YERKÜRENİN EN GÜZEL TARİHİ
Yerküremiz, hayat kaynağımız. Muhteşem bir düzen içerisinde
işleyişine devam eden bir sistemin üyesiyiz. Pek çok şeyi gerçekleştirebilir,
sınırlarımızı zorlayabiliriz. Burada altı çizilmesi gereken söz “sınırları
zorlamak” galiba. Bir şeyleri başarmak için uğraşabilir, çalışabilir, denemeler
yapıp kendimizi geliştirebiliriz. Ancak bir noktada gelip “evrenin, yerkürenin
zorunlulukları”na uyum sağlamak ya da sistemin bütünlüğünü kabullenmek
zorundayız.
“Yerkürenin En Güzel Tarihi” adlı kitap sistemin işleyişinden,
evrensel yasalardan söz ediyor.
Coğrafyacı bir öğretmen arkadaştan ödünç alıp okuduğum bir kitap.
Elimde aşağıdaki alıntılardan başka bir not yok maalesef. Sadece kitabın ismi. Aradan
epey zaman geçtiği için kitabı da pek hatırlamıyorum açıkçası. Bu notları da
hazine sandığımdan çıkardığım başka bir kitabın arasında buldum. Bu sebeple ayrıntılı bilgi veremeyeceğim kitap hakkında.
Her
şeyi yapabileceğimizi düşündüğümüz bir dünyada neden her şeyi yapamadığımızı
anlatan bir kitap. Doğanın bir parçası olarak “doğayla birlikte” yaşamaya devam
etmek istiyorsak sistemin kurallarına uyum sağlamak durumundayız. Yoksa bir gün
ne oksijen alabilecek bir çevremiz, ne de tarım yapabilecek topraklarımız
olacak.
“Güneş
sistemindeki bütün uydular, gezegenlerine yaklaşır ya da uzaklaşırlar. Doğayı
yöneten az sayıda fizik yasası vardır. Sonuç olarak Evren’deki bütün nesneler,
sayıları pek fazla olmayan, ama kesinlikle çaresi de bulunmayan zorunluluklara
boyun eğerler.”
*
* * * *
“Dilbilgisi
ya da toplum kurallarının birkaç istinası olabilir; fizik kurallarındaysa böyle
bir şey yoktur. Bu bakımdan, Evren’deki bütün nesneler son derece belirli
sınırlar arasında var olurlar. Bir cismin kütlesi, onun gezegen, yıldız, gökada
olup olmamasını belirleyerek kaderini de çizer. Süper kocaman gezegenler ya da
hafif gökadalar olamaz. Bir dağ ya da canlı bir varlık için bile sınırlar söz
konusudur; yüksekliği 30 kilometrenin üzerinde dağ, boyu 50 metrenin üzerinde
canlı olmaz. ”
*
* * * *
“Beşinci,
hatta altıncı bir gücün varlığını ortaya koymak için yapılan bütün denemeler
başarısızlıkla sonuçlandı. Fiziksel dünyayı yöneten dört temel kuvvet vardır.”
*
* * * *
“Dürüst
davranmalıyız: Biz bir şeye iyi ya da kötü
derken, temel olarak bizi nasıl etkilediğine bakıyoruz.”
*
* * * *
“Doğal
bir sistem, çok güçlü bir baskı karşısında önce zarara görür, sonra da
mahvolur. Bugün yeni toprakların oluşmasına fırsat kalmadan, var olanı
kaybediyoruz.”
*
* * * *
“1896’da
ilk Olimpiyat Oyunları’nda 1000 metre yarışı 4 dakika 56 saniyeyle kazanıldı. 5
dakikanın hemen altında! 1954’te, bir İngiliz tıp öğrencisi olan Banister, 4
dakikanın altına indi. Bunun üzerinden yarım yüzyıl geçti. Ne var ki günümüzde
kimse 3 dakikanın altına inilebileceğini hayal etmiyor: Karşımıza fizyolojik
sınırlar çıktı.”
Yukarıdaki alıntılardan kitap hakkında umarım bir fikir
edinmişsinizdir. Aktardığım son alıntıyla ilgili bilgileri merak ettiğim için
internetten ufak bir araştırma yaptım. Türkiye Atletizm Vakfı’nın sitesindeki
bilgilere göre 1000 metre rekoru 1999 yılında 2 dakika 11 saniyeye kadar inmiş
durumda. 1500 metre bile 3 dakika 26 saniyede koşulabilmiş. Demek ki insanoğlu
fizyolojik yapısını, beslenme ve çalışma şartlarını düzenleyerek, teknik bilgisini arttırarak kendini
geliştirebiliyor.
Peki,
bu 2 dakika 1 dakikaya inebilir mi sizce? Ya da Usain Bolt’un 2009 yılında 100
metreyi 9 saniye de koşması gelecekte bunun 5 saniyeye inebilecek olmasının
göstergesi midir? Böyle bir durumda o rekorları kıracak kişi yoksa artık doğal
değil de biyonik bir insan mıdır?
▬ ▬ ▬
İlginizi
Çekebilir: