ARABA SEVDASI (Recaizade Mahmud EKREM)
“Araba Sevdası” Recaizade Mahmud Ekrem’in, dönemin İstanbul yaşamına ışık tutan romanıdır.
Bihruz Bey sevdiğine kavuşacak mı, babasından kalan mirasa ne olacak, Fransızca sevdası mutlu sona ulaşmasına yardımcı olacak mı?
Kitapta anlatılanlar sıradan bir aşk hikayesi midir yoksa dönemin toplumsal bir eleştirisi mi? Karar sizin.
“Bizim
memlekette emsali henüz görülmemiş bu ‘moda’ gezinti yerinden her vakit, hatta
mehtaplı gecelerde bile faydalanmak için pek çok aileler Çamlıca, Bulgurlu,
Kısıklı, Tophanelioğlu, Bağlarbaşı taraflarında köşkler, haneler yaparak bahar
gelir gelmez hemen taşınmakta acele etmişlerdi.”
*
* * * *
“İllerde
bulunduğu vakit en büyük zevki – sırmalı esvap içinde, midilli veya at
üzerinde, arkasında çifte çifte uşaklarla sokak sokak gezip dolaşmaktan ibaret
olan küçük beyin, İstanbul’a geldikten sonra merakı üç şeye yoğunlaştı:
Birincisi araba kullanmak, ikincisi alafranga beylerin hepsinden daha süslü
gezmek, üçüncüsü de berberler, kunduracılar, terziler ve gazinolardaki
garsonlarla Fransızca konuşmak.”
*
* * * *
“Bihruz
Bey her nereye gitse, her nerede bulunsa, maksadı çevresini görmek değil,
yalnızca kendini göstermekti.”
*
* * * *
“Bu
arada, Bey’in Farsça ve Arapça hocaları kovuldukları için konağa gelmemeye
başladılar. Yalnız Mösyö Piyer adındaki Fransızca hocası, beyin nabzına göre
şerbet veren kurnaz bir ihtiyar olduğundan onun eskisi gibi devamına izin
verildi, hatta dört liradan ibaret olan maaşı altı liraya yükseltildi.”
*
* * * *
“Bir
köre demişler ki, ‘Hanımınız bir güldür’. O da, ‘Dikenlerinden öyle anlıyordum’
cevabını vermiş.”
*
* * * *
“Bihruz
Bey, bazı düşüncelerinde haklıydı, fakat çoğunda değildi. Önce sarışın hanımın
parol (söz) tutmadığından şikâyetçi idi. Hâlbuki Beyefendi’ye kimsenin söz
verdiği falan yoktu. İkinci olarak söz olmayınca randevuya gelinmediği için
haber göndermeye; özre filan da gerek olamazdı. Üçüncü olarak, Bey’in aşk
mektubu gerçekten değil de, def-i bela kabilinden kabul olundu. Hatta mektubu
almak için uzanan el de sarışın hanımın değil, arkadaşı Gülşeker Hanım’ın
eliydi. Dördüncü olarak, mektup okunmadı; yalnız açıldı, bakıldı, içindeki
çiçeğin zarifliğinden, kâğıdın mis gibi koktuğundan bahsolundu. Beşinci olarak,
mektup okunmadığı için hanımların ondan sonraki hareketlerine kesinlikle tesiri
olmadığı gibi okunabilseydi de yine olmayacaktı. Altıncı olarak, mektup pek
yerine gitti ki iki parça edilip büküldükten sonra, Bağlarbaşı’ndan
Bülbülderesi’ne inerken solda kalan terk edilmiş mezarlığa fırlatıldı, taşıdığı
aşk ve sevginin garip sırları yoksunluğa emanet edilerek susturuldu. Yedincisi,
Keşfi Bey’in sarışın hanımla bir ilişkisi olması şöyle dursun, hatta evvelki
cuma akşamından beri sarışın hanım Keşfi Bey’in hatır ve hayaline dahi
uğramamıştı.”
*
* * * *
“Babasını
ve bunlardan örnek alan başkaları tarafından çocuğun kandırılarak idare
edilmesinden vazgeçilmediği için, zavallı çocuk her gün çeşit çeşit, renk renk,
özenli özensiz, kaba ince, yerli yersiz yalanları işite işite, kendisi de
zekâsının izin verdiği ölçüde, şaka tarzında ufak yalanlar uydurmaya,
çevresindekileri aldatmaktan zevk almaya başlamıştı. Bu kötü alışkanlık gitgide
ahlakında kökleşerek zekâsıyla orantılı olarak büyüye büyüye diğer eğilimlerin
üstüne çıktı.
Keşfi Bey, yalanı
kimseye zarar vermek düşüncesiyle söylemezdi, fakat söylediği yalanların sonucunun
bir kimse için zararlı olup olmayacağını da düşünmezdi.”
*
* * * *
“Kendimi
bir dereceye kadar sevdirdimse de yüreğinde istediğim yere ulaşamadım.”
▬ ▬ ▬