HİÇ (Neslihan YERLİKAYA ÖZMAYA)
Karla, Konya’da bir hastanede gözlerini açar. Kaza geçirmiştir.
Travmayı atlatmış, iyileşme belirtileri göstermeye başlamıştır. Tedaviye
Fransa’da devam edilecektir.
Paris, Eylül 2012. Hikâyenin ikinci bölümü bir geri dönüşle başlıyor. Karla Martin, Paris’te Türkoloji okumuş, Türk kültürüne meraklı biri. Yunus ve Mevlana hayranı. Karla’nın erkek arkadaşı da bir Türk: Ahmet.
Karla’nın Yunus ve Mevlana’ya uzanan hikâyesinde neler olduğunu merak ediyorsanız…
Paris, Eylül 2012. Hikâyenin ikinci bölümü bir geri dönüşle başlıyor. Karla Martin, Paris’te Türkoloji okumuş, Türk kültürüne meraklı biri. Yunus ve Mevlana hayranı. Karla’nın erkek arkadaşı da bir Türk: Ahmet.
Karla’nın Yunus ve Mevlana’ya uzanan hikâyesinde neler olduğunu merak ediyorsanız…
Arifa, Karla’nın felsefe bölümünde doktora yapan Faslı ev
arkadaşı; tasavvufa meraklı. Karla’nın teyzesi de tasavvufa meraklı ve
Karla’dan Yunus Emre ile ilgili bir roman yazmasını istiyor. Karla’ya Sufi
Neyzen Kasım Emre’nin e-posta adresini veriyor. Diğer adıyla “Bay Hiç”
“Bay Hiç
onu 1991’de Unesco Binasının duvarına asılan Yunus Emre dizeleri ve İngilizce
çevirisiyle selamlıyordu:
*
* * * *
“Nefis diye kastedilen şey, bedensel
isteklerdir. Ruh onlardan kurtulursa Tanrı’dan geldiği gibi tertemiz olur ve aslına
döner. Çünkü insan ruhu Tanrı’nın nurundan yaratılmıştır, gelirken tertemizdir,
sonradan o saflığını yitirir.”
*
* * * *
“Yok oluş ve diriliş serüveni yağmur
damlasının okyanusa düşmesine benzer. Suya karıştı mı damla kaybolur, aslından
eser kalmaz. Başka bir boyuttadır, ayrılmaz okyanustan; ondan olmuştur, damla
değil okyanustur şimdi o…”
*
* * * *
“ ‘Yunus Emre’yi bilirsin. Şeyhi Tabduk’a çok
düşkündür. Nefsini terbiye için öğrettikleriyle hareket etmiş, yanında yıllarca
kalıp çile doldurmuş, sözünden çıkmamıştır. O, tam ‘Oldum’ diye düşünürken
şeyhinin verdiği cevap ne olmuş biliyor musun?’
‘Ne?’
‘Hâlâ dünya kokuyorsun Yunus’um!’”
‘Ne?’
‘Hâlâ dünya kokuyorsun Yunus’um!’”
Üçüncü bölümden itibaren Yunus’un hikâyesine geçiliyor; Karla’nın
yazdığı kitaba. Yazar Özmaya, bu bölümden itibaren tarihi olaylar ve Yunus
Emre’nin şiirlerinden yola çıkarak Yunus’la ilgili bir hayat hikâyesi
kurgulamış. Bu hikâyeyi Karla’nın yazmış olduğu kitap üzerinden bize aktarıyor.
Yunus hakkında bilinenlerden yola çıkılarak ve şiirlerine göndermeler yapılarak aktarılan bu bölümler hoşuma gitti.
Bu bölümleri okurken kitap Karla yerine sadece Yunus Emre’nin hikâyesi üzerine kurgulansaydı nasıl olurdu, diye düşünmeden edemedim. Belki de yazar Özmaya, Yunus gibi bir dervişin hayatını doğrudan anlatmak istememiş ve bunu Karla’nın ağzından aktarmıştır. Kim bilir?
Kitaptaki diğer tasavvuf büyüklerine dair hikâyeler, Bay Hiç, Ahmet ve hatta Karla benim için ikinci planda kaldı. Belki de ben Yunus’un hikâyesinden etkilendiğim için diğerlerini sahne arkasına aldım.
“Hiç”liğimizin farkına varıp bize ayrılan zaman dilimini en güzel şekilde değerlendirmek dileğiyle… Keyifli okumalar.
(Bu sayfada yer alan videolar, bir süre önce TRT’de yayımlanan “Yunus Emre Aşkın Yolculuğu” dizisine ait. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Payidar Tüfekçioğlu filmde Tabduk Emre’yi canlandırmakta. Filmde diğer roller ise şöyle sıralanıyor: Gökhan Atalay [Yunus Emre], Molla Kasım [Baran Akbulut], Zahide [Ceyda Kasabalı], Bacım Sultan [Pelin Orhuner], Argun Bey [Mehmet Ali Kaptanlar].)
Yunus hakkında bilinenlerden yola çıkılarak ve şiirlerine göndermeler yapılarak aktarılan bu bölümler hoşuma gitti.
Bu bölümleri okurken kitap Karla yerine sadece Yunus Emre’nin hikâyesi üzerine kurgulansaydı nasıl olurdu, diye düşünmeden edemedim. Belki de yazar Özmaya, Yunus gibi bir dervişin hayatını doğrudan anlatmak istememiş ve bunu Karla’nın ağzından aktarmıştır. Kim bilir?
Kitaptaki diğer tasavvuf büyüklerine dair hikâyeler, Bay Hiç, Ahmet ve hatta Karla benim için ikinci planda kaldı. Belki de ben Yunus’un hikâyesinden etkilendiğim için diğerlerini sahne arkasına aldım.
“Hiç”liğimizin farkına varıp bize ayrılan zaman dilimini en güzel şekilde değerlendirmek dileğiyle… Keyifli okumalar.
(Bu sayfada yer alan videolar, bir süre önce TRT’de yayımlanan “Yunus Emre Aşkın Yolculuğu” dizisine ait. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Payidar Tüfekçioğlu filmde Tabduk Emre’yi canlandırmakta. Filmde diğer roller ise şöyle sıralanıyor: Gökhan Atalay [Yunus Emre], Molla Kasım [Baran Akbulut], Zahide [Ceyda Kasabalı], Bacım Sultan [Pelin Orhuner], Argun Bey [Mehmet Ali Kaptanlar].)
*
* * * *
“Elinde
yığınla doküman vardı; hemen hemen birbirinin aynıydı hepsi. Hayatıyla ilgili
olanlar bir iki sayfayı bile bulmazken hakkında yazılanlar bir hayli çoktu.”
*
* * * *
“Anadolu,
savaşmaktan gayrı hüneri olmayan Moğol atlıları altında eziliyor; karşı
koyanlar kılıçtan geçiriliyordu. İlkeleri; ‘Taş
üstünde taş, boyun üstünde baş bırakmamaktı.’ Başı hâlâ boynu üzerinde
durabilenler ise bu başarıyı varını yoğunu teslim etmekle sağlayabiliyordu.”
* * * * *
“Kâğıt
üstünde eliften öteye geçememesinin tek bir sebebi vardı. Çünkü Yunus’un
indinde bir sonraki harfe ulaşmak saygısızlık olurdu. Hem her şeyin başı da
sonu da elif değil miydi? Ondan öteye geçmek edebe sığmazdı. O yüzden okumayı
gönül rahlesinde söküyor, cüzün üzerindeyse yerinde sayıyordu.”
*
* * * *
“Kulaklar
Moğol atlarından gelecek sese dikkat kesilmiş, yüreklerin ritmi bozulmuştu.”
*
* * * *
“Oğul, eli boş dönersen hiç tasalanma! Fena
şey mi kısmetimizi sınamış olsak? Belki Rabbim seni sebep kılmıştır;
nasipleniriz. Yok, eğer kısmet değilse kağnı kağnı buğday alsan ne çıkar? Bir
bakarsın ateş düşer kül olur yahut haramiler el koyar; yardan uçar, sel
götürür, neler olur neler… Belki yemeğe ömür bile olmaz.”
*
* * * *
“Hana
vardıklarında akşam olmuştu. Menzil yerlerindeki bu hanları yaptıranlar
yolcular ve hayvanları için her şeyi düşünmüştü. Küçük bir hamamdan mescidine,
ahırından aşhanesine varana kadar her şey mevcuttu. Gelenler üç güne kadar
ücretsiz kalır ancak ondan sonra para öderdi. Bu yapıları yaptıranlar ne güzel
insanlardı, halka hizmeti hakka hizmet addederek büyük sevap işliyorlardı.
Ticaret yolları üzerinde her dokuz saatlik (kırk kilometre) mesafede yer
almaları bulunmaz bir nimetti. Yoksa gece dışarıda nasıl geçerdi?”
*
* * * *
“Yıllardır
günahı, cehennemi, azabı anlatarak bu dini korku dini şeklinde gösteren cahil
imamların aksine; sevgi, hoşgörü, merhamet ve doğruluklar dini olduğunu telkin
edip; zorlaştırmadan kolay yolla öğreterek yaralarını onun merhemiyle sarmaya
çalışıyorlardı.”
*
* * * *
“Yunus’tan
ses çıkmıyordu. Lakin Derviş Yahya gözlerine çöküveren buluttan hikâyesini
okumuştu ya, ağzından duymak istiyordu ille de… ‘Peki, bir başına mıydın geldiğin yerde, yolunu gözleyecek birileri yok
muydu?’ diye üstüne üstüne gitti, sükût edeceğine… Kim bilir, belki de bir
neşter vurup içindeki cerahati akıtmaya uğraşıyordu, pansuman için.”
*
* * * *
“ ‘Mevlana’yı bilir misin?’
‘Onu bilmeyen mi var? Bilirim elbet!’
‘Bütün ulemanın, vezirin, vüzeranın, nice sultanın itibar ettiği, hatta Moğol’un bile saygı duyduğu bir zat… En yüksek medresede ders vermiş, ilmi hıfz etmiş, kaç kitap yazmış, kaç lisana hâkim… O bilge kişi dahi âlimdi ama arif değildi; ta ki Şems gelene kadar…’”
‘Onu bilmeyen mi var? Bilirim elbet!’
‘Bütün ulemanın, vezirin, vüzeranın, nice sultanın itibar ettiği, hatta Moğol’un bile saygı duyduğu bir zat… En yüksek medresede ders vermiş, ilmi hıfz etmiş, kaç kitap yazmış, kaç lisana hâkim… O bilge kişi dahi âlimdi ama arif değildi; ta ki Şems gelene kadar…’”
*
* * * *
“Bilmiş olursun ki kâinat içinde zerre bile
değilsin ve dahi ne kadar büyüksün ki koskoca kâinat bedenine sığabilmiş. Zira
âlemler insanda özetlenmiştir. Hem gece vardır sende hem de gündüz. Bütün
mevsimleri yaşarsın ömrün oldukça. Uyur ceset olursun, kalkınca diri… Şu
bildiğin ateş, su, hava, toprak ve bir o kadar cevher dahi sende mevcuttur.
Hava nefesin, ateş ısın, su kanın, topraksa terin olmuştur.”
*
* * * *
“Dervişlik öyle dünyayı tamamen terk edip
ahretle meşguliyet değildir. Peygamber Efendimiz der ki; ‘Hiç ölmeyecekmiş gibi
bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalışın.’ Peki, biz sufiler
ondan ileri miyiz ki dünyayı terk ederiz yahut onun yolundan gitmeyip başka
yoldan gideriz? Tarikatlarımız çeşit çeşittir, lakin Allah indinde tek tarikat
vardır, Kur’an ve sünnet”
*
* * * *
“Zira dünya ne kadar güzel olursa rahman da o
kadar hoşnut olur.”
*
* * * *
“Şeyhin yani mürşidin ancak ışık tutup
kolaylık sağlayacaktır. Anlayacağın bütün iş sendedir; senin iman nuruyla
yıkanacak kalbinde…”
*
* * * *
“Nasıl bütün mahlûkatın en kutsalı insansa,
insanın da kutsal yeri kalbidir. Hem dünyadaki hayatı ona bağlıdır çünkü hem
ötedeki hayatı… O çarptığı müddetçe yaşar, hayatta kalır; inandığı müddetçe
ahreti güzel olur. İçindeki kasırgalar arada kopar, yakar kavurur hem dahi
rahmet yeridir, huzur doğurur. Anlayacağın, hem cehennemdir insanın kalbi; hem
de cenneti…”
*
* * * *
“Boş bir
defterdi şimdi bildiğin; yaz yazacağın kadar. Kuruldu Tapduk Rahlesine,
yapraklarını açıp bekledi mürşidi yazıp doldursun diye. ”
*
* * * *
“Bir
mavi yolculukta ummana yelken açtığının farkındaydı elbette, gönül pusulası
öyle diyordu çünkü.”
*
* * * *
“ ‘Bilmem’ lafzı Tapduk Kapısının
anahtarıydı; bilgiçlikten tevazua soyunanlar için çevirirdi kilidi. ‘Çok şey bilsen de hakikat deryasında bir
hiçsin’ diye yeni gelenlere hatırlatmak içindi.”
*
* * * *
“Öyle mesafeler vardır ki, ibadetle aşmak
yıllar sürer de aşkla bir solukta alınır.”
*
* * * *
“Mevlana’yı
o kadar büyük yapan, hem âlim hem de ârif oluşudur.”
*
* * * *
“ ‘O kapılardan geçmek bize nasip olur mu
acep?’
‘Bu sualine Mevlana’nın şu sözü ile cevap vereyim evlat:
‘Bu sualine Mevlana’nın şu sözü ile cevap vereyim evlat:
*
* * * *
“Bir kez dahi ‘Of’ demez sevgili incinir
diye…”
*
* * * *
“Aşk böyledir işte Karla!.. Kimi söyler darı
boylar, kimi söyler sarhoşluğa verilir. Bütün iş dinleyenlerde ve halden
anlamayı bilenlerdedir anlayacağın… Çünkü kimi sarhoş sayılır hoş görülür ama
kiminin külü savrulur, teni yüzülür.”
*
* * * *
“Bilgiyi ne kadar paylaşırsan bir o kadar
cehalet zindanı da, ilmin ziyasına kavuşmuş olur. Bizler onca yıl tahsil ettik,
kaynaklarla beslendik. İsteriz ki, kaynağımızın suyu boşa gitmesin; nice testi
dolup taşsın, başkasını doldursun.”
*
* * * *
“ ‘Marifet nedir bilir misin? Taşlara bakan
gözlerin çiçekleri görmesidir!’
‘Demek oluyor ki bizim o kıvama gelmemiz için nice yıllar var’ dedi Yunus.
‘O iş yılla değil, gösterdiğin çabayla, hızla ilgilidir Yunus Can, daha doğrusu kalple…’”
‘Demek oluyor ki bizim o kıvama gelmemiz için nice yıllar var’ dedi Yunus.
‘O iş yılla değil, gösterdiğin çabayla, hızla ilgilidir Yunus Can, daha doğrusu kalple…’”
*
* * * *
“Onun
Yunus’a verdiği değer ötekilerin gözünden kaçmıyordu. İçlerinden bazısı
dervişliğin ruhunu henüz anlamamıştı ki haset etmenin fena bir şey olduğunu
bildiği halde şeytanın fısıltılarıyla bu tutumunu sürdürüyordu.”
*
* * * *
“Yunus
kapıyı mı beklerdi? Onun gözleri dosta dikilmişti. Yeter ki yolunda yürüyüp
tükensin, başka bir şey istemezdi. Kalbi ve ruhu şu sözlerin izini sürüyordu:
*
* * * *
“Hacı
Bektaşi Hünkârın şu sözünü bilmez misiniz?
*
* * * *
“Ey
gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir sevgiliyi
aramakla geçiyor.”
*
* * * *
“Bak şu
toprağa; yan yana ektiğin tohumun birinden biber çıkıyor, ötekinden kavun… Niye
hepsi aynı çıkmıyor? Çünkü tohumlar farklı; her birinin sırrı kendinde saklı.”
*
* * * *
“Lakin
kusurum neyse onu düzelteyim, eksiğim her neyse onu tamamlayayım. Ben böyle
aşkla tutuşup kavrulurken maşuka varamıyorum ya kahroluyorum. Yaklaşıyor muyum,
uzaklaşıyor muyum onu dahi bilmiyorum.”
*
* * * *
“O bu
basamaklardan, merhalelerden şikâyetçi değildi de, kapılar vakitlice
açılmıyordu ona sabırsızlanıyordu işte. Lakin şimdi bütün bunların sebebi anlaşılmıştı.
Bu seviyeye kolay gelinmiyormuş meğer.”
▬ ▬ ▬
İlginizi
çekebilir:
4.Güldeste