizde
kurtulmaya çalıştığınız kitaplarınız var ve bunlardan biri gitmemekte
direniyor. Ne yaparsınız?
“Kitap
raflarının düzensiz haline asla tahammül edemem, ama şimdi kitapları düzeltecek
zamanım yoktu.”
*
* * * *
“Buzdolabını
tam kapatırken aklıma bir fikir geldi. Bu fikri ilk başta pek ciddiye almadım.
Arada sırada aklımdan saçma sapan şeyler geçer, ama zannederim herkese olan bir
şeydir bu. Bu fikri kafamdan çıkarıp atmaya çalıştım, çünkü bu tür durumlarda
böyle fikirleri kafamdan hemen çıkarıp atardım; ama bu sefer, bu fikri kafamdan
çıkaramadım. Fikir, kafamda kalma süresini uzattıkça, ilk anlara göre daha
makulleşti.”
Kitap Hakkında Kim Ne Demiş?
(İşaretli yerlere tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz)
Bir kitap her bir okurla yeniden yazılır. Algılar, dünya görüşü,
yaşananlar, hayaller, duygular her insanda farklıdır çünkü. Bu da bir kitabın
her okurda ayrı bir hayat bulmasına yol açar. Hatta olur da aynı kitabı farklı
yaşlarda/dönemlerde okuyacak olursak bambaşka yollardan ilerleriz her
seferinde. Aslında belki de en önemlisi her bir okuyuşta, her bir kitapta
“okur” olma yolunda bir adım daha atabilmektir.
Yazının başında kitabın ödüllü olduğunu belirtmiştim: “Dünya
Fantezi Ödülü”. Bu ödül meselesi tıpkı benim gibi diğer bazı okurların da
kafasını karıştırmış. Örneğin İhsan Tatari “Kayıp Rıhtım”da hikayelerin “modern
fantastik” olduğunu belirterek pek de aradığını bulamadığından söz ediyor. Ben
ise fantezi ve fantastik öykünün aynı olmadığı ya da olmaması gerektiği kanısındayım. “Yüzüklerin
Efendisi”, “Açlık Oyunları”, “Alacakaranlık” serisi fantastik öyküler; ancak
“Başka Zaman Kütüphaneleri”ni aynı başlık altında ele almak bence pek de mümkün
değil. Aynı tarz değiller çünkü. Bu kitapta diğerlerinde bulunan macerayı, aksiyonu ararsanız hayal
kırıklığına uğramanız mümkün. Burada sadece bir gerilim ve merak duygusu var ama
dediğim gibi hız ve aksiyon bulunmuyor.
En azından bir fikir edinebilmeniz için fantezi ve fantastik sözcüklerinin Türkçe karşılıklarını da veriyorum. Benzerlikler olsa da birebir örtüşmüyor sanki?!
En azından bir fikir edinebilmeniz için fantezi ve fantastik sözcüklerinin Türkçe karşılıklarını da veriyorum. Benzerlikler olsa da birebir örtüşmüyor sanki?!
fantasy: hayal, imgelem, illüzyon, düş, hayal gücü, kuruntu,
vehim, acayip fikir…
fantastic: inanılmaz,
olağanüstü, hayali, acayip, garip, saçma…
Yine aynı yazıda hikayelerin sonlarının tatmin edici olmadığından söz edilmiş. Buna ben de bir nebze katılıyorum. Büyük bir merak ve heyecanla
başladığım hikayelerden birkaçının sonu beni biraz hüsrana uğrattı.
“Kayıp Rıhtım” ve “Mehtap ve Kitap” kitabın tanıtım yazısında geçen “iç içe
geçmiş altı öykü” ifadesine dikkat çekmişler. Kitabı okuyacak
olursanız siz de göreceksiniz ki aslında bağlantı sadece diğer öykülere
gönderme yapılarak son öyküde sağlanmış. Kitabın orijinal tanıtım yazısında öyküler arasında
“tema bağlantısı” yani “konu birliği” olduğundan söz ediliyor (A cycle of six thematically linked stories). Ne de olsa tüm
öykülerde “kütüphane ve kitap” buluşma noktası. Ama bu durumda da “içi içe geçmiş” ifadesi ne kadar doğru olabilir ki?!
“Kitap Cafe”de ise
Dilek Özcan üslup, akıcılık, kapak, fiyat hakkında puanlama yapmış ve kitabı
okurken eğlendiğini belirtmiş.
▬ ▬ ▬
İlginizi
Çekebilir: