Kitap Fuarının Ardından

Yazının başlığını okuyunca muhtemelen "Hangi kitap fuarı?" diye ister istemez düşünmüşsünüzdür.

Günümüzde pek çok kitap fuarı kitapları ve yazarları okuyucuyla buluşturuyor. Kimileri çok memnun bu fuarlardan kimilerine göreyse bunlar ticari kaygı taşıyor. Gerçi ticari kaygı niçin bazılarını rahatsız ediyor bilemiyorum. Sonuçta emek verilerek ortaya konan bir ürün var ve bunun satışı için de tanıtım, reklam gerekiyor. Yüzlerce, binlerce kitap arasından sıyrılmak için günümüzde "fuar"lara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Ama ne ilginçtir ki bu büyük fuarlara gitmek özellikle son yıllarda benim için pek de cazip değil. Bazı ilçelerde yapılan küçük çaplı sergiler, imza günleri daha bir ilgimi çeker oldu nedense. Belki de kalabalık topluluklar ya da standlar arasında kaybolmadan rahat rahat dolaştığım için hoşuma gidiyor. Bir de ilginç, fiyatı uygun kitaplar bulabiliyorum çoğu zaman.



"Kitap Fuarının Ardından" demiştim en başta. Bu başlık aslında Oktay Akbal'ın bir yazısına ait. Oktay Akbal'ın kim olduğunu merak ediyorsanız "Sanat İnsanlarımız" başlığına tıklamanız yeterli. 

Kitap fuarlarına bir yazarın gözünden bakmak istiyorsanız, buyrun bakalım. 


KİTAP FUARININ ARDINDAN

“Yüz bin okur tarafından bir kez mi okunmak istersiniz? Yoksa bir okur tarafından yüz bin kez mi?” Bu soruya Paul Valery (Pol Valeri) şu yanıtı verir: “Yüz bin okur tarafından yüz bin kez okunmak...”

Taksim’de Kitap Fuarı’nın Konuk Yazar bölümünde kitap imzalarken böyle düşünceler geçiyordu içimde... Düşünceler bir çırpıda gelir, bir çırpıda gider. Pek çoğunu yakalamazsın bile; bir düş parçacığı gibidirler, kimi kez ancak fark edilir, ancak sezilirler.

Önüm sıra bir gençlik akıp geçiyor. Genç yüzler, yirmi–otuz arasındaki bir aydın kuşak... Soruyorum işlerini, okullarını. Yanıtlar çoğunlukla şunlar: İstanbul Teknik Üniversitesi, Boğaziçi, Güzel Sanatlar, Tıp Fakültesi, Fen vb. Peki nerde edebiyatçılar? Nerde Edebiyat Fakültesinde Çağdaş Türk edebiyatı öğrenimi yapanlar? Onlar ortada yoklar. Belki de bana gelmiyorlardır, diye düşünüyorum. Prof. Kaplan’ın öğrencileri belki geldiler, Tarık Buğra’ya kitap imzalattılar, belki de yarın, ya da öbür gün Attila İlhan’a gelecekler, yapıtlarını alacaklar. Onlarla söyleşecekler... Ama saatler geçiyor. Kitap alanlar birbiri ardına geliyor, kitaplarını imzalatıyorlar, ben ikide bir soruyorum öğrenim yerlerini. Hep aynı yanıtlar. Teknik alanda, Müspet Bilimler alanında öğrenim gören gençlerimiz. İşin ilginç yanı, Türkçe ve Edebiyat Öğretmenleri de pek yok, hatta hiç yok, ancak bir iki genç edebiyat seven öğretmen ya da öğrenci...

Kitap Fuarı beklenenin üstünde başarılı sonuçlar verdi. Kesin
sayıları bilmiyoruz, ama binlerce kitabın satıldığı bir gerçek. Yalnız “Konuk Yazarlar”ın imzaladıkları kitaplar her gün beş–altı yüzü buluyor, hatta geçiyordu. Hep yakınır dururuz, kitap gereği gibi satılmıyor, okunmuyor, diye. Oysa zaman zaman açılan kitap sergileri, kitap imzalama günleri bu sorunun yanlışlığını göstermektedir. Kitap, okurla karşı karşıya getirilirse şimdikinden daha çok satılacak, ilgi görecektir. Bu konuda ilk deneyi 1959’da Türk Edebiyatçılar Birliği Kitap Sergisi’nde yaptık. Beyoğlu’ndaki Belediye Resim Galerisi’nde ilkel koşullarda düzenlenen bu sergide yazarların resimleri ve yapıtları duvarlara asılmıştı, isteyen satış yerinden bu kitapları alıyor, orada bulunan yazarlara imzalatıyordu. Birlik üyelerinin kitaplarıydı sergilenen. Büyük ilgi gördü bu sergi, çok kitap satıldı. Abdülhak Şinasi Hisar da çağrılıydı, o da kitap imzalıyordu bizler gibi. Doğallıkla en büyük ilgiyi de Hisar gördü. Kitap imzalamaktan yorgun düşmüştü. Birkaç gün sonra bir yerde “Binlerce kitap imzaladım.” demiş. İnsan sayıları karıştırır böyle durumlarda, bir–iki yüz kitap imzalayınca sayı binleri buluyor gibi gelir insana...

İzmir Fuarı’ndaki kitap sergisinde de çok sayıda kitap satılmıştı. Gece yarısına kadar kitap imzaladığımı, bir iki dakika bile boş kalamadığımı anımsıyorum. İzmir’de, Ankara’da ve İstanbul’daki imza günlerinde genç okurların büyük ilgisi ile karşılaşan yazarlarımız bu duruma hem şaşmışlar, hem de sevinmişlerdir.

Demek istediğim; kitap, halkın karşısına çıkarılınca, kitaplarla okurlar karşı karşıya getirilince durum değişmekte, kitapların satışı artmaktadır. Bu konuda en önemli etken, kitabın tüm yurtta dağıtılmasını ve halka ulaştırılmasını sağlamaktır. Kentlerde kitap satış yerleri, mevsimlik kitap sergileri düzenlenmelidir. En başta da kitaptan korkma, kitaptan ürkme, kitabı tehlikeli, zararlı bir nesne sanma eğilimlerini önlemek, kitabın en saygın değer olduğu düşüncesini kafalara yerleştirmektir. Bunda Eğitim ve Kültür Bakanlıklarına düşen büyük görevler vardır. Bir ulusun uygarlık düzeyi o ülkedeki kitap satışlarıyla orantılıdır. Elli milyon nüfuslu bir ülkede en çok sevilen bir yazarın beş–altı baskı yapan bir kitabının tirajı yirmi beş–otuz bini geçmiyorsa, suç ne o yazarda, ne de kitaba susamış okurlardadır. Kitap Fuarı, kültürümüz açısından umut verici sonuçlar yaratmış, bu konuda yeni atılımlara öncülük etmiştir.

(Oktay Akbal Basından / 25 Kasım 1982)

Bu Haftaki Tercihleriniz

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ (Emre CANER)

GÖR BENİ (Azra KOHEN)

BİR ÖMÜR BÖYLE GEÇTİ (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

BANDO TAKIMI (Muzaffer İZGÜ)

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN ÖĞRETİLERİ